Bilimsel çalışmalarda özerklik kategorisinin ele alınışına, şimdiye kadar, özerk sanat eseri kavramı içerisinde birlik oluşturdukları düşünülen alt-kategorilerin belirsizliği damgasını vurmuştur. Tek tek alt-kategoriler eşzamanlı gelişmediğinden, kimine göre saray sanatı bile özerk iken, kimine göre sadece burjuva sanatı bu vasfı taşıyabilir. Çeşitli yorumlar arasındaki çelişkilerin, ele alman konunun doğasından kaynaklandığını göstermek için, tarihsel bir tipoloji tasarlayalım. Bu tipoloji, kasıtlı olarak üç öğeye indirgenmiştir: Amaç ya da işlev, üretim, alımlanma. Çünkü burada asıl mesele, tek tek kategorilerin farklı zaman dilimlerinde geliştiğini gözler önüne sermektir.
A. Dinsel sanat (örneğin, geç Ortaçağ sanatı) kült nesnesi işlevi görür. Toplumsal kurum olarak dinle tamamen iç içedir. Kolektif olarak üretilir ve üretim tarzı zanaattır. Alımlanma tarzı da kolektif olarak kurumsallaşmıştır.30
B. Saray sanatı (örneğin, XIV Louis'nin sarayındaki sanat) da yine kesin olarak belirlenmiş bir işleve sahiptir; temsil edicidir, hükümdarın şanına tanıklık eder ve saray toplumunun kendi portrelerini sunar. Dinsel sanat nasıl inananların hayat pratiğinin parçasıysa, saray sanatı da saray toplumunun hayat pratiğinin parçasıdır. Yine de dinle bağlarını koparmak, sanatın özgürleşmesinin ilk adımıdır. (Özgürleşme burada betim-leyici bir kavram olarak kullanılmıştır, sanatın ayrı bir toplumsal alt-sistem haline gelme sürecini ifade eder). Dinsel sanatla arasındaki fark, üretim alanında özellikle belirginleşir: Sanatçı birey olarak üretir ve faaliyetinin biricikliğine ilişkin bir bilinç geliştirir. Alımlanma hâlâ kolektiftir, ama kolektif edimin içeriği artık dinsel değil, sosyalleştiricidir.
C. Burjuvazinin soylu değerleri devralması ölçüsünde, burjuva sanatı temsil edici işleve sahip olur. Hakiki burjuva sanatı, burjuva sınıfının kendine dair kavrayışının nesne-leşmesidir. Sanatta dile getirilen kendine dair kavrayışın üretimi ve alımlanması, artık hayat pratiğiyle ilişkili değildir. Habermas bunu kalıntı ihtiyaçların, yani burjuva toplumunun hayat pratiğinde bastırılmış ihtiyaçların karşılanması olarak tanımlar. Artık sadece üretim değil, alımlama da bireysel bir edimdir. Burjuva hayat pratiğinden uzaklaşmış olan, yine de bu hayatı yorumlama iddiasında olan yaratımları içselleştirme tarzı, eser karşısında yalnız başına tefekküre dalmadır. Burjuva sanatının özdüşünüm evresine ulaştığı estetizmde, nihayet hayatı yorumlama yönündeki bu iddia da ortadan kalkar. Burjuva toplumunda her zaman sanatın işlev tarzına damgasını vurmuş olan "hayat pratiğinden uzaklık", artık bu sanatın içeriği olur.
Anahatlarıyla çizdiğimiz bu tipoloji, aşağıdaki şemayla gösterilebilir. (Kalın dikey çizgiler, gelişimde belirleyici bir değişimi, kesik çizgiler daha az belirleyici bir değişimi göstermektedir.)
Şemaya bakıldığında, tek tek kategorilerin gelişiminin aynı zamana denk gelmediği açıkça görülüyor. Burjuva toplumunda sanatı tanımlayan bireysel üretim tarzının kökenleri, saray sanatındaki himaye ilişkisine dayanır. Ama saray sanatı henüz hayat pratiğiyle iç içedir - gerçi temsil işlevi, kült işlevine kıyasla, sanatın dolaysız bir toplumsal amaca hizmet etmesi talebinden kurtulma yolunda bir adımdır. Saray sanatının alımlanışı da kolektif olmayı sürdürür - her ne kadar kolektif edimin içeriği değişmiş olsa da. Alımlamadaki belirleyici değişim, ancak burjuva sanatıyla birlikte gerçekleşmiştir: Bu sanat, artık yalnız birey tarafından alım-lanır. Roman, yeni alımlama tarzının kendine denk düşen formu bulduğu edebiyat türüdür.31 Kullanım ya da işlev alanındaki belirleyici değişim de burjuva sanatıyla birlikte gerçekleşir. Dinsel sanat ve saray sanatı, her biri farklı şekillerde olmakla birlikte alımlayıcıların hayat pratiğiyle iç içedir. Sanat eserleri, birer kült veya temsil nesnesi olarak özgül bir kullanım amacına hizmet eder. Burjuva sanatında bu durum, aynı ölçüde geçerli değildir. Burjuva sanatında, burjuvanın kendine dair kavrayışı, hayat pratiğinin dışında kalan bir alanda tasvir edilir. Hayat pratiğinde kısmî bir işleve (araçsal etkinliğe) indirgenmiş olan burjuva, sanatta "insan" olarak yerini bulur. Birey sanatta çeşit çeşit yeteneğini geliştirebilir - bu alanın hayat pratiğinden kesinkes ayrı kalması şartıyla. Bu açıdan bakıldığında, sanatın hayat pratiğinden ayrı olması, burjuva sanatının özerkliğinin belirleyici özelliği haline gelir (yukarıdaki şemada bu nokta yeterince net görülemiyor). Yanlış anlamalardan kaçınmak için şunu bir kez daha vurgulamak gerekiyor: Bu anlamda özerklik burjuva toplumunda sanatın statüsünü tanımlar, ama burada eserlerin içeriğiyle ilgili bir iddia söz konusu değildir. Sanat kurumunun 18. yüzyıl sonlarına doğru oluşumunu tamamladığını düşünebiliriz, ama eserlerin içeriğinin gelişimi tarihsel bir dinamiğe tâbidir - sanatın, kendi içeriği haline geldiği estetizmde son noktasına varan bir gelişimdir bu.
Avrupa avangard hareketleri, burjuva toplumunda sanatın statüsüne yönelik bir saldırı olarak tanımlanabilir. Bu hareketler, önceki bir sanat formunu (bir stili) değil, insanların hayat pratiğiyle ilgisi kalmamış sanat kurumunu olumsuzlar. Avangardistlerin, sanatın tekrar pratik hale gelmesi yönündeki talebi, sanat eserlerinin içeriğinin toplumsal bir anlam taşımasını istedikleri anlamına gelmez. Bu talep, sanatın toplumdaki işlev şekline yöneliktir - eserin yaratacağı etki, o eserin tekil içeriği kadar, işlev tarzına da bağlıdır.
Avangardistlere göre, burjuva toplumunda sanatın baskın özelliği, hayat pratiğinden uzaklığıdır. Bu uzaklığı mümkün kılan etkenlerden biri, estetizmin, bir kurum olarak sanatı tanımlayan unsuru eserlerin aslî içeriği haline getirmiş olmasıydı. Kurum ile eser içeriklerinin örtüşmesi, avangardistlerin sanatı sorgulama imkânının mantıksal önkoşuluydu. Avangardistler, sanatın Hegelci anlamda ortadan kaldırılmasını önerdiler: Sanatın yok edilmesi değil, hayat pratiğine dönüştürülmesi, böylece -dönüşmüş bir biçimde olmakla birlikte- muhafaza edilmesi. Avangardistler, bu bakımdan estetizmin önemli bir unsurunu devralmıştır. Este-tizm havat pratiğinden uzaklığı eserlerin içeriği haline getirmişti Estetizmin ilişki içinde olduğu ve olumsuzladığı hayat pratiği, burjuva gündelik hayatına damgasını vuran araçsal rasyonahteydi. İmdi, avangardistlerin sanatı bütünleştirmek istedikleri hayat pratiği de, bu değildir. Tersine, dünyayı ve araçsal rasyonaliteyi reddeden estetistlerin butavrını paylaşmaktadırlar. Avangardistlerin farkı, temelini sanatta bulan yeni bir hayat pratiği örgütleme çabalarıdır. Bu bakımdan da estetizmin, avangardist amacın zorunlu önkoşulu olduğu görülür. Ancak eserlerinin içerikleri mevcut toplumun (kötü) hayat pratiğinden tamamen ayrı olabilen bir sanat, yeni bir hayat pratiğinin örgütlenmesine götürecek başlangıç noktası olabilir.
Kitabın giriş kısmında Herbert Marcuse'nin, burjuva toplumunda sanatın çifte karakterine ilişkin kuramsal formü-lasyonunu anahatlarıyla ortaya koymuştuk; bu formülas-yon, avangardist amacın açıkça kavranmasına yardımcı olur. Hayatın her alanına nüfuz eden rekabet prensibi yüzünden gündelik hayatta giderilemeyen ihtiyaçlar sanatta karşılanabilir, çünkü sanat hayat pratiğinden uzaktır. İnsaniyet, sevinç, doğruluk, dayanışma gibi değerler hayatın dışına itilir ve sanat içerisinde muhafaza edilir. Burjuva toplumunda sanatın çelişkili bir rolü vardır: Daha iyi bir düzen imgesi yansıtır, bu bakımdan mevcut kötü düzene isyan eder. Ama daha iyi bir düzen imgesini, sadece bir yanılsama [Schein] olarak kurmacada gerçekleştirerek, mevcut toplumun değişime yönelik güçlerinin baskısını hafifletir. Bu güçler, düşünsel bir alanla sınırlanır. Sanat bunu gerçekleştirdiği ölçüde, Marcuse'nin sözcüğe verdiği anlamda "olum-layıcı"dır. Burjuva toplumunda sanatın çifte karakteri -toplumsal üretim ve yeniden üretim sürecine olan uzaklık hem bir özgürlük unsuru barındırır, hem de herhangi bir amaca hizmet etmeyi engeller- sanatın etkiden yoksun olması anlamına geldiğinden, avangardistlerin sanatı hayat sürecine yeniden dahil etme girişiminin çok çelişkili bir çaba olduğu açıktır. Çünkü sanatın hayat pratiği karşısındaki (göreli) özgürlüğü, gerçekliğe dair eleştirel bir kavrayış açısından şarttır. Hayat pratiğinden ayrı durmayan, tümüyle hayatın içinde eriyen bir sanat, hayat pratiğine olan uzaklığıyla bir-likte onu eleştirme yeteneğini de yitirecektir. Tarihsel avan-gard hareketleri döneminde, sanat ile hayat arasındaki uzaklığı ortadan kaldırma girişimi, tarihsel ilerlemecilik tutkusunu [pathos] hâlâ barındırıyordu. Ancak aradan geçen süre zarfında, kültür endüstrisi yüzünden, sanat ile hayat arasındaki uzaklık sahte bir şekilde kapandı - bu durum, avangardist girişimin çelişkisini de gözler önüne sermektedir.32
lleriki sayfalarda, sanat kurumunu ortadan kaldırma amacının, özerk sanatı nitelendirirken kullandığımız üç alana nasıl yansıdığı özetlenecek: Amaç ya da işlev, üretim, alımlama. Avangardist eser yerine burada avangardist gösteriden [manifestation] söz edilecektir. Dadaist bir gösteri eser niteliğine sahip değildir, yine de sanatsal avangardın sahih bir tezahürüdür. Bu, avangardistlerin hiç eser üretmedikleri, eserin yerine geçici olayları koyduğu anlamına gelmez. Avangardistler, göreceğimiz gibi, sanat eseri kategorisini ortadan kaldırmamış, ama ciddi anlamda değiştirmişlerdir.
Saydığımız üç alan içerisinde, avangardist gösterinin amacı ya da işlevi, tanımlanması en zor olanıdır. Estetist sanat eserinde, burjuva toplumunda sanatın statüsü için karakteristik olan "hayat pratiğinden uzaklık", eserin aslî içeriği haline gelmiştir. Sanat eseri, ancak bu olgunun sonucunda kelimenin tam anlamıyla kendi amacı halini alır. Estetizmde sanatın toplumsal etkisizliği gözler önüne serilir. Avangardist sanatçılar, bu işlevsizliğe, mevcut toplum içerisinde etki yaratacak bir sanatla değil, sanatın hayat pratiği içerisinde ortadan kaldırılması prensibiyle karşılık verirler. Ancak, böylesi bir anlayış, sanatın amacının tanımlanmasına izin vermez. Hayat pratiğine yeniden dahil edilmiş bir sanatta, herhangi bir toplumsal amacın yokluğu bile teşhis edilemez - oysa estetizmde bu yoksunluk mevcuttur. Sanat ile hayat pratiği bütünleştiğinde, praxis estetiğe, sanat da praxis'e dönüştüğünde, sanatın amacını ortaya çıkarmak imkânsız hale gelir; çünkü amaç mefhumu iki ayrı alanın varlığını (bir yanda sanat diğer yanda hayat pratiği) gerekli kılmaktadır ve bu ayrım artık ortadan kalkmıştır.
Özerk sanat eserinin üretiminin bireysel olarak gerçekleştirildiğini gördük. Sanatçı birey olarak üretir - bireysellik bir şeyin dışavurumu olarak değil, radikal farklılığın ifadesi olarak kavranmıştır. Deha kavramı bunun bir örneğidir. Sanat eserinin yapılabilirliğine ilişkin olarak estetizmde ulaşılan bilinç, bununla olsa olsa çelişir. Örneğin Valéry, sanatsal dehayı gizeminden arındırmak üzere, dehayı bir yanda ruhsal güdülere, öte yanda sanatsal araçlar üzerinde tasarrufa indirger. Böylelikle sözde-romantik ilham öğretileri, sanatçıların kendini kandırması şeklinde kavranırken, bireyi yaratıcı özne olarak gören sanat anlayışından vazgeçilmez. Hatta, Valery'nin, yaratım sürecini tetikleyip ilerleten gurur (orgueil) hakkındaki teoremi, burjuva toplumunda sanat açısından merkezî olan bir anlayışı -sanatsal üretimin bireysel doğaya sahip olduğu anlayışını- yeniler.33 Avan-gardların buna yönelik tepkisi, en uç tezahürlerinde, sanatsal üretim öznesini kolektif hale getirmek değil, bireysel yaratım kategorisini radikal şekilde olumsuzlamak olmuştur.
Duchamp 1913'te seri üretim nesnelerini (bir pisuar, bir şişe süzgüsü) imzalayıp sanat sergilerine gönderdiğinde, bireysel üretim kategorisini olumsuzlamıştır (bkz. resim). Eserin bireyselliğini, varlığını o tekil sanatçıya borçlu olduğunu belgeleme amacı taşıyan imza, her türlü bireysel yaratıcılık iddialarını alaya almak üzere, rastgele seçilen bir seri üretim nesnesi üzerine atılır. Duchamp'ın provokasyonu, imzanın eserin niteliğinden daha önemli sayıldığı sanat piyasasının maskesini düşürmekle kalmaz, burjuva toplumunda sanatın, bireyi sanat eserinin üreticisi kabul eden ilkesini de radikal bir şekilde sorgular.
Duchamp'ın hazır nesneleri [ready-made] birer sanat eseri değil, birer gösteridir. Duchamp'ın imzaladığı tekil nesneyi, form-içerik bütünlüğüne bakarak değil, seri üretim nesnesi ile imza ve sanat sergisi arasındaki karşıtlığa bakarak anlamlandırırız. Bu tür bir provokasyonun çok sık tekrarlanamayacağı açıktır. Provokasyon, hedef aldığı şeye bağımlıdır: Burada, bireyin sanatsal yaratımın öznesi olduğu fikrine karşı çıkılmaktadır. İmzalanmış şişe süzgüsü, müzede sergilenmeye değer bir nesne olarak kabul edildikten sonra, provokasyon provoke edici olmaktan çıkar, tersine dönüşür. Günümüzde bir sanatçı bir soba borusunu imzalayıp sergilese, sanat piyasasını eleştirmiş değil, ona uymuş olur. Böylelikle bireysel yaratıcılık fikrini yıkmaz, onu onaylar. Bunun nedeni, sanatın olumsuzlanmasına yönelik avangardist amacı yerine getirememesidir. Bugün, tarihsel avangardın sanat kurumu karşısındaki isyanı sanat diye kabul edildiğinden, neo-avangardın isyankâr edimi sahih olmaktan çıkar. Bir isyan olarak yeniden gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığı ortaya çıktıktan sonra, bu edim isyan olma iddiasını sürdüremez. Neo-avangardist eserlerin hiç de ender sayılmayacak ölçüde uyandırdığı sanat-zanaat [arts-and-crafts] izlenimi de bu şekilde açıklanabilir.34
Avangard yalnızca bireysel üretim kategorisini değil, bireysel alımlama kategorisini de olumsuzlar. Bir dada gösterisi karşısında, provokasyonla galeyana gelen izleyicilerin yuhalamadan tartaklamaya kadar uzanan tepkileri, kuşkusuz kolektiftir. Bunlar, daha önceki bir provokasyon karşısında gösterilen tepkilerdir. İzleyiciler ne kadar etkin olursa olsun, üretici ile alımlayıcı belirgin bir şekilde ayrıdır. Hayat pratiğinden ayrı bir kurum olarak sanatı ortadan kaldırma yolundaki avangardist amaç çerçevesinde, üretici ile alımlayıcı arasındaki karşıtlığın yok edilmesi mantıklıdır. Gerek Tzara'nın dadaist bir şiir oluşturma yönündeki talimatnamesinin, gerek Breton'un otomatik metinler yazma kılavuzunun birer reçete niteliği taşıması tesadüf değildir.35 Bu, sanatçının bireysel yaratıcılığına karşı polemik bir saldırıyı temsil etmekle kalmaz; alımlayıcı açısından olası bir faaliyete işaret eden talimatların, gerçekten de bir reçete olarak anlaşılması gerekmektedir. Otomatik metinler de bu anlamda, birer bireysel üretim kılavuzu olarak okunmalıdır. Ama bu üretim sanatsal üretim olarak değil, özgürleştirici bir hayat pratiğinin parçası olarak kavranmalıdır. Breton'un "şiiri uygulama" ("pratiquer la poésie") talebi bu anlama gelir. Bu taleple işaret edilen örtüşmenin, üretici ile alımlayıcı örtüşmesinin ötesinde, bu kavramların anlamını kaybetmesi söz konusudur: Artık üreticiler ile alımlayıcılar yoktur, yalnızca hayatı olabilecek en iyi şekilde yaşamak için şiiri kullanan birey vardır. Burada bir tehlike de söz konusudur: Sürrealizmin, en azından kısmen içine düştüğü tekbencilik tehlikesi, tekil öznenin sorunlarıyla sınırlanma tehlikesi. Breton'un kendisi bu tehlikeyi görmüş, çeşitli çıkış yolları tasarlamıştır. Bunlardan biri, erotik ilişkinin kendiliğindenliğinin yüceltilmesidir. Belki katı grup disiplini de, sürrealizmde yatan tekbencilik tehlikesini bertaraf etme çabasıdır.36
Özetlemek gerekirse, tarihsel avangard hareketleri özerk sanatın aslî belirlenimlerini olumsuzlamıştır: Sanatın hayat pratiğinden ayrılması, bireysel üretim, üretimden ayrı olarak bireysel alımlama. Avangard, özerk sanatın ortadan kaldırılması amacını taşır: Burada kastedilen, sanatın hayat pratiğine yeniden dahil edilmesidir. Burjuva toplumunda bu amaç gerçekleştirilememiş, muhtemelen de gerçekleştirilemeyecektir - tabii özerk sanatın sözümona olumsuzlanmasıyla yetinmiyorsak.37 Ucuz edebiyat ve meta estetiği, bu sahte olumsuzlamanın kanıtıdır. Öncelikli amacı, okura belli bir tüketici davranışı dayatmak olan bir edebiyat gerçekten de pratiktir, ama avangardistlerin amaçladığı anlamda değil. Edebiyat burada özgürleşme değil, tâbiyet aracıdır.38 Formu, alıcıyı hiç de ihtiyaç duymadığı bir şeyi satın almaya sevk eden bir etki unsuru olarak gören meta estetiği için de aynı şey geçerlidir. Burada da sanat pratiktir, ama esir edici bir sanattır söz konusu olan.39 Bu nokta şunu gösterir ki, avangard kuramı, ucuz edebiyat ile meta estetiğini sanat kurumunun sözümona olumsuzlanma formları olarak görmemize yardımcı olur. Geç kapitalist toplumda tarihsel avangard hareketlerinin amaçları gerçekleşmektedir, ama bunun sonucu yalnızca değer kaybıdır. Özerkliğin sözümona olumsuzlanması tecrübesinden hareketle, özerklik statüsünün olumsuzlanması gibi bir şeyin arzu edilir olup olmadığı sorgulanmalı, sanat ile hayat pratiği arasındaki uzaklığın, belki de mevcut olana alternatifler üretilmesini sağlayacak serbest alanın varlığı açısından şart olabileceği düşünülmelidir.
Notlar:
30 Bununla ilgili yeni bir kaynak olarak bkz. R. Warning, "Ritus, Mythos und ge-istliches Spiel", Tenor und Spiel. Probleme der Mythenrezeption, ed. M. Fuhr-mann (Münih: Poetik und Hermeneutik, 4, 1971) s. 211-239.
31 Hegel romandan "modern burjuva epiği" diye söz etmiştir: Ästhetik, ed. E Bassange. (Berlin/Weimar, 1965) cilt II, s. 452.
32 Sanatın hayat pratiğinde sahte bir şekilde ortadan kaldırılması problemi hakkında bkz. J. Habermas, Strukturwandel der Öffentlichkeit. Untersuchungen zu einer Kategorie der bürgerlichen Gesellschaft (Neuwied/Berlin, 1968) bölüm 18, s. 176 vd.
33 Bununla ilgili bkz. R Bürger, "Funktion und Bedeutung des orgueil bei Paul Valéry", Romimstisdiesfahrbuch 16 (1965) s. 149-168.
34 Güzel sanatlar alanında neo-avangardist eserlere örnekler için bkz. Sergi Katalogu, Sammlung Cremer. Europäische Avangard 1950-1970, ed. G. Adriani (Tübingen, 1973). Neo-avangard sorunu hakkında ayrıca karş. III. Bölüm, 1.
5 T. Tzara, "Pour faire un Poème dadaïste", Lampisteries précédées des sept manifestes dada (yayım yeri belirtilmemiş, 1963) s. 64. A. Breton, "Manifeste du surréalisme" (1924), Manifestes du surréalisme (Paris: Coll. Idées, 23, 1963) s. 42 vd.
36 Sürrealistlerin grup kavramı, amaçladıkları ve kısmen gerçekleştirdikleri kolektif tecrübe hakkında bkz. Elisabeth Lenk, Der springende Narziss. André Bretons poetischer Materialismus (Münih, 1971) s. 57 vd., s. 73 vd.
37 Ekim Devrimi'nden sonra değişen toplumsal koşullar temelinde Rus avangar-distlerinin sanatı hayat pratiğine dahil etme amacını hangi ölçüde gerçekleştirdiği araştırılmalıdır. Gerek B. Arvatov, gerek S. Tretjakov sanatı açık bir şekilde, burjuva toplumunda geliştiği biçimiyle sanat kavramını tersine çevirerek, sanatı toplumsal açıdan yararlı bir faaliyet olarak tanımlar: "Ham maddeyi toplumsal yararı olan belirli bir forma dönüştürmenin sevinci, en uygun formu bulma yönündeki arayış ve beceri - 'herkes için sanat' sloganı bu anlama gelmelidir": S. Tretjakov, "Die Kunst in der Revolution und die Revolution in der Kunst", Die Arbei! des Schriftstellers, ed. H. Boehncke (Reinbek bei Hamburg, 1972) s. 13. "Hayatın tüm alanlannda ortak olan tekniğe dayanan sanatçı, amaca uygunluk fikrine bağlı kalır. Malzemenin işlenmesinde öznel beğenisine değil, nesnel üretimin gereklerine göre davranacaktır": B. Arvatov, "Die Kunst im System der proletarischen Kultur", Kunst und Produktion, s. 15. Avangard kuramından hareketle ve somut incelemelere dayanarak, bir kurum olarak sanatın burjuva toplumundaki yerine karşılık, sosyalist ülkelerde nasıl bir yere sahip olduğu (ve bunun sanatsal özneler açısından nasıl sonuçlar yarattığı) sorunu da incelenmelidir.
38 Bununla ilgili bkz. Christa Bürger, Textanalyse als Ideologiekritih. Zur Rezepti-on zeitgenössischer Unterhaltungsliteratur (Frankfurt: Krit. Literatunviss., I; FAT 2063,1973)
39 Bununla ilgili bkz. W. E Haug, Kritik der Warenasthetik (Frankfurt: Suhrkamp, 513, 1971).
Avangard Kuramı, Peter Brüger, Çeviren: Erol Özbek, İletişim Yayınları, 2003
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder