Ülkemizde gelenekselleşen plastik sanatlar gösterilerinden belki en önemlisi "Yeni Eğilimler Sergisi". Bu olayı oluşmakta olan güzel sanatlar kültürümüzün önemli göstergelerinden biri olarak değerlendirmek zorunludur. Böyle bir değerlendirmede özellikle irdelenmesi gereken sorun neye nasıl bakacağımızda, öncelikle, plastik sanatlar’a nasıl bakabiliriz, nasıl eleştirebiliriz?..
Batı'da çağdaş sanat felsefesi içinde birçok görüş açıları (fenomenolojistler, yapısalcılar, Marksistler, v.b.) yanında ideolojinin önemini saptayan yeni bir eleştiri anlayışı da gelişti. İki dünya savaşı arasında ürün verdiği halde ancak 1950'lerde geniş bir ilgi uyandıran Alman düşünür ve eleştirmen Walter Benjamin sorunu şöyle biçimlendirdi: Bir sanat eseri belli bir tarih sürecinde belli bir yerde olan ve kendi kendisinin bilincini taşıyan bir kimse ile "dinamik ve diyalektik bir ilişki" içine girinceye kadar "ölü bir madde" olarak kalmaya veya salt estetik olmaya mahkûmdur (l).Bu yaklaşım sanatın ideolojik içeriğini benimsediği gibi eleştirmenin "beklenti"lerinin, sanat hakkında belirleyici varsayımlarının toplumsal bir dünya görüşünden kaynaklandığını vurgular. Eleştirmene yeni görevler ve sorumluluklar düşer. Sanatı "ölü bir madde" olmaktan o kurtarır, topluma benimsetir, salt estetik varlığını aşıp tarihte bir yer bulması için atılan ilk adımın aracılığını yapar. Soruna böyle yaklaşınca eleştirmen özellikle tarihsel bir bilinç taşıma zorunluluğu içindedir. Başka bir deyişle eleştirmenin sanatı algılayışında sanatçı ile paylaşması gereken gelişmiş bir dünya görüşü vardır. Bir noktada çok uyanık olmak gerekir. Anlatmaya çalıştığımız estetik-eleştirel görüşün en keskin yanı eleştiriye demagojik olma yetkisi tanımaması. Şöyle ki, "beklenti"nin ilginç tarafı sanat eseri ile karşılaştığında onu varsayımlara uydurabilmek endişesiyle belli bir dünya görüşünün emrinde bir araç olarak kullanmaması, tavırsız, 'neutre' bir duyarlılık taşıyabilmesidir. Yani yaratının ve esinin filizlendiği karanlık dehlizlere saygılı kalabilmesi. Dünya görüşü açısından sanatçının zihniyetini toplumsal varsayımlarda arayan eleştirmen, sanat yapıtı karşısında yaratının bir başka kaynağı olan içgüdünün şaşırtıcılığını sanatçı ile paylaşmak zorunda. Bu anlamda eleştirmen çıkar düşünmeyen, tarih bilinci dışında bir tavır taşımayan, yaratıcı ile onun gibi gerekince varsaymışız olmayı becerebilen bir duyarlık taşır.
Yurdumuzda her yönden eklektik, tavırsız sergiler açılmakta, pek çok galeri bilinçsizliği topluma benimsetmekte, bir avuç yazar, sözünü ettiğimiz eleştiri bilincinden yoksun, en iyisinden formalist-biçimci, en kötüsünden sadece beğeni-kapital çıkarı düşünen yazılarla toplumu yönlendirmekte ve bazı sanat çevreleri demagojik sanat ve eleştiri peşinde koşarken, "Yeni Eğilimler" sergisinin adı, iddiası ve konumu gereği (Î.D.G.S.A.'nın düzenlediği bir sergi olarak) bu yanlışlıklardan arınmış olması ümit edilir. Serginin niteliği katılan sanatçılar kadar seçici kurullara bağh olduğuna göre, bu kurullardan seçme görevini yüklendikleri ölçüde çağdaş eleştiri bilinci ile donatılmış olmalarını beklemek doğaldır. Bu açılardan 1981 "Yeni Eğilimler" sergisinin de tam bir bütün olduğu söylenemez. Az da olsa birkaç yapıt Batılı modellere farklı bir yorum getirmeden taklide yakın bir uygulamada kalmış,oldukları halde bu kez de sergide yer aldılar. Yeni eğilimleri ararken, serginin farklı yaklaşımları içerdiği, buna karşın plastik nitelik açısından genelinde tutarlılık gösterdiği izlenebilir.
Türkiye'de bugün geniş tabanlı, uyarlı, kendi içinde bir bütün oluşturan ulusal bir kültür ve dünya görüşünün varlığından söz edilemez. Bu durum Türkiye'nin toplum yapısı ve tarihine bakarak açıkça anlaşılabilir. Kent aydını ikiyüz yıllık Batılılaşma sürecini yaşarken 'Doğu'/'Batı', 'yerli'/'yabancı' çatışmasının kültür karmaşası içinde kalmıştır. Kısa vadede bu sorunun çözümleneceğini beklemek de gerçek dışı olur. Kırsal kesim ise, olağan üstü çalkantılı bir tablo çizmektedir. 1950'de nüfusun % 18.5'i şehirlerde yaşarken, 1975'de bu sayı % 42,1980'de ise, % 50 dolaylarına yükselmiştir (2). İnsanların yaşam düzeyleri, üretim, tüketim ve iletişim biçimleri süratle değişmekte, giysiden evin içdüzenine, mimariden yemek âdetlerine, yolda yürümek biçimlerine, tuvalet âdetlerine, ulaşım alışkanlıklarına dek her tür yerel-yöresel gelenek ve âdetler sarsılmaktadır. Tanıdığım dört çocuklu bir köylü ailenin her çocukla daha yem bir kuşak bilinci ve daha çağdaş bir dünya görüşünü tanıdığına tanık oldum. Dünyada pek az ülkede bu tempoya rastlayabiliriz.
Yukarda anlatmaya çalıştığımız nedenlerden çağdaş Türk sanatı doğal olarak eklektik olacaktır. Yeni araştırmalar her kanaldan gelebilir. Nitekim halk kültürü kökenli çıkışlardan minyatürün modern görüntülere uygulanışına, kırsal imgelerin geometrik uygulamalarından salt geometrik araştırmalara, pop sanattan esinlenmiş toplumcu araştırmalardan kavramsal sanata kadar farkk çalışmalara tanık olmaktayız. Kaçınılmaz olarak "Yeni Eğilimler" bu gerçeği yansıtacaktır.
'Yeni'yi Batı'da aramanın yanlışlığını fark eden bazı sanatçılar bu sefer 'Doğu'da, geleneklerde özgün kültür motifleri aramaya başladılar. Buna Nurullah Berk'in kilim ve hah motiflerine duyduğu ilgiyi, Bedri Rahmi Eyuboğlu'nun halk sanatına eğilişini, bugünkü genç sanatçılardan minyatür üslubunu ve düzenlemesini modern görüntülere uygulayanları örnekler arasında gösterebiliriz. Bu denemeler biçimci oldukları ölçüde uzun vadede yüzeyde kalacaklardır. Ama Nurullah Berk ve Eyuboğlu gibi sanatçıların Batılılaşmanın getirdiği boğuntuyu kırmak için yeni alanlar açma gerekliliği içinde koydukları çabanın önemini teslim etmeliyiz. Ve gerçekten Bedri Rahmi, Türk ressamına açık ve rahat bir tavır getirmiştir ki, bu sanatta çağcıllığın tavırsal bir yanıdır. Berk ve Eyuboğlu'nun araştırmacı yanı aynı düzeyde çağcıldır.
Görüldüğü gibi sanat tarihinde 'Doğu' ile 'Batı', ne gerçek 'Doğu' ne de gerçek Batı'dır. Türk kültürü gerçek 'Doğu'dan şu veya bu biçimde ikiyüz yıl önce ayrılmaya başlamıştır ve o eski kültürün altyapısına artık sahip değildir. 'Batı' ise hiçbir zaman bizde altyapısı gerçekleşmediği için doğru anlamda gelmemiş, biçimsel taklid düzeyinde kalmıştır. Ama bugün Murat Belge'nin iddia ettiği gibi Doğu'dan ve Batı'dan etkilenmiş olduğu halde ikisinden de farklı, kendine özgü biçimleri olan bir sentez oluşmaktadır. Sanatçı ve eleştirmen olarak hedefimiz bu bileşimi tanımlayan, betimleyen kavramlar, biçimler, simgeler ve düzenlemeler üretmektir. Burada görevimiz Türk plastik sanatlarının oluşumu içinde araştırıcı ve senteze! çizgilerin tanımını yapmaya çalışmaktır.
Bu aşamada 'yeni'den ne bekleyebiliriz?
Kavram, biçim, simge ve düzenleme tüm bağlantılardan kopuk olarak üretilemez. însan beyni bir 'tabula rasa' değildir. Türk sanatçısı da kendi kültürel geçmişinden (halk sanatı, Osmanlı sanatı, Selçuk v.b.) topraklarında iz bırakmış sanatlardan (Bizans v.b.) ve dünya sanatından etkilenecektir. Bunu yaparken dünya tarihi ve Türkiye gerçeklerinin bilinci içinde etkileneceği öğeleri ince bir elekten geçirmelidir. Bu tavır ilginç ve özgün sonuçlar doğurabilir. Sanatçıdan 'Doğu' ve 'Batı' kökenli kavram ve biçimleri yerli dinamiklere uyguladığı zaman doğabilecek zorlamayı içerik ve biçim bütünlüğüne saygılı kalarak özgün yaratıcılığa dönüştürmesi ve yeni biçim, kavram ve düzenlemelerin oluşumuna olanak tanıyan bir açıklığa ve araştırıcılığa girmesi beklenebilir. Sanat tarihimizde bu mücadelenin en güzel örneklerinden birini Şeker Ahmet Paşa'nın doğa resminde verdiğini biliyoruz.
Özellikle biçim ve düzene dönük araştırmalar "D" Grubu'nun çalışmaları, Turgut Zaim, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nurullah Berk, Orhan Peker, Cihat Burak, Neşet Günal gibi sanatçıların bireyci çıkışları ile zenginlik kazandı. Neşet Günal'ın ve daha genç sanatçıların (Alaaddin Aksoy, Mehmet Güleryüz, Neşe Erdok, Kornet, Utku Varlık) içerik konusunda Türk resmine getirdikleri toplumsal eleştirel bilinç 1970'li yıllarda gerçekleşen çalışmalara daha olgun bir ortam hazırladı. 1977'de ilk kez yer alan 'Yeni Eğilimler' sergisinde Hasan Safkan'ın yontusu, Ergin İnan'ın baskıları ve Balkan Naci îslünyeli'nin çalışmalarını Türkiye'ye özgü olduğu kadar uluslararası çağdaş nitelikte yapıtlar arasında gördük.
1981 üçüncü 'Yeni Eğilimler' sergisi bugüne dek izlediğimiz bazı plastik öğelerin çağdaş sanatımızda süreklilik göstermeye başladığının belirtilerini taşıyor. Jale Erzen'in de vurguladığı gibi Anadolu sanatında görülen simetriden başlayarak farklılaşan düzenleme, çeşitleme, Türk mimarisinde kübik biçimin kazandığı yumuşaklık Hasan Safkan'm yontusunda görüldüğü gibi bu yıl bronz madalya alan İlgi Adalan'ın seramik panosundaki kesitlerde çarpıcılığını koruyor. Balkan Naci İslimyeli'nin 'Köpekli Yaşlı Kadın'ında (1977) izlenen ortalama (imgenin ortalanması)ve öne yönlenme (imgenin seyirciye dönük olması) Nur Koçak'ın bu yıl altın madalya alan 'Posta Sanatı' yapıtının asker desenleri serisinde, yine sergide yer alan İbrahim Örs'ün yağlıboya 'Bürokrat'ında izlenebiliyor.
İmgenin seyirciyle dolaysız ilişki kurma çabası bir kültür özelliği olarak görülebilir. Kültürümüzün başka alanlarında da buna benzer motiflere rastlayabiliriz, örneğin toplumumuzda halk arasında yaygın olan kahvelerde masa etrafındaki sandalyelerin düzeni masaya dönük değil, yani masa etrafında oturan kişilerin oluşturduğu dünyaya değil, dış dünyaya yani seyirciye dönüktür. Eskiden olduğu gibi şimdi de pek çok evde eşyanın iç mekanı kendi içine kapalı birimlere bölmeden kerevet ya da koltukların duvar boyunca yanyana dizildiklerini, böylece oturanların birbirlerine değil ortadaki açık alana yönlendirildiklerini görebiliriz. İmgenin seyirciyle dolaysız ilişki kurması (öne yönlenme) Türk kültüründe mekânın kullanımı ve mekan düzeni ile bağlantılı olabilir. Çağdaş sanat tarihimizi bu açılardan daha kapsamlı olarak incelemenin, oluşum sürecindeki kültürümüzü ve ideolojimizi tanımlarken yararlı olacağı kanısındayım. Bir bakıma iknografik özellikler taşıyan bu biçim ve kavram, ikonun geleneksel olarak değindiği dini duygulara, metafizik değerlere çağrışım yapmadan çağcıl bireyselliğe yönelmekte, bireysel ve toplumsal bilinci ruhbilimsel yöntemlerden yaraulanarak irdelemektedir.
Bu sergide de geçmişte olduğu gibi Toplumsal Gerçekçi ve Eleştirel Gerçekçi tavırlı çalışmalar sürmekte. İbrahim Örs 'tüccar'ın maddeleşmesini, Ahmet Gezgin bireyin kendini tanımada çektiği zorluğu, Handan Börtüçene kafesten çıkamayan kadını.
Nur Koçak Foto-Gerçekçilik'in ayrıntı zenginliği ve katı gerçekçiliğinden uzaklaşarak Posta Sanatı ile bütünleştirdiği yapıtında düşle gerçek arasındaki çelişkiyi irdeliyor. Piyasanın bize sattığı çiçekli aşk rüyalarımız (bir seri kartpostal) gerçekte (fotoğraf çıkışlı yorumlaman desenlerde) sırada yerini almış, duyguları bastırılmış ürkek insancıkların rüyaları. Biçimde sıralama, çeşitleme, üslupta mekaniklik kişilerin kabızlığını, bastırıimışlığmı anlatmada yardımcı oluyor.
(…)
Milliyet Sanat, 1981
Özellikle öne yönlenme Aydın Ayan'm 'Bir Memleketin Simgesi Portresi'nde tuvali boydan boya kesen mezar taşlarında, Ercan Süelden'in 'Oyun Başlıyor' adlı yağlıboyasmdaki gözünü seyirciye diken Şahmaran'da, Ahmet Gezgin'in fotoğraf serisinde baskın plastik öğe olarak ortaya çıkıyor.
Bu sergide de geçmişte olduğu gibi Toplumsal Gerçekçi ve Eleştirel Gerçekçi tavırlı çalışmalar sürmekte. İbrahim Örs 'tüccar'ın maddeleşmesini, Ahmet Gezgin bireyin kendini tanımada çektiği zorluğu, Handan Börtüçene kafesten çıkamayan kadını.
Nur Koçak Foto-Gerçekçilik'in ayrıntı zenginliği ve katı gerçekçiliğinden uzaklaşarak Posta Sanatı ile bütünleştirdiği yapıtında düşle gerçek arasındaki çelişkiyi irdeliyor. Piyasanın bize sattığı çiçekli aşk rüyalarımız (bir seri kartpostal) gerçekte (fotoğraf çıkışlı yorumlaman desenlerde) sırada yerini almış, duyguları bastırılmış ürkek insancıkların rüyaları. Biçimde sıralama, çeşitleme, üslupta mekaniklik kişilerin kabızlığını, bastırıimışlığmı anlatmada yardımcı oluyor.
Füsun Onur'un gümüş madalya alan 'Resimde Üçüncü Boyut - İçeri Gel' adlı üç boyutlu yapıtı başka bir düşe çekiyor seyirciyi. Yaldızlarla kaplı gök mavisinin oluşurduğu iç mekâna davet ediyor sanatçı, sonra bize bembeyaz çarşafıyla kaplı küçücük bir karyola gösteriyor seyre dalalım diye o dünyayı. Düş/gerçek çelişkisini burularak hissediyoruz birden, hem de gülümseyerek. Sergide başka yaklaşımlar da var. Halk kültürü kökenli Ahmet özel ve Gülsüm Karamustafa'nın araştırmaları ilgiyle izlenmeli. Çevre Sanatı ve Gerçekleştirmeler yapan kavramsal çıkışlı sanatçıların çabaları sürüyor. Toplumumuzda etkin olabilecek bu sanat türünün kültür özelliklerimizle daha yoğun ilişkiler kurması beklenebilir.
Kuşkusuz çağdaş Türk sanatı içinde etkin olan sanatçıların tümünü kapsamıyor bu sergi. Türk kültürünün bütününde olduğu gibi plastik sanatlarımızda da tam bir sentezin henüz kesinlik kazanmadığını unutmayalım. Ancak bu sentez hızlı bir oluşum sürecine girmiştir. Bu nedenle Batı'daki benzer sergilerden farkh olarak 'yepyeni' olma iddiası taşıyan sanatçılar dışında çağdaş sanatımızda iz bırakacak yeterlilikte olduğuna inanan ama henüz bu yeri kazanmanın savaşımı içinde olan tüm sanatçıların bu sergiye katılmaları gerekir.(…)
Milliyet Sanat, 1981
“Yeni Eğilimler” Sergisi Işığında Çağdaş Türk Sanatı ve Eleştiri (1981)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder