Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Bacon, Francis

Francis Bacon (1928-1992)
Acıdan ve yalnızlıktan gelen ressam: Francis Bacon, “olanaksız”ın resmini yapmaya çalışıyor.
Ferit Edgü- Paris
I. Sanatçı
Adı: Francis Bacon.
Bugüne değin ressamdan, yontucudan çok, büyük yazarlar vermiş bir ülkeden geliyor: İrlanda’dan.
1909 doğumlu. Eşsevici. Astımlı. Esrarkeş. Alkolik. Kumarbaz.
1949’daki Hanover Galery’deki ilk büyük sergisinden bu yana, tuttuğu yolda ilerlemiş, o sergiyle parlayan yıldızı, solmadan bugüne değin gelmiş bir sanatçı.
II.Akrabalıklar
Her sanatçının, uzak, yakın bir akrabası, bir hısmı, bir yakını vardır, geçmişin ya da bugünün sanatçıları arasında 1971'de Paris’teki retrospektif sergisini gezerken, Bacon’un yakın akrabaları arasında, Goya, Munch, Giacometti ve 1905-45 döneminin Picasso’sunu saymıştım. Ama belki bu ressamlardan, yontuculardan çok, Jean Genet, Beckett ve Dostoyevski gibi yazarlardır onun hısım akrabaları.
III.Sergi
Şu sıralarda Paris’te Claude Bernard Galerisi’nin üç büyük salonunda, sanatçının son yıllarda yaptığı resimler sergileniyor. Gördüğü ilgi ve yarattığı tepkilerle, Paris’in değil tüm Avrupa’nın son zamanlardaki en önemli sergisi. Sergide yer alan resimlerin tümü insan resimleri. Kişiler portreler ve Bacon’un kendi portreleri. Sergideki resimlerin hemen tümü satılmış. Fiyatları ise, Batı resminin yaşayan büyük ustalarının, Chagall’ların, Miro’ların, Dubuffet’lerin fiyatlarına yaklaşık. Bu “sanat olayı”na yalnız plastik sanat dergileri ya da ciddi yayın organları değil, haftalık haber dergileri, hatta kadın/moda magazinleri yer veriyorlar.
Nerden geliyor bu ilgi?
IV.Resimler
Bacon’un resimleri, sanatçının kişiliği ve akrabalıkları bölümlerindeki notlarından da anlaşılacağı gibi, iç açıcı resimler değil. Moda resimler değil. Tek sözcükle, “güzel resimler” değil.


Güzel resim, ister “klasik” olsun, ister “modern”, bazı ortak nitelikleri içerir: Çiçek resmidir ya da bir çıplak. Bir görünümdür ya da güzel bir insan yüzü. Bir ölü doğadır ya da kanat çırpan bir barış güvercini.

Tabii, tüm çiçek resimleri tüm çıplaklar, tüm görünümler, tüm ölü doğalar ve tüm barış güvercinleri “güzel resim” değillerdir. Aralarında, büyük ya da küçük ustaların elinden çıkan, güzelliği aşıp gerçeğe (resmin gerçeğine) yaklaşan, seyircinin gözünü okşamak yerine, ona resim yoluyla resim sanatının olanağı içinde, çoğu zaman o  zorlayarak, bir sanat olgusu karşısında bırakan resimler de olabilir
Ama Bacon’un sergisindeki resimler gibi bir göz boyama, bir hoşa gitme bir duvar - süsleme amacını gütmüyorlar. Bunu söylerken, Bacon, gönüllüce çirkin resim yapıyor demiyorum. Bacon resim yapıyor. Ve yaptığı resme, tedirgin olmadan, değil evinizin duvarında, galeride bile sürekli bakmanız kolay değil.

V.Tedirginlik
Nerden geliyor bu tedirginlik?
Verilecek ilk karşılık, sanırım en geçerli karşılık olacaktır: Sanatçının yaşamından.
Yüz yıl kadar önce, bir Uzak Doğulu ressamın (Tçe - tao) resim sanatı için söylediği,. “Fırça, nesneleri kaostan çıkarmaya yarar” sözü sanki Bacon için söylenmiştir. Bacon’un fırçaları, nesneleri, yalnız nesneleri değil (çünkü onun resminde nesneler, tek başlarına değil, fakat kişilerle ilişkili olarak önemli bir yer tutuyor. Ama kişilerin içinden çıktığı kaosu gizlemeden. Bacon’un kişilerini bu tuvallerde kaosları içinde görüyoruz.
Bu ressamın fırçası, kişiyi yaratırken,. onun içinde olduğu kaosu (siz ister seniz trajiği, dramı, yalnızlığı deyin) silmiyor. Tam tersine.
Ama yoktan var etme diye bir şey varsa ve “Yok”un öbür adı Kaos, “Var”ın adı Tablo ise, Tçe-tao haklı.

VI. Resim ve özyaşam öyküsü
İşte iki kavram ya da iki gerçek ki yan yana gelmesi pek düşünülemez. Bir başka ressamdan söz eden yazımda, portre çizen her ressamın, aynı zamanda kendi portresini de çizdiğini yazmıştım. Öz yaşam öyküsüne gelince, bu daha çok yazarların alanına giren bir türdür. Ama Bacon’un bu sergisini dolaşırken, öyküsüz, daha açık deyişle, ayrıntılara, sözcüklere, betimlemelere, anlatıma girmeden de bir yaşamın öyküsünü tablolarda “okuyabileceğimizi” gördüm.

Bacon’un resimlerinin büyük bir çoğunluğunun üçlemelerden (tyriptique) oluşması mı bana bu duyguyu veren? Genellikle dinsel konulu resimlerden oluşur üçlemeler ve hemen hemen tümü, bilinen bir öykünün betimlenmesidir.

Bacon’un üçlemelerin de ise, bir anlatım, bir betimleme yok. Bunları sözcüklere. çevirmek zorunda kalan bir kişinin (ressamın ya da modelin) “üç değişik ruh durumu” nun yansıtılması diyebilir miyim? Böylesi bir yoruma, sanatçıdan önce ben gülerdim “Ruh durumu” sözcükleri için değil. Çünkü bazı resimler ve büyük ressamlar için bu iki sözcüğü çekinmeden kullanabiliriz. (Örneğin, yalnızlıktan ve acıdan gelen bir başka ressamın, Van Gogh’un resimleri için)

Eğer, “ruh durumu’ deyimini yakıştıramıyorsam Bacon’un bu üçlemelerine, bu, yalnızca ruhla, giderek psikolojiyle değil, yalnızca durumla ve yalnızca plastik durumla ilgilendiği içindir. Aynı portreyi, bir üçlemede üç ayrı biçimde çizip boyuyorsa, bu, değişen insan yüzünü, bir tuvalin içine bir defada “oturtamadığı” içindir. Dolayısıyla de, karşımızdaki üçlemede gördüğümüz bir yüzün üç değişik görünümü, yalnız üç değişik görünümü değil, insan yüzünün sonsuz değişkenliğini dile getiriyor. Bacon imkansızın resmini yapıyor. Ya da yapmaya çalışıyor.

VII.Kaza
Picasso’nun bilinen sözü: Ben aramam, bulurum. Bacon’un 1971’deki retrospektif’ini görenlerden birçok kişi, sanırım (benim gibi) şöyle düşünmüşlerdir: Bu adam arayarak buluyor.
Son sergisini gördüğümde, bu düşünceye şunu ekledim: Bu adam bulduğuyla yetinmeyenlerden.
Çağımızın birçok sanatçısında gördüğümüz arayışlar, buluşlar, düşüş kalkışlar Bacon’da yok. O, yolculuğa çıkmadan önce kendisine bir yol çizenlerden. Bu yolun, kendisini nereye götüreceğini belki kesin olarak bilmiyordu. Belki bugün de bilmiyor. Ama varmak istediği yer (Bunu biliyor mu? Kuşkum var.) Uğruna, şu ya da bu başarısızlıktan dolayı yolunu değiştirenlerden değil o. Düştüğü yerden kalkıyor, yeniden yola koyuluyor. Değişik yolları deneyerek aramıyor kendini (varmak istediği yeri), çizdiği yolda derinleşerek gerçekleştirmek istiyor bunu.

Ama bu yolun tekdüzeliğinin yaratacağı sıkıntının, giderek tehlikenin de ‘bilincinde. Bunun için her şey daha önceden tasarlanmış bir alanda yaratmak istiyor. “Kaza”ya hak tanıyor. Daha da ileri gidiyor, resmini bir” kaza” olarak tanımlıyor.

Ne var ki, buradaki “kaza”yı soyut lekeci ressamların “rastlantısal’ıyla karıştırmamak gerekir. Bacon’da “kaza”, fırlatıp atılan renklerin oluşturduğu biçimler değildir. Bacon’un “kaza”sı, benzetmek caizse, bir tür trafik kazası gibidir.

Böylesi bir noktada, Bacon, kurala filan uymak istemiyor. O, kazadan yararlanmak istiyor. Resimlerini yaşar kılan özelliklerden biri de bu “kaza”lar olsa gerek. Bu kazalar, bir tuvalde, resmi bozan yuvarlak bir biçim, yere düşmüş bir gazete parçası, uyumsuz bir renk olarak beliriyor. Picasso’nun (gene o) “Resim ne istiyorsa onu yaptırır bana” anlamında bir sözü vardır. Burada sözünü ettiğim “kaza”nın içerdiği anlam bu.

VIII. Grafizm/Gerilim
Resim ve grafik. Plastik sanatların bu iki kavramını bugün, XIX. yüzyılda olduğu kadar kolay birbirinden ayırmanın olasılığı yok. Çağdaş ressamlar arasında adını anmadığımız, örneğin bir Steinberg bugün, Braque’ların, Chagall’lerin, Miro’ların, Giacometti’lerin galerisinde yapıtlarını sergiliyor. Müzelerde, bu sanatçıların yanında yer alıyor. Eskilere gitmeyelim, bir Van Gogh, Gaugin ya da Cézanne’ın resimlerinde grafik öğelerle karşılaşmayız. Oysa, XX. yüzyılın pekaz ressamında bu öğeler yoktur. Tüm gerçeküstücü resim, grafik öğelerle doludur. Dadacı resim, denebilir ki, yalnız grafik öğelerden oluşmuştur. Kuşkusuz, bu iki aşırı örnek, “kavram resmi” oldukları için bu böyledir. Ama Kandinsky’ yi ne yapacağız? Ya Klee’ yi? Geometrik ve görsel soyutçulardan, Herbin’den, Maleviç’ten, Vasarsiy’den hiç söz etmiyorum.

Uzun süre, bir resimdeki bu grafik öğeler, resmi doğanın bir yorumu olarak görenlerce küçük görülmüş ve resim sanatının dışına atılmıştır. Oysa bunu, günümüz resim sanatının bir özelliği olarak görmek gerek. Bacon da grafik öğelere resminde çokça başvuran ressamlardandır. Tuvalin bir yerinde bir bakıyorsunuz bir ok. Yalnız bir yeri, bir önemi mi işaretliyor? Hayır, başlı başına bir plastik biçim olarak yaşıyor. Ya da resimdeki figürü içine alan (ya da resimdeki figürün içinde olduğu), bir mekan, bir prizma, biçimsel olarak değerlendirdiğinizde, figürle tam bir karşıtlık içinde. Ama bu karşıtlık, resimle resme bakan arasında, daha direkt bir ilişki kurulmasına yardım ediyor. Resmin dengesini bozmadan. Resmin geriliminden hiçbir şey yitirmeden. Giderek, gerilimi sağlayıcı bir öğe olarak.

IX. Acı/Yalnızlık/ Umutsuzluk
Bacon’un dünyasının anahtar sözcükleri değil, gerçek sözcükler bunlar. O dünyayı açıklayabilecek, o dünyayı adlandırabilecek sözcükler.


Bacon’un akrabalarından, yakınlarından söz ederken, Leonardo’nun adını anmadım. Belki yanıldım. Ressam Leonardo ile değilse de yazar Leonardo ile Bacon arasında bazı yakınlıkların olması gerek. Bu büyük ustanın şu notu, bana öyle geliyor ki, Bacon’u yakından ilgilendirmiştir: “Figürleri ne, kişilerin kafasında yer alan düşüncelerin açıklayıcı görünümünü ver.”



Leonardo’nun bu kendi kendine verdiği salık, kanımca, Bacon’un resimlerinde yüzyıl arsonra gerçeğini buluyor. Bir farkla: Kişilerin kafasındaki düşüncelerin yerini; burada (Bacon’un resimlerinde) içinde bulundukları yer alıyor. Ya da, herkes böylesi yalnızlık, acı ve umutsuzluk içinde olmadığına göre, bazı kişilerin diyelim.

Ama Bacon, “bazı kişileri” bilmiyor. O kendi (ve kendisi gibilerin) yalnızlığını, acısını ve umutsuzluğunu çizip boyuyor. Bu açıdan onun resmini, yalnız resim olarak ele alamayız. Yalnız, güzel, çirkin, başarılı ya da başarısız resimler olarak değerlendiremeyiz.

Bu resimlerde, eşseviciliğin, alkolün, uyuşturucuların birleştirici ya da ayırıcı özelliğini, o çırpınan, o parçalanan, o bunalan, o kendinden başka tutunacak dal bulamayan, o çıplak ampulün altında yalnızlığını yaşayan, o geceleri yada sabahları lavabolara kusan, o kendini kapatılmış, ya da daha korkuncu, boşlukta duyan, o yüzünü (kişiliğini) keşfetmek için el yordamıyla uğraşan, o merdivenlerden güçsüz bacaklarıyla inen ve o, hep kan ağlayan insanı, sanatçının kendisini ya da benzerlerini görüyoruz.

Gene, izin verilirse, büyük Leonardo’ya döneceğim: “Umutsuzu nasıl resmetmeli?” sorusuna şu karşılığı veriyordu: “Umutsuz, bir bıçakla vuracak kendine. Giysilerini paramparça edecek. Ve bir eliyle yarasını parçalayacak. Ayakları ayrık olacak, bacakları bükük. Tüm bedeni yere doğru eğilmiş.
Bir resim tarihçisi değilim, Leonardo’nun bu umutsuz figürünün var olup olmadığını, varsa hangi tablosunda ve bu tablonun nerede bulunduğunu bilmiyorum. Ama bu betimlenen kişiyi, bir süre önce gördüm: Paris’te, Bacon adlı bir adamın resimlerinin sergilendiği Claude Bernard galerisinde.
Milliyet Sanat, 1970 ler. Ferit Edgü

Francis Bacon’ın korku veren imgelerden oluşan yapıtları anıtsal boyutlarda yapılmıştır; oysa Giacometti’ninkiler daha narin ve ince olmaya eğilimlidir. Bacon’ın eserleri hepimizin bildiği günlük yaşantılarımızı sergilerken, Giacometti Çağlar boyunca insan imgesini dile getirir. Bir sahneye benzeyen, insana yakın ve sıcak bir yeri akla getiren; aynı zamanda kapalı yerlerde kalma korkusu (fobisi) uyandıran boşluklar, Bacon’ın resimlerinde dikkati çeker. Bu boşluklardan yararlanan Bacon, insanlardaki belli belirsiz dehşet ve korku duygularını harekete geçirir. Bunlar, devlet yönetimine muhalif olanların etkili bir biçimde yok edilmesinden kaynaklanan korku ve dehşet olabileceği gibi, günlük yaşamın adeta bir parçası haline gelmiş gaddarlıklar karşısında duyulan korkuyu ve dehşeti de ima ederler.
Ancak, sıradan bile olsalar insana acı veren bu olayların gözleri önüne serilmesinde fotoğraftan yararlanıldığını, belli bir emek sarfedilerek yapılmadığını öğrenmek bizim için sarsıcı olmuştur. Aralarında Çömelen Çıplak Üzerine İncelemeler’in de bulunduğu pek çok tablosunda Bacon, Muybridge’in incelemesinden faydalanmıştır. Bu, insan ve hayvan hareketleri üzerine bir dizi fotoğraftan oluşan bilimsel bir incelemedir. Bacon’ın ürküntü veren figürlerinin böylesine güzel boya pasajlarıyla sunulması, çok daha sarsıcıdır. Oysa kullandığı araçlar ve verdiği mesaj arasında böylesine etkili bir uyuşmazlık yaratmayı, yalnızca Goya başarmıştı. Bir ölçüde bu ikileme dayanılarak, Bacon Sürrealist gelenekten çok Ekspresyonist geleneğe yakın bulunabilir. Öteki nedenler gözönüne alınınca da, ona Moore’un yanında yer verilebilir. İnsanları acı çekerken ve allak bullak bir halde resmettikleri için, uzun klasik geleneğe katkıda bulunan son sanatçılar olarak onları tanımlayabilirken, aynı zamanda bu geleneğin taşıdığı anlamı tersine çevirdiklerini de görürüz.
Hıristiyanlıkta çok eskiden kahramanların acı çekişlerini ifade etmek için imgelere gerek duyulmuştu. Bacon gibi sanatçılar bu geleneği tersine çevirmişlerdir. Azizlerin acı çekmeleri, onların ulaştıkları zaferin bir simgesi idi. Oysa Bacon’ın işlediği, din dışı, şan ve şeref kazanmakla ilgisi olmayan şehitlik temasının farklı bir gelenekle bağlantısı vardır. Onu ilgilendiren kutsal kitap kahramanlarının değil, basit halk tabakasının çektiği acılardı. Tüm bunları gerçek hayattan, edebiyattan, gazetelerden, romanlardan, psikolojiden ve hepsinin üzerinde ikna edici sinema filmleri aracılığıyla bize ulaşan senaryolardan biliyoruz. Bacon ve onun gibilerin sanatı pahalı, hafif, çirkin bir sinema örneğine dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Az çok gerçekçi öğelerden yararlanarak, acı çeken insanı resmetmeye girişen öteki sanatçılar, çıkış noktaları ne kadar katıksız olursa olsun tekrar tekrar bu tuzağa düşmüşlerdir. Bacon ise ödün vermeyen keskin görüşü sayesinde çoğunlukla bundan kaçmayı başarabilmiştir. En iyi tablolarının her bölümü (insan vücutları, sahne düzeni ve diğer öğeler). Onun bu saplantısını ve nefretini yansıtırlar. Sıradan ve alışılmış sahnelerin ele alındığı, günlük yaşam resmi geleneğine (genre painting) bağlı olan bu resimler, sanki Kafka ve Beckett’in yaşadığı çağda yapılmış Vermeer tabloları gibidir.
Modern Sanatın Öyküsü, Norbert Lynton, Remzi Kitabevi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder