Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Balkan Naci İslimyeli


Doğu’ya özgü bir duyarlılıkla Batı resim tekniğini birleştirdiği, fantastik öğeler içeren figüratif yapıtlarıyla tanınan ressam.

1968’de girdiği Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Resim Bölümü’nden 1972’de birincilikle mezun oldu. Ertesi yıl aynı okula temel sanat eğitimi asistanı olarak atandı. 1975’te Avusturya’ya giderek Salzburg Yaz Akademisi’nde Werner Otte ile taşbaskı çalıştı. 1978’de öğretim üyeliğine yükseldi. 1980’de İtalyan hükümetinin bir bursuyla İtalya’ya gitti. 1982’ye değin Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nde, Fernando Farulli atölyesinde resim çalıştı. Yurt içinde ve dışında birçok ödül kazandı. 1983’te sanatta yeterlik diploması aldı.

1989’da New York’ta çağdaş sanat üzerine araştırmalar yaptı, 1990’da New York Üniversitesi Hagop Kevorkian Yakındoğu Merkezi’nin davetiyle bu üniversitede çalışmalar yaptı. 1991 ‘de New York Üniversitesi Güzel Sanatlar Okulu’nda, 1995’te de Hartford Trinity College’da sanat çalışmalarını sürdürdü. 1986’dan 1999’a değin Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde görev yaptı. 2000 yılında Maltepe Üniversitesi’nin Görsel iletişim Tasarımı Bölümü’nde sanat tasarım ve iletişim ve çağdaş sanat dersleri vermeye başladı.

Başlangıçta renk, ışık ve lekeye önem vermeden, yalın, çizgisel ağırlıklı, düşsel resimler gerçekleştirmişti. Dışavurumcu anlatımın egemen olduğu bu döneminde halk sanatının nakışa benzeyen, figüratif niteliklerinden etkilendi. Daha sonra Bizans, Selçuklu ve Osmanlı sanatının biçimsel, bezemesel ve dokusal özelliklerinden yola çıkarak simetrik ve durağan yapıtlar gerçekleştirdi.

1970’lerin ortalarına doğru bu durağan yapıdan, daha gerilimli, asimetrik ve dikdörtgen düzenlemelere geçti. Bu dönemde, yıllardan beri topladığı fotoğraf, kartpostal, oymabaskı ve afişleri değerlendirerek simgesel içerikli kolajlar yaptı. Başlangıçta figürü ele alışında izlenen naif biçim bozmalar, 1970’lerin ortalarına doğru yerlerini daha yalın ve gerçek bir stilizasyona bıraktı.

Sinemayla da yakından ilgilenen İslimyeli, Atıf Yılmaz’ın Adak (1979) adlı filminde sanat yönetmenliği yapmıştır. Aynı yıllarda, sinemanın da etkisiyle, resimde bir siyah- beyaz döneme girmiştir. Siyah-beyaz alanların yarattığı gerilimle belirginlik kazanan 1980 ve sonrası resimlerinde, çizgi ve rengi dışlayan, lekeci bir anlatım egemendir.
Balkan Naci 1990’ların başında yazı öğesi kullanarak bir dizi deneysel çalışma yaptı. Kimlik sorununu irdelemeye başladığı bu yapıtlarını kendi imgesine yer verdiği tuvaller izledi. Balkan Naci 1998’de düzenlediği “Suret” başlıklı sergisindeyse kendiyle yüzleşmeye girdi. A.B.

Atılımcı Ressam Kuşağının Bir Öncüsü
Sezer Tansuğ
Genç kuşağın en tanınmış ressamlarından biri olan Balkan Naci İslimyeli 1947 yılında Adapazarı’nda doğmuş, öğrenimini Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nda tamamlamıştır. Bu eğitim kurumunun öğretim üyeleri arasında resim uğraşlarındaki başarılarının sürekliliği yönünden Balkan Naci İslimyeli’nin ayrıcalı bir yeri olduğu şüphesizdir. Balkan Naci geçtiğimiz öğretim yılında İtalyan hükümetinin verdiği bir bursla, Floransa’da resim çalışmalarını geliştirmiştir. Kendisinin geçiğimiz aylarda İtalya’daki bazı sanat yarışmalarında ödüller kazanmış olması yetenekleri bakımından doğal karşılanmalıdır.

Balkan Naci İslimyeli, 1970’lerden bu yana kendine pek özgü olan bir üslup anlayışı ile ilginç aşamalar yapmıştır. Önceleri daha çok halk süslemesinde saklı bulunan bazı grotesk öğelerin gizemli yanlarını araştırmış, giderek bu ilgi çekici kaynağı, sanatsal gelişmesine yön veren kendi iç dünyasının, düşünsel yeteneklerle de beslenen ürünlerine ulaştırabilmiştir.

Balkan Naci söz konusu grotesk değerleri, kendisinden daha önce kavrayan bazı Türk sanatçılarından ustalıkla etkilenmeyi başararak üslubu içinde eritmiştir. Şüphesiz bu etkilenme süreci genç sanatçının üslup araştırmalarına yön ve hız verebilen bir rol de oynamıştır.

Balkan Naci İslimyeli’nin resimleri ve kolajları, düşünsel yanı belirgin yapıtlardır. Balkan Naci bu tavrı, ülke sanatın da yeni gelişmeler ve atılımların yoğunluk kazandığı bir ortamda benimsemiş ve avangard ressamlar arasındaki önemli yerini almıştır.

Sanatçının resim dünyası ile sanat eğitiminde yoğun bir yeri bulunan grafik disiplini arasında gözden kaçırılamayacak bağlar vardır. Bazı ustalardan esinlenerek, çalışmalarında etkinleşen İslimyeli’yi, yerel bir biçim çeşnisinin de peşinde görürüz. Bir çizim fantezisinin adamı olarak Balkan Naci’nin henüz, bu alanda önemli değerler yaratmış bazı Türk sanatçılarının düzeyine erişmemiş olduğunu söyleyebiliriz. Balkan Naci’nin narsistik içeriği ile oluşturduğu biçim dünyası, sıradan, basit bir edebi öykü anlatımı düzeyinde elbette yorumlanamaz. Fakat “şiirsi” yanı bakımından şüphesiz doğal karşılanması gereken bir iç-öykü sistemini karşımıza getirmektedir.
Balkan Naci sergileriyle dikkat çektiği ilk aşamalardan bu yana gelişme çizgisini belirleyen karakteristik tavrını, “kaynak biçimlerden”, yola çıkan fakat bunların tümünü bir zihin süzgecinden geçiren dikkatli ve özenli tutumuyla birleştirmiştir. Geçen aşamalar süresi içinde sanatçının kendi varlığıyla daha çok başbaşa kalmayı başarabilmesi ve bazı dizi işleri terketmesi de çok yerinde olmuştur. Çünkü zindan romantizmi yaparak ne sanatta ne de toplumsal ortam içinde bir yerlere ulaşabilmek mümkün değildir.

Balkan Naci önemli bir bölümü İ.D.G.S.A.’da asistan olan ve tümü bir önceki kuşağın üslup özelliklerini yırtıp aşabilen yeni değerleri yaratan genç sanatçılar topluluğunun da bir üyesidir. Burada adlarını sıralamayacağım bu sanatçıların çoğu özellikle yeni figüratif türdeki üslup araştırmalarında güçlenmektedirler. Bir bölümü ise soyut-conceptualist tutuma üzgün, yerel boyutlar kazandırma yolundadırlar.

Balkan Naci yağlı boya çalışmaların da ise, daha yeni yeni anlatım yolları arayan bazı denemeler yapmakta olduğunu belirtmektedir. Özenli grafik stili, boya tekniğinde tercih ettiği malzeme ile apayrı bir değer kazanmış olduğu kesinlikle belirtilebilir. Zaman zaman bir mücevher  ustası gibi dikkatle çalışır, fakat bu özenli çalışmaya o grotesk biçim kaynakları esininden kalma zarif bir sertlik katmaktan da geri kalmaz. Çok değer verilmesi gereken bu yanı Balkan Naci’nin başarı ölçütlerinden biridir, yabana atılamaz.

Balkan Naci İslimyeli’nin resmine düşler ve hayaller ne ölçüde karışabiliyor? Çalışmalarını bu denli özenle gerçekleştiren bir sanatçının, hayallerin karmaşık ve yırtıcı dünyasına pek rağbet ettiğini sanmıyoruz. Ancak Balkan Naci güncel yaşamdan edindiği izlenim ve duyguları kişisel narsistik dünyası içinde adeta efsaneleştirerek yorumlayabiliyor. Böylece de bu sanatçının resmi zengin çağrışımlara yol açabilmekte, insanlık tarihine işlenmiş nakışlardan nasibini almaya çalışmaktadır...
Balkan Naci’nin resmine, bu resimde bir tür şiirsellikten öte, dolambaçlı öyküler varmış gözüyle bakmak yanlıştır. Narsistik kişisel bir efsane dünyasının biçim öğeleri, bu sanatçı resmini yeterince salt görsel bir bakış alanı içine sokabiliyorlar.
Gösteri Dergisi, 1981

Balkan Naci İslimyeli’nin Resim dünyası İçin Kıvılcımlar, Yorumlar.
Enis Batur
Balkan Naci İslimyeli’nin resmi, izlenimci bir bakışa; çıplak, aracısız bir seyre gizlerini kolay kolay sunmuyor. Urart Galerisi’nde açtığı (7 Şubat gününe dek süreceği bildirilen) son sergide yer alan ürünleri bir kez daha bu görüşü doğruladı: Ressamın önümüze getirip koyduğu dünyaya, onun “koşul”larına yaklaşabilmek için serüvenini elden geldiği ölçüde bütünlüğü içinde değerlendirmek gerekiyor. Öyle ki, son dönem resimleri ile bire- bir ilişkiye girebilme yolunda Balkan Naci’nin daha önce içinden geçtiği koridorları bilmek bile yeterli olmayabilir: Bir adım daha atmak, belki bundan sonra ne yapabileceğini düşlemek de önem kazanıyor.

Baştan beri zorlu bir yolda ilerlemeyi seçtiği ortada; Her sergisi, Balkan Naci’nin aynı kalarak değiştiğini kanıtladı. Resim dünyası hep bir merkezin etrafına yerleşiyor gibiydi, ama merkezin kendisi sanki tılsımlıydı: Yaklaştıkça uzaklaşmasa bile parçalanıyor, birkaç odağa dağılarak bütünlüğünün kavranmasına bir bakıma isteyerek karşı çıkıyordu. Bu çetrefil serüvenden doğan ürünleri, özellikle son 5-6 yıl içinde yakından izlediğimi söyleyebilirim. Gene de, burada, kısa bir yazının çerçevesi içinde dile getireceklerimin, daha soluklu bir çalışmada izleri sürülebilecek birer kıvılcım olarak ele alınmasında yarar olduğunu eklemek isterim.

Daha önce de yazmıştım: Balkan Naci, Türk sanatçısının önüne yarım yüzyıldır “kader” gibi dikilmiş bir karabasanın, “Doğu-Batı ikilemi”nin doğurduğu düğümü çözmüş ender sanatçılarımızdan biridir. Resimlerinde, üslubunun ve teknik yaklaşımının altında yerlilik yabancılık kaygısına yer bırakmayan bir konuma neredeyse baştan ulaştığı kanısındayım: Onun aynı anda ve aynı oranda buradan ve öteden geldiğini, bizden biri ve yabancımız olduğunu, buraya baktığını ama orayı da gördüğünü hemen kavramak zor değildir: Değdiği, dokunduğu, tuttuğu, kucakladığı gerçeklik dilimlerini bize olanca yakınlıkları içinde, kimi zaman da olanca uzaklıkları içinde verirken kendi sıcaklığımızdan kendimize duyduğumuz yabancılığa kadar çeşitli tonalitelerin arasında yolculuk yapma olanağı tanır. Küçümsenemeyecek bir rahatlık getirmiştir bu, ressama: Sanatımızın gelişimine ket vuran kimi sanat-dışı, çağdışı ölçütlere sırtım dönmüş, pek çok has duyarlığın tıkanmasına yol açmış “kompleks”lerden genç yaşta arınabilmiştir.

Konumuz Alegori Dünyası
Balkan Naci’nin ayırıcı özelliklerinden biri, “figüratif” resme bizde belli bir tutarlılık ve kararlılıkla izlenmemiş bir soluk taşımasından kaynaklanır: Resimleri, sığ bir anlam yükü vermemek koşuluyla, “konu”ya büyük ağırlık tanır: Hemen her resmin yüzünde, işlenmeye hazır, yoğun, belki biraz karmaşık ama mutlaka derinlikli bir “öykü” yüzer. Resimle karşı karşıya geldiğimizde, onun bizden önemli ölçüde katılım beklediğini hemen farkederiz: Engin bir çağrışım alanı, birbirlerine zincirlenerek önce resmin içinde, sonra da resimden resme süren, gelişen sayısız alegori, bir ucundan tutulmak üzere beklemektedir. Balkan Naci’nin resminde, hiç şüphesiz bundan,  hemen hep çerçevenin dışına taşma güdüsü, o dört çıtanın ötesine uzanan ve orada, belli bir sınırlanma kaygısı taşımadan sürüp gitmeye yeltenen zıpkın gibi, hareketli bir töz vardır. Öyle ki, bir resimden ötekine geçerken, iki resim arasındaki mesafeyi imgeleminizde canlandıracağınız bir ara-serüven ile doldurmanız bekleniyordur sanki.

Bu öykü dokusu, Balkan Naci’nin,. Tamamlandığında uçsuz bucaksız bir fresko oluşturacak dev bir tasarıyı, bir bakıma küçük parçalar halinde gerçekleştirdiğini düşündürtebilecek ölçüde güçlüdür. Hangi öğeler belirler bu çatıyı? Zaman, ressamın ana temalarından birini oluşturur. Öte yandan, tek bir gövdeye indirgenemeyecek kadar boyutludur: Sağlam bir tarih bilinci, kendisiyle açıkça çelişen maraz bir “Daüssıla” dünyasına, hatta sık sık bunun da ötesine taşan “divane”, donmuş bir zaman birimine yataklık eder. Balkan Naci’nin kolaj çalışmalarını derlediği, “Bir Yıkımın Mimarisi” başlıklı sergisin de, Osmanlının son dönemine yöneltilmiş belki biraz acımasız ve soğuk, ama son derece sağlam ve tutarlı bir bakış karşımıza çıkmıştı; oysa, 1978 sonrası yaptığı yağlıboya çalışmaların pek çoğunda, bu eğilim son sergisinde gözle görülür ölçüde azalmış olmakla birlikte, söz konusu tarih bilinciyle uyuşmayan bir Insan/Zaman/Mekan anlayışı ön plana geldi. İşin garipsenebilecek yanı, bu törel açıdan hayli tartışma doğurabilecek anlayışın, estetik açıdan son derece ilginç, özgün, çarpıcı bir iç dünya bütünlüğü kurmuş olmasıydı.

Söz konusu dizide yer alan resimlerin “kahraman” ları yalnızlığın sınır noktalarında yaşayan kişilerdir; ama yalnızlığın, Balkan Naci’nin dünyasında zaten “kilit” görev taşıdığı unutulmazsa, onların Zaman/Mekan boyutlarına bağlı olarak gelişen aykırılıklarını bir başına yalnızlık olgusuyla açıklayamayacağımız da anlaşılacaktır. Bu “kahraman”lar, tragedyalarını ören “olay” lardan çoktan uzaklaşmış olsalar gerektir:  Yalnızdırlar ama beklerler; beklerler ama beklediklerinin gelmeyeceği “belli’’dir: Bir bakıma, başka türlü yapamadıkları için burada, sürüncemede, Zaman’ın donmuş boyutunda yaşamayı seçmişlerdir. Balkan Naci’nin insanı hemen hep buruk, yer yer yenik, yer yer de tümüyle ‘‘yıkık”tır. Çelişkili gelebilir ama, ne olursa olsun, gene de onu hayata bağlayan bir ya da bir kaç takı, beklediği bir işaret, onu sayrıl bir umuda, bu umudu taşımaya iten birkaç simge vardır. Resmin yüzündeki, ana eklemlerini gördüğümüz o “yazılmamış öykü”yü zihnimizde sürdürdükçe, resimdeki insanın tragedyasına yaklaşmamızı sağlayacak bu işaretlere “tutunuruz”: Geçmiş zamanın ardında gizlenen, bir anlam da o özel tarihin bilinçaltı katmanlarını oluşturan görsel odaklar da bunlardır kaldı ki.

Ağır Ağır Oluşan Bir Tufan
Balkan Naci’nin resmiyle ilk kez karşılaşmış biri için, bu öğelerin gerçeküstücü ya da fantastik yanları öne çıkabilir. Oysa ressamın dünyasında gerçeküstü olanın da, fantastik olan gibi, payı pek azdır. Hatta, yoğun simgeselliklerine karşın, söz konusu öğeler, birer parçası oldukları temalarla buluşturulduklarında, gerçeklik düzlemindeki yalın tanımlarına kolaylıkla kavuşurlar. Pek çok resminde rastladığımız sigara sözgelimi, yanık bırakıldığı yerde ya da ağızda, tüten dumanıyla, resimden resme bir saat, gibi geçerek elimizden sıvışıp giden zamanı adlandırır. İtalya gezisinden sonra önemi şüphesiz artan, ama çok daha önceden Balkan Naci’nin dünyasında yeri ve vuruculuğu belli olan “batış” teması, onu besleyen yan temalar ile durmadan kendini anımsatır: Yolcu, yolculuk, gemi, kayık, gondol sık sık gelip bu “batış” saplantısına takılırlar. Osmanlının “batış”ı, Venedik kentinin yüz yüze geldiği suya gömülme tehlikesi, kolajlarında takınak halini alan güneş batışı, sulara batan dalyanlar, insanlar, köstekli saatler, kolonlar... her şey ağır ağır oluşan bir tufan için harekete geçer gibidir Balkan Naci’ nin dünyasında.

Bu tufan hazırlıklarını kim yönlendirir?  Balkan Naci’nin insansız pek az resmi vardır gerçi, ama, gene de resimlerinin merkezinde insan değil, başını ve sonunu bilmediğimiz “konu” yer alır. Bu nedenle de, insan öğesi, tıpkı sigaraya da saat gibi yönlendirici olmaktan uzak bir öğe olarak yerleşir resimlere: Resmi görmemizi doğrudan sağlamayacak, olsa olsa o dondurulmuş kesitin, dondurulmuş akışın anahtarlarından biri kalarak, diğer öğelere göre konumunu arayacaktır. Kimi resimlerde insanın bir “iz”e, yalnızca giysilerine ya da gölgesine indirgenmiş olması da bu görüşü destekleyecek bir olgu sayılabilir. Öte yandan, ressamın seçtiği “tip”lerin, “yolcu” ve “gezgin” gibi evrensel, zaman-dışı tipler bir yana, hangi toplumsal katmanların siluetleri olduğu düşünülürse, tema ve konunun insan öğesine ağır basış nedeni iyiden iyiye açıklık kazanacaktır: Kurukızlar, yosmalar, eşcinseller bir yanda; varlığı bile unutulmuş bir fener bekçisi, seferberlik anılarına dalmış bir harp malulü, dalyanın başını bekleyen kış yalnızı bir balıkçı öte yanda Balkan Naci’nin insanının toplumsal bağlamını netleştirecek örneklerdir: Kıyıda kenarda kalmış, terkedilmiş, tedavülden kalkmış, unutulmuş, cemaatin uç sınırına itilmiş yarı kargışlı, yarı meczup bu “portre’ ‘lerle ressamın dünyası bir uçtan ötekine donanır ve ressam, elinde fırçası motiften motife, usul usul tufan hazırlıklarını yönlendirmeyi sürdürür.

Aynalar
Balkan Naci’nin uzunca süre “ayna evresi”nde konaklamış olmasının bir nedeni de bu olabilir: Ressam, süzme yalnızlığı içinde, sorduğu sorulara karşılık bekleyemeden yeni soruların peşine takılırken, sırasıyla yolcu, bekçi, batık kimliklerinin arasında serseri mayın gibi dolaşırken, sanki, içine girdiği kalıplarla denkliğini tartıyordu. Bir dönem, 1980’e doğru, Balkan Naci’nin “narcissique” üslubu boğucu bir nitelik almıştı, İtalya’da elde ettiği deneyimle bu kavşakta gereğinden fazla oyalanmadan, değişik aynalar arama uğraşına döndü neyse ki.

Italya yolculuğunun teknik açıdan da ressama yeni açılımlar getirdiğini görüyoruz. Balkan Naci, resim sanatının klasik anlatım araçlarına baştan beri, sığamayan, hem renk deneyi bakımından, hem de başvurduğu görsel teknikler bakımından arayış sürecini kesintiye uğratmadan yolculuğuna devam eden bir ressam. Kolaj çalışmalarında  gösterdiği ürpertici başarıdan edindiği deneyimi sonradan yağlıboya çalışmalarına da taşıdığı, duvar kağıtlarıyla bütünleştirdiği portre çalışmalarında görülüyor. Öte yandan, gene kolajlarında tadına vardığımız yetkin siyah-beyaz kompozisyon anlayışını, son sergisinde hayli gelişmiş örneklerine rastladığımız “karışık teknik” tabloların da olağanüstü bir bireşime vardırdığı gözlemleniyor. Son olarak, Balkan Naci’nin, çağcıl sanatçının tanımına çok yakın bir bütünlük anlayışı içinde uğraşısını sürdür düğünü eklemek gerek:. Şiirleri, sinema çalışmaları, son sergisinde yer alan ve tablolarının yedeğinde kanımca çok önemli bir girişim olarak selamlanabilecek fotoğraf çalışmaları bunun açık kanıtları.

Resim üzerine yazmak, sık sık ressama da ters düşmeyi göze almak demektir. Çünkü yazı, çoğul bir perspektif kurma çabasına yaslandığını savlasa da, eninde sonunda “belli” bir bakışın serüvenini gelir ortaya koyar. Bu kısa çerçeveleme yazısı için de, daha sonra Balkan Naci üzerine yazmayı düşündüğüm daha soluklu bir çalışma için de ‘şu söylenebilir demek ki, bir düşünürün yargısına başvurarak: “Düş kuran birinin yanında, kaçınılmaz biçimde bir de yorumlayan bulunur”. Tek düşlerin ve yorumların sayısız olabileceğine inanalım...
Milliyet Sanat Dergisi, 1983

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder