Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

P.Cézanne

Paul Cézanne (1839-1936)
Paul Cézanne, 19 ocak 1839’da Aix-en-Provence’ta doğdu; hali vakti yerinde bir ailenin çocuğuydu; şapka toptancısı olan babası 1847’de bankerliğe başladı. Cézanne hiçbir zaman maddi sıkıntı çekmedi. Önce klasik eğitim gördü, bu süre içinde okul arkadaşı Emile Zola’yla yakın dostluk kurdu; sonra hukuk fakültesine yazıldı; bir yandan da resim derslerine gidiyordu. 1861’de babasının karşı çıkmasına rağmen, kendini tümüyle resme vermek için Paris’e gitti, ancak Güzel Sanatlar Okulu’na (Ecole des beaux-arts) girmeyi başaramadı. Hayatı boyunca bütünleşmekte güçlük çektiği Paris yaşamında hayal kırıklığına uğrayınca, 1870’e kadar zamanının bir bölümünü Aix’te geçirdi. Bu dönem de, aralarında Pissarro, Renoir, Sisley ve Monet’nin de bulunduğu ve ileride izlenimciler olarak adlandırılacak birkaç sanatçıyla ilişki kurdu. İlk çalışmalarını Salon’da sergilemeyi başaramayan Cézanne, 1863’te ünlü Reddedilenler Sergisi’ne (Salon de Refusés) bir eserini verdi. Bu sırada değişik arayışlar içindeydi. Kah, düzenli olarak gittiği Louvre Müzesi’ndeki büyük ustaların eserlerini inceliyor ve Delacroix’nın veya Corot’nun üslubunu taklit ediyor; kah portre çalışıyordu; bunları yaparken boyayı kalın bir tabaka halinde bıçakla yayıyordu.
Cézanne 1871’de, oğlu Paul ve kız arkadaşı Hortense Fiquet’yle (1886’da onunla evlendi) birlikte, Pontoise’a, sonra da Auvers-sur-Oise’a yerleşti; orada, ileride onun tablolarını toplayan önemli koleksiyoncular arasına girecek olan Dr. Gachet’yle tanıştı. Camille Pissarro’yla birlikte açık havada çalışmaya başladı:

1874’te İzlenimcilerin, fotoğrafçı Nadar’ın stüdyosunda açtıkları ilk sergide yer alan İntihar Eden Adamın Evi adlı tablosu özellikle aydınlık renklerin kullanımıyla dikkati çekti. Eser, açıkça gevşek kompozisyonu ve kullanılan boyanın kalınlığı nedeniyle sert eleştirilere uğradı. 

Topluluğun 1877’deki bir sonraki sergisine, Cézanne  farklı nitelikte bir eser gönderdi: Yıkananlar. Bu tablo, konu ve büyüklük kaygısıyla, izlenimcilerden ayrıldığını ortaya koyuyordu; nitekim o tarihten başlayarak onlardan kesin olarak koptu kendine özgü bir yol seçerek «izlenimcilikten bir müze sanatı», yapmaya, yani resim alanındaki en yeni araştırmalarla eski ustaların derslerini bağdaştırmaya karar verdi.



Marsilya yakınlarındaki Estaque’tan Melun’e veya La Roche Guyon’a kadar değişik manzaralarda esin arayan Cézanne, 1882’de Sergi’ye kendini kabul ettirmeyi başardıysa da sonuç bir skandal oldu. Çocukluk arkadaşı Emile Zola, 1886’da yayımlanan Eser (L’Oeuvre) adlı kitabında, devrimci ama güçsüz, ressam Claude Lantier’yi ele alıp işledi; (romanda, Lantier sanatsal yaratıcılık arzusunu gerçekleştiremeyip başarısızlığa uğrayınca intihar eder). Cézanne, bu eserde kendi kaderine bir anıştırmada bulunulduğunu görerek, yazarla kesin olarak bozuştu. Aynı yıl babasının ölümü üzerine, kendisine büyük bir miras kaldı. Böylece ressam, son günlerine kadar maddi sıkıntıdan uzak yaşayacaktı. Bundan böyle tek başına çalışabilirdi; Aix-en-Provence’a artık daha sık gitme ye başladı. Orada Sainte-Victoire Dağı’nın çevresindeki kırlarda, yorulmak nedir bilmeden «motif üstünde» çalıştı.

Her ne kadar biri 1895’te, öbürü de 1898’de Vollard galerisinde iki kişisel sergi açması sağlanmış, 1889’da ve 1900’de Paris’te açılan evrensel sergilere katılmış olsa da, Cézanne Aix-en-Provence’ta her şeyden el etek çekmiş bir biçimde yaşadı. Pek çok hayranı kendisini görmek üzere oraya gidiyordu. 15 ekim 1906’da sanatçı, Aix yöresinin kırlarında fırtınaya yakalandı, bir hafta sonra da öldü.


Cézanne devrimi
Tıpkı 1873 tarihli Modern Bir Olympia’daki (bu tablo da, ressamın taklit ettiği Monet’nin tablosu gibi alay konusu olmuştur) gibi barok biçimlerin belirgin olduğu bir başlangıç döneminden sonra ve 1877’deki izlenimciler sergisinin başarısızlığa uğramasının ardından, Cézanne, adım adım bir kişisel resim tarzı yarattı. Konstrüktivist bir dönemden (1877-1886) geçerek, bir tür sentez sanatına (1886-1906) ulaştı.


Cézanne’nın ilk kaygısı izlenimci ürünlerin gevşekliğine tepki göstermek ve kendi tablolarına sağlam bir yapı vermekti. Gündelik hayattan manzaralar üstünde çalışan ressam, bunları oluşturan biçimleri, ana hatları ve kuvvet noktalarını vurgulayarak değerlendirmeye girişti; Maincy Köprüsü (1879).

Jas de Bouffan’daki Ev ve Çiftlik’teyse (1887), ressam sivri köşelere ve geometrik çizgilere ayrıcalık tanıyarak, son derece sert bir mimari kompozisyon yarattı.




Sanatçının ünlü natürmortları, ana biçimlerde aynı mantıksal düzenleme kaygısını ortaya koyar. Edebi konu yokluğu, resim alanındaki araştırmanın daha yoğun biçimde öne çıkmasını Sağlar. Bir masa üstüne koyduğu birkaç sıradan öğe bir fincan, bir bardak, birkaç meyve, bir bıçak) yardımıyla Cézanne, gerçek bir dramaturji yaratır.
Asıl yeteneğini, 1888’den itibaren, tekrara dayalı dizilerine gösterdi. Aix kırlarının, özellikle de yaşamının sonuna kadar resmini yaptığı Sainte-Victoire Dağı’nın görünümleri, yeni bir resim anlayışını ortaya koyar. Doğaya sadık kalmak, «küçük heyecanım» olarak adlandırdığı şeyi korumak isteyen Cézanne, soğuk ve sıcak renkleri yan yana koyarak derinlemesine bir kompozisyon yarattı; böylece soğuk renkler izleyiciden uzaklaşır geriye giderken; sıcak renkler, tersine, izleyiciye yaklaşır, öne çıkar.

1875’te başlayan ve Yıkanan Kadınlar’la (1898-1905) doruk noktasına ulaşan Yıkanan Erkekler ve Yıkanan Kadınlar dizisinde Cézanne, manzarada insan figürlerine yer vererek klasik bir girişimi sürdürdü, ama bunu modern yollarla gerçekleştirdi.
Cézanne giderken; sıcak renkler, tersine, izleyiciye yaklaşır, öne çıkar. 1875’te başlayan ve Yıkanan Kadınlar’la (1898-1905) doruk noktasına ulaşan Yıkanan Erkekler ve Yıkanan Kadınlar dizisinde Cézanne, manzarada insan figürlerine yer vererek klasik bir girişimi sürdürdü, ama bunu modern yollarla gerçekleştirdi.



Cézanne ve XX. yy. sanatı
Cézanne’a ölümünden beri büyük önem verilmektedir; bunun nedeni, resim alanındaki buluşlarıyla yüzyılımızın sanatını etkilemiş olmasıdır. Çoğunlukla çiğ rengi kullanan fovistler ve kübistler onun çizdiği yolda ilerlemişlerdir. Mesela, kübistler, özellikle de Braque ve Picasso, 1904’te Cézanne’ın ortaya attığı parolanın uygulamaya konması gibi gözüken, biçimlerin geometrikleştirilmesini savundular. Cézanne, dostu «sentezci» ressam Émile Bernard’a yazdığı bir mektupta «doğayı silindirle, küreyle, koniyle işleme»yi arzuluyordu ve eserlerinde bu ilkeden yararlanmıştı. Evler veya manzaralar çoğu kez küplere veya üç boyut biçimlere dönüşmüştür Kırmızı Kayalık (1900); Cézanne, Cezveli Kadın (1892) gibi portrelerinde bile geometrik hacimler üstünde oynamış, bu hacimlerin birbiri içine geçmesiyle insan bedenini oluşturmuştur.


Konunun yalın olmasına rağmen tablo, ölçülü ve dikkat çekici özellikteki kompozisyonundan dolayı son derece güçlüdür. Giyimleri sıradan iki figür, yalın geometrik biçimler halinde düzenlenmiştir. Renk öğesinin kullanımı da önemli bir yenilik oluşturur. Ressam kalın tuşlarla çalışır. Soğuk renklerle sıcak renklerin karşıtlığından (bir yanda yeşil, öte yanda toprak sarısı ve kahverengi) yararlanarak derinlik etkileri yaratmayı sever.

Ancak Cézanne’ın mirasını, soyut resimde de aramak gerekir. Kuşkusuz, eserleri figüratif doğrultudadır ve sanatçının doğa incelenmesine ne kadar önem verdiği herkesçe bilinen bir gerçek tir. Özellikle açık havada çalışmış olduğu sıralarda bu apaçık gözlenir. Ne var ki, konu bunalımına ışık tutmuş olduğu için, Cézanne herhangi bir sanatçıdan daha çok saygı gösterilebilir.  Çoğu kez edebi temaları önemsemeyen ressamın, neredeyse bütün eserlerini aynı konularda gerçekleştirdiği, portreler, manzaralar ve natümortlar yaptığı bir gerçektir. Sık sık resimlerini yapmaktan zevk aldığı o ünlü elmalar, hacimleri, renkleri ve maddeleri resme aktarma bahanesinden başka nedir ki? Resimde önemli olanın, biçim, renk ve kompozisyon sorunlarına bağlı olduğunu, konunun ise bir eser yaratma fırsatından başka bir şey olmadığını Cézanne’dan daha iyi gösteren biri çıkmamıştır. Picasso, 1906’dan itibaren Cézanne’ın etkisini anımsatarak bunu vurgulamıştır: «Resmin, nesnelerin temsil edilmesinden bağımsız olarak kendi yapısından kaynaklanan bir değeri olduğunu anlıyordum.
Resmin temsil ettiği şeye değil de, kendisine tanınan bu öncelikte Cézanne, sanatsal yaratının maddi boyutuna önem vererek modern olduğunu da ortaya koymuştur. Kendisiyle uzun süre dostluk etmiş olan şair Joachim Gasquet şöyle der: «İyi bir işçi olmak, mesleğini tam olarak yapmak ona göre her şeyin temeliydi.» Gerçekten de Cézanne renk öğesine, hem titreşim olarak, hem fırçayla konmuş malzeme olarak yeni bir yer vermiştir. Sırça darbelerindeki özgürlükte bunu kanıtlar. 1880 tarihli Kendi Portresi’nde tuvalin pürtüklü yüzeyinin bile eserde önemli rol oynadığı görülür.
Cézanne böylece, malzeme ve biçimlerin oyununa benzersiz bir değer verilmesine dayanan XX. yy sanat akımlarının haberci si olmuştur. Özellikle resmi, kendine özgü bir dile sahip olan ve kendi maddesi içinde en soylu serüvenleri taşıyan bir sanat olarak ilk kabul edenlerdendir.
Axis

Cézanne’ın Büyük Etkisi
Dadacılık gibi sanatsal değerleri yadsıyan, gerçek üstücülük gibi düşsel fanteziyi ve günlük gerçeğin “öte yanını anlatan taşizm gibi rastlantısalın şiirinden yararlanan XX. yüzyıl sanat akımlarını bir kıyıya koyacak olursak, Cézanne’ dan gelmeyen, Cézanne’ın etkisini taşımayan pek az büyük ressam vardır günümüzde..


Tarih ve coğrafya sınırlarını tanımayan, batı resminden olduğu kadar mağara resimlerinden Asur’dan, Mısır'dan, Hitit'den, Ege sanatından, zenci sanatından da  yararlanan tüm etkilere açık, adı çağdaş resim sanatıyla özdeşleşmiş Picasso, sanat yaşamında bir tek usta tanıyordu: Cézanne. “Yalnız onun yapıtlarını yıllarca inceledim,” diyordu Picasso. “Hepimiz Cézanne’dan geliyoruz. Hepimizin babası Cezanne’dır.”

Cézanne, kübizm yolunu açan izlenimci bir ressam olarak bilinir. Bu sergide öylesine resimler vardı ki Picasso’nun “Avignon’lu kızlar”ından çok daha ötede kübist resmin niteliklerine sahip.


Aslında kübist ya da izlenimci, bu sıfatlar bir sanatçı için pek öyle önemli olmasa gerek. Önemli olan, sıfatları aşan yapıttır. Cézanne’ın son resimleri ise, izlenimci, kübist tüm sıfatları aşıyor. Kuşkusuz, adını izlenimci ressamlar arasında duyurmuştu başlangıçta. Bu sıfat bugüne değin kullanışlılığını sürdürdü. Ama ne bir akımı, ne bir okul ne bir sıfat, bir sanatçı için bir değer ölçüsü demek değildir. Eğer Cézanne izlenimci ise, Sisley ya da Monet başka bir şeydir. Eğer Degas ya da Renoir izlenimci ise, Cézanne'a başka bir sıfat bulmak gerek.

Cézanne özellikle son resimlerinde bir model, bir “nature -morte”, bir görünüm karşısındaki izlenimlerini, yalnız izlenimlerini yansıtmıyor. Bu resimlerde izlenimleri aşan, modelin maddesel varlığına varma, onu tanıma çabaları, izlenimlerden daha ağır basar gibi. Eğer bugün, yapısalcılık belli bir düşünce akımının adı olmasaydı, Cézanne’a bu adı verebilirdim.


Bu resimler yalnız “pictüral” yapısal nitelikleriyle değil, özne ile nesne ya da başka bir deyişle, ressam ile modeli arasındaki, tek yanlı bir savaşı belgeler gibi. Tekyanlı, çünkü karşısındaki, ressama gizinin vermemeye çalışıyor. Giderek, diyeceğim ki, Cézanne sanki bu resimlerinde, izlenimlerine yer vermek bile istemiyor. Önündeki, kendi seçmiş olduğu doğa parçasının ya da insanın içlerine işlemek, onları duymak, onların gizini sökmek ve bir tuvalin uzamı içinde bu çabanın resmini gerçekleştirmek istiyor. Descartes’çı mantığı, tüm bunları belli bir düzen içinde yaratmasını buyurur gibi. Ama mantıksal ya da ussal düzenlemenin ya da yaklaşımın sanat için yeterli olmadığını biliyor. Resimlerinde us ile duygu arasında sağladığı denge resminin yapısından ve geometri kurgusundan çok resim sanatı üstüne sorduğu sorulara, yarattığı resimlerle verdiği yanıtın geçerliliğinin sonucu olsa gerek.


Cézanne’ın çağdaşları arasında, resim sanatıyla ilgili böylesi temel sorular soran ve bu sorulara resmiyle geçerli karşılıklar veren bir başka sanatçı daha tanımıyorum. Van Gohg’un mektuplarında da vardır sorular. Ama hemen hemen yalnız mektuplarında. Temel sorular ve karşılıklar sözkonusu olduğunda bir resim kuramı düşünülebilir. Bir çokları, yeni resmin kuramını Cezanne’da aramışlardır. Ama Cézanne, bir sanatçı olarak, kuramların geçersizliğini ve gereksizliğini biliyordu. “Sanatta önemli olan, doğa ile ilişkili olarak, doğaya uygulanmış ve onunla geliştirilmiş kuramdır” der. Açıklarsak: Doğadan kopmayan, ama doğaya öykünmek de istemeyen, bakan, gören, anlayan bir yaratıcının yarattığı resim. Ama bir resim kuram değildir, denecek. Kim demiş? Tam tersine, sanatta kuram varsa eğer, en geçerlisi, en gerçeği sanat yapıtının kendisidir. Kuram bir resimdir. Bir yontudur. Bir romandır. Bir şiirdir. Ama büyük yaratıcıların imzasını da taşısa, her resim, -her roman, her şiir kuram değildir.


Anlatılmayan Resim

Yazının burasına değin Cézanne’nın bu sergisindeki resimlerinden hiçbirini “anlatmadığım” için okuyucu beni bağışlasın. Çünkü bu resimlerden hiçbiri, hiçbir şeyi anlatmıyor. Hiçbir şeyi betimlemiyor. Örneğin, su kıyısındaki çıplaklar, şu ya da bu çıplağı ya da çıplaklığı; “Saint Victoire Dağı” resimlerinden hiçbiri bu dağı anlatmıyor, betimlemiyor. Bu resimlerde anlatılan o resmin kendisi. Konunun hiç mi önemi yok? Bunu söyleyecek değilim.

Ancak bir ayrımla (ki önemli bir ayrım olduğunu sanıyorum): Cézanne’ın resmindeki doğal görünüm, model ya da elmalar, o resmin konusu değildirler. Resmin konusu resmin kendisidir. Biçimler, renkler, lekeler, çizgiler ve resmin uzamıdır. Cézanne, “konularını” kendini dışa vurmak, resmini gerçekleştirmek için birer araç olarak seçmiştir. Ama sanıyorum ki, soyut birer araç olarak değil. Resminde, karşısındaki modelin, görünümün maddesel varlığını yaşatmaya çalışmıştır. Bunu da yepyeni bir resim diliyle gerçekleştirmiştir.



Resim tarihinde, Leonardo gibi, Remrandt gibi, Va Eyck gibi büyük ressamlar vardır. Picabia, Maleviç, Mondrian gibi öncü ressamlar vardır, bir de büyük ve öncü ressamlar vardır. Cézanne’ın bu son sergisi, onun “öncü ve büyük” ressamlardan olduğunu kanıtlıyor.
Ferit Edgü, Milliyet Sanat Dergisi, 1970 ler.


Resmi Tartışan Resimler
Konu dağarcığı son derece kısıtlı olan Cézanne'ın esas konusu, her zaman, resim sanatının kendisi olmuştur. 'Paris'i bir elmayla fethedeceğini' söyleyen ünlü sanatçı, dediğini yapmıştır gerçekten de: Bir zamanlar tekniğini güçlü bulmayan akademilere, onu kabul etmeyen salonlara karşılık 20. yüzyılda sanatta yeni bir biçimsel dağarcık, ağırlıklı olarak onun resmi üstünden kurulmuştur. Doğayı silindir, küre, koni gibi biçimlerle yorumlamak gerektiğini söyleyen Cézanne, geleneksel resmin tüm değerlerine başkaldırmış, nesneleri yalnız gözle değil zihinle kavranabilir bir yapısallıkla betimlemiş, perspektif ve hacim etkisini renkten yola çıkarak elde etmiş, üçüncü boyut arayışından vazgeçmeyerek derinliği ve yüzeyselliği bir arada vermiş, farklı zaman katmanlarını aynı yüzeyde buluşturmuştur. Fakat Cézanne, her şeyden önce kendi algılama biçimini resme yansıtmıştır. Hiçbir zaman hayali imgelere yer vermeyen sanatçıyı asıl ilgilendiren, işte bu kendine özgü görme, duyma, algılama serüveninin görsel bir ifadeye kavuşabilmesidir.


Etrafında sürekli bir değişim halinde gördüklerinin derin özünü yansıtmaya yönelen Cézanne'ın resimleri, doğanın hep aynı olduğunu ama değiştiğini, hem gelip geçici hem sonsuz olduğunu renk ve biçimlerle anlatabilmenin olanaklı olduğunu ortaya koymuştur. Aynı konuya defalarca dönen Cézanne'ın St. Victoire Dağı'na bakıp yaptığı ünlü son dönem yapıtlarının hem aynı resim, hem binbir farklı resim gibi görünmesi bundandır. 

Son derece yavaş çalıştığı bilinen Cézanne'ın katalog edilmiş 807 resminin bulunduğu, yaşamı boyunca bunların 40 kadarını sattığı bilinmektedir. 807 resimden 48'i otoportredir ama Cézanne'ın her bir resmini birer otoportre saymak da mümkündür belki, 'doğa benim için de insanlaşır' derken acaba bunu mu kastetmiştir? Cézanne'ın sanata dair düşünceleri özellikle son üç yılında yazdığı mektuplar aracılığıyla günümüze kalmış, aynı dönemde Emile Bernard ile yaptığı söyleşiler de bir dönemin genç ressamları için çok önemli bir kaynak oluşturmuştur. Anlattıklarının özünde, günümüzün hızlı tüketim alışkanlıklarıyla hiç bağdaşmayan derin bir felsefe vardır: 'Çok yavaş da olsa her gün ilerlediğimi fark ediyorum' der, çalışma tutkunu Cézanne. 

Dünyanın küçük bir köşesinde, ölene kadar tek başına resim yapmak istediğini, resim yaparken ölmeyi arzuladığını söyleyen Cézanne, yaşadığımız dünyanın 'akşamında' olduğumuzu, resim dahil her şeyin yok olmaya yüz tuttuğuna inanıyordu. Oysa modern resim, 1906'da o öldüğünde daha yeni doğuyor, 1907'de anısına düzenlenen retrospektif sergi ise başta Picasso olmak üzere pek çok genç sanatçıyı yeni arayışlara yöneltiyordu. 10 yıl önce Londra'da düzenlenen Cézanne retrospektifinin 500 bine yakın izleyici çekmesi; resimlerinin bugün milyonlarca dolara satılması ise popülerliğinin yıllar yılı arttığının bir göstergesi sayılabilir. 
Ahu Antmen- Radikal





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder