Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Adnan Turani



Kaya Özsezgin-Ocak 1994
Resmin, kendi içinde çizdiği oluşum grafiği, tabloyu belirleyecek öğelerin, parça - bütün ilişkilerinden kaynaklanan çok yönlü bir süreci kapsar. Öyle ki, çoğu zaman bu sürecin nerede başladığını ve nasıl bir sonuca doğru yöneldiğini kestirmek zordur. Ama resim, kendi dinamizmi aracılığıyla, bize bu oluşumun dayandığı estetik değerlerin neler olduğunu sezinletir. Biz, oluşumun yönünü saptamakta zorluk çeksek bile, oluşumu yönlendiren “prosedür”lerin izlemekte olduğu yolun niteliğini kavrayabiliriz.

Adnan Turani’nin resmini, bu prosedürlerin bir toplamı, bir bileşke değeri olarak tanımlamak mümkün. Bileşke değer sözü, bize farklı etkenlerin varlığını düşündürür. Gerçekte de öyledir. Bir resmin oluşumunda, kuşkusuz değişik etkenlerin payı ve katkısı var. Etkenler, bir başka resimden gelebileceği gibi kişisel deneyimlerin ışığında biçimlenmiş izlenimlerin bir sonucu da olabilir. Sanatçı, tuvali başına oturduğunda, kafasını o zamana kadar meşgul etmiş olan görsel bir sorunun çözümüne ilişkin kapı açarak, resim yüzeyine ilk lekeyi yerleştirir. Sonra bu lekeyi, başka resimsel katkılar izler. Resim sonuçlandığında, sanatçının işe başlarken öngördüğü ya da tasarımladığı projenin çok dışında yeni bir oluşumun ilk ışıkları ortaya çıkmış demektir. Bu ışığı başka ışıkların izlemesi için, resimsel oluşumun süreçsel bir etkinliğe dönüştürülmesi gerekir. Bir resim ötekini izledikçe, bu süreçsel etkinliğin yumakları açılır, sorun, kapsamlı bir analiz halinde çözüme doğru yönlendirilir. Ama kesin ve sonuçlu bir çözüm, gene de söz konusu değildir. Burada “nihai” bir çözümden çok, sanatçıyı bu çözümün derinliğine çekecek olan keyifli bir serüvenden söz edilebilir.



Adnan Turani’nin sanatı, böyle bir serüvenin içinden gelmiş ve bu serüvenin yaratabileceği bütün sürprizlere açık tutmuştur kendini. Sürprizlere açık olmak, her şeyin gelişigüzellik içinde akıp durduğu bir oluşuma kendini kaptırmak anlamına gelmez. Nitekim Turani de, Almanya’da uzmanlık öğrenimini tamamlayıp yurda döndüğü 1960’lı yılların başından bu yana geçen otuz yıllık birikim ve araştırma döneminde, doğa biçimlerinin resimsel bulgulara olanak verebildiği oranda geçerli olabileceği bir zemin üzerinde, çalışma yönteminin sınırlarını belirlemiş olarak, resmine belli bir yörünge çizdi. Sonra da bu yörüngenin ön gördüğü değer kıstaslarından ö dün vermeksizin, özgür ve gelişmeye açık bir yöntemi, kendisine rehber edindi.



Benimsenen bu değer kıstasları, katı ve değişmez kurallara bağlı değildi. Resim sanatını, plastik bir “form” oluşturma çabasının o dağına çeken bütün ısrarlı çalışmalar, bu kıstasları da belirlemekteydi. Bozup değiştirmek, yeni uyum olanakları denemek, rengin ifade özelliklerini daha ileri düzeylere taşımak, “form”un iletim kapasitesini yetkinleştirmek, Adnan Turani’nin sanatında “olmazsa olmaz” ilkesinin belirleyici unsurları olarak, günlük çalışma takvimindeki yerlerini hep koruya geldiler. “Form”un ait olduğu sanatsal disiplin içindeki yerinden çok, iletmekle yükümlü olduğu sanatsal mesajın kalitesi ön plana çıktı. O nedenle de, biçim ve içerik yönünden ortak bir çalışmanın ürünü olan bir dizi, daha doğrusu resim dizileri, araştırmaya kaynaklık eden temel görüşün çeşitlenme olanaklarını ortaya serecek bir yoğunluğa yol açtı. Bir resim, kendisinden önceki bir başka resimden türüyor, ama onun zorunlu bir uzantısı olmuyordu. Arada ki bağlantılar, ilişkinin organik düşünce birikimlerine dayalı olduğunu gösteriyordu, ama her resim, aynı zamanda yeni bir başlangıcın varlığını aydınlatıcı ipuçlarını da kendi yapısı içinde geliştirebiliyordu. Bir süreklilikti bu.
Adnan Turani, bir kitabının ön sözünde de belirtmiş olduğu gibi, lokal değerlerle sınırlı kalmaması gereken sanatı, kendi kişisel deneyimlerinin ışığı altında, varabileceği en uzak noktalara götürmekle, sanatın değişmeyen bir kuralına göndermede bulunur: Bu kural, değişimin gösterdiği yolda, değişmezliğin gizlerini yakalamaktır. Bir başka değişle, farklı ya da ayrık olanın, bütünsellikle kan bağını bulup ortaya çıkarmaktır. Adnan Turani, bir döneminde kaligrafinin çizgisel armonisiden, boya resmin nefes alıp veren ve yaşayan organizmasına yönelmiş, bir başka döneminde (rakkaseler dizisi) figürün uyumlu hareketlerinden görsel bir şema oluşturmuş ya da portrenin klasik örgüsünden yeni bir çehre tipolojisi üretmiştir. Bütün bunlar dönemsel etkinlikler olarak, kendi sınırları içinde, özgün birer grup karakteri gösterirler, Aynı zamanda da, onları çalışma gündemine getiren görüşe de her defasında göndermede bulunurlar. Konu ya da tema, resimsel olgunun kıvama gelmesinde, boyasal bir nitelik kazanarak pentür düzeyine yükselmesinde itici birer nedendir. Sanatçıyı bu etkinliğe iten neden, bütün bu konuların kapsamıyla ilgili olabilir, ama sonuç, resimsel olgunun kendisidir. Kendisiyle yapılan bir görüşmede de değinmişti: Adnan Turani’nin, resimlerinde konu edindiği şey, doğa biçimi değil, doğa etkisinin ona heyecan veren “biçim”idir. Dolayısıyla ayrım, kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor: Doğa biçimi ile, doğa etkisinin sanatçı üzerinde yaratmış olduğu biçim, kuşkusuz aynı şey değildir. Birin de doğanın yansıması, ötekinde ise yorumu egemendir. Resimle sanatçı arasındaki “diyalog” sürdükçe, bu diyaloğun ürünü olan yorum da çeşitlenir, başkalaşır. Adnan Turani’nin resimde aradığı, işte bu başkalaşımdır.



1960’lardaki gelişmeler açısından bakıldığında, Turani’nin temsil ettiği sanatçı işlevini hangi açılardan değerlendirebiliriz? Adnan Turani, Almanya’da soyutçu eğilimlerin kişilik bazında önem taşıdığı atölyelerde deneyim kazanmış bir sanatçı olarak Türkiye’ye geldiğinde, bu tür eğilimlerin ortalama yirmi yıllık bir geçmişi vardı Türkiye’de. Ancak soyutçu resim mantığı, bu kısa deneyimin getirmiş olduğu sınırlı birikim temeli üzerinde biçimlenmiş olmaktan uzaktı. Adnan Turani’nin bu doğrultudaki ilk çalışmaları, sorunun temelden kavranmasına olanak verecek birtakım lekesel ve biçimsel çözümler düzeyinde oldu. Soyut biçim elemanlarının re- kil formlar çerçevesinde ele alındığı ve kapsamlı bir desen sergisiyle sunulduğu bu çalışmalar, kısa bir süre sonra analitik aşamadan sentetik bir aşamaya yöneldi. Soyut biçim elemanları, geniş bir kompozisyon çerçevesinde, kapsamlı bir çalışmaya yön verecek işlevlerle geliştirildi. Biçimlerin, bütünsel bir olguya zemin yaratacak görsellik ilişkileri, giderek oluşmaya başladı.

İşte 1980’li yıllarda tipik örneklerini vermeye başlayacak olan resim serüveninin arkasında, bu oluşumun kesin katkısını bulmak zor değil. Oluşum, ortadaki ana biçimi çevreleyen iç çerçevenin belirgin bir görüntü kazanmasıyla, kimliksel bir kompozisyona dönüştü. Bu kompozisyon, kendini oluşturan görsel biçim elemanlarının, saptayıcı bir görüş doğrultusunda ana biçimi destekleyici görevine yeni bir hız kazandırdı.

Turani’nin yeni çalışmalarında, doğa elemanlarıyla soyut elemanlar arasındaki dönüşüm mantığının, resimsel bir kurguya yol açacak yöntem (prosedür) açısından irdelendiği gözlemlenebiliyor. Resim yüzeyi üzerinde tasarımlanan ve çalışma sürecine bağımlı olarak biçimlenen bir “doğa” görüntüsü yer alır bu çalışmalarda. Eski resimlerinde olduğu gibi, bu resimlerde de renk, kompozisyonun temel bileşenidir. Palet üzerinde, değişik karışımlardan oluşan renkler (sert kırmızılar, çiğ sarılar, olgun neftiler) kimi zaman tüpten sıkıldığı gibi çarpıcı tonlar halinde de tuale aktarılabiliyor. Bunlar, Adnan Turani’nin resmine vurgu (dissonance) katan ve görsel izlenimi güçlendiren öğeler olarak, ön safta yer alırlar.

Adnan Turani, resim çalışmaları ve sanat yayınlarıyla, bugüne kadar genel tartışma ortamının görüntüsünü değerlendirmeye yatkın bir tutum izleyerek inançlarını, görüş ve beğenilerini, nesnellik planında sergilemekle yetindi. Resim sanatımızda orta kuşağın üstlenmiş olduğu işlevin önemli üyeleri arasında yer almış olduğunu, bugüne kadar ulaşan çalışmalarıyla kanıtlamış olmakla beraber, aktif tartışmaların uzağında kalmaya, ama inandığı doğruları savunmaya devam etti. Bir sanat kuramcısı ve yorumlayıcısı olma düzeyinden de hiçbir zaman ödün vermedi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder