Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Boticelli, Sandro


Sandro Botticelli (1445-1510)
Botticelli, Leonardo da Vinci’den yalnızca yedi yaş büyüktü ama yine de, Leonardo’nun bir XVI. yy sanatçısı olarak kabul edilmesine karşı, her zaman bir XV. yy. ressamı olarak görülmüştür. Bunun nedeni, Botticelli’nin gelenekçi bir ressam olması ve Leonardo’nun aşıp geçtiği bu yüksek zanaatkârlık yöntemlerine her zaman sadık kalmasıdır. Bununla birlikte Botticelli’nin sanatında da bir evrim vardır ve üç ayrı dönem kendini gösterir. Bu dönemler sırasıyla; güçlü ve heykelimsi bir gençlik üslubu. Daha akışkan ve ince bir gerçekçiliğe dayanan bir olgunluk üslubu ve nihayet uzun ve ince formlarla ve coşku dolu hareketlerle dikkati çeken ve belli bir ağırbaşlılığın damgasını taşıyan bir geç üsluptur.
Gerçekte Botticelli, hümanist sanatın iki özlemini gerçekleştirmek istemiştir: bunlar Antikçağ sanatının örnek başarılarını yeniden yaratmak ve buluş zenginlikleriyle olduğu gibi telkin gücüyle de büyük şiirle rekabet edebilmektedir.

Medicilerin Ressamı
Alessandro (Sandro) di Mariano Filipepi, 1 Floransalı zanaatkârlar (babası sepiciydi) çevresinde doğdu. Medicilerin şehri o sırada hem siyasi ve ekonomik, hem de kültürel bir gelişme ve serpilme dönemine girmişti. 1420-1440 yılları arasında resim sanatında gerçekleşen devrimden sonra, sanat faaliyetleri alanında birçok yetenekli kişi ortaya çıktı; dekorasyonlarının yapımı, Fr Angelico (San Marco Manastırı), Paolo Uccello (Santa Maria Novella Kilisesi) veya Andrea del Castagno (Sant’Apollonia) gibi sanatçılara verilen birçok mimari eserin inşasına girişildi.

Genç Sandro, tedirgin mizacından ötürü disiplinsiz ama parlak bir öğrenci olarak tanındığı okuluna devam ediyordu. Davranışları sonucunda, babası tarafından okuldan alınıp bir kuyumcunu yanına verildi. Büyük erkek kardeşi Giovanni (lakabı, küçük fıo anlamına gelen “il Botticello”ydu) onunla ilgileniyordu ve sonunda lakabını ona verdi. El sanatları ile yüksek sanatlar arasındaki a nmın kesin olmadığı bir dönemde, kuyumcular ile ressamlar arasındaki yakınlık, Botticelli’nin 1461-1462 arasında Fra Filippo Lippi’nin atölyesinde resim yapmaya başlamasını ve belki de burada 1467’ye kadar kalışını açıklar. Napoli’de Capodimonte Ulusal Müzesi’nde bulunan Çocuk İsa’lı Meryem ve İki Melek gibi birçok gençlik eserinde Lippi’nin etkisi görülür, ama çizgi anlayışındaki incelik ve figürleri birbirine bağlayan duruşlar da dikkati çeker.

(…)
Filippo Lippi’nin biraz yapmacığa kaçan dekoratif zerafeti, Antonio Pollaiolo’nun net ve plastik profilleri ve Verrocchio’nun ince ve titiz çalışmaları, o yıllarda Botticelli’nin resim dilindeki kişisel yanını belirleyen öğelerdir. Botticelli daha sonra yeni bir şiirsel özgürlüğü dile getirmeye yönelecektir. Nitekim Müneccin Kralların Tapınması’nın çeşitli versiyonlarında bu açıkça görülür Bu versiyonların ilkinde (1472’ye doğru), Lippi’nin öğretisine ve uluslararası gotik üsluba hâlâ yakındır; ikinci versiyonda (1473’ doğru), hareket birliğine daha fazla önem veren merkezileşmiş bir kompozisyon gerçekleştirir.
Uffici Galerisi’nde bulunan Müneccim Kralların Tapınması’nda (l475’e doğru) ise (bu eser Botticelli’nin birinci üslup döneminin doruk noktasıdır) tamamen kişisel güçlü ve esnek bir imgelem gücüyle yumuşatılmış bir resim dili kullanır. Diğer yandan bu tabloda yer alan ve birçok çağdaşın canlandıran portreler -bunlar arasında kendisi de vardır-, Medicilere ve yakınlarına gösterdiği saygının tanıklıklarıdır.



Botticelli Pazzilerin komplo girişiminden sonra (bu hareket sırasında Cinliano Medici bıçaklanrnıştır) Bargello Sarayı’nın duvarlarına, idama mahküm edilen suçluların çektikleri cezayı canlandıran bir fresk yapmıştır (1478). Botticelli’nin üslubu, tam anlamıyla bu dönemde oturur. Muhteşem Lorenzo’nun kuzenlerinden bir olan Lorenzo di Pierfrancesco için bir dizi mitolojik kompozisyonun ilkini yapar (ilkbahar). Ortaçağ sanatı öğelerine dayanan bir alegori, Platon’un metinlerine açımlamalar yazmış olan Marsilli Ficino ve Medicilerin eğitmeni Poliziano gibi Floransalı hümanistlerin şiirsel dünyasını yoğun bir biçimde dile getirir.
Ne var ki Botticelli, bir ara dini resme yönelir. Ozellikle 1480’dı Ognissanti Kilisesi için büyük bir ustalığa tanıklık eden Aziz Augustinus’u yaptı. Ertesi yıl Papa IV. Sixtus tarafından Roma’ya çağırıldı. Burada, Sistina Kapellası adını alan Vatikan’ın Capella magna’sının fresklerle dekore edilmesinde, Floransalı Ghirlandaio, Rosselli, Umbrialı Signorelli, Perugino ve Pinturicchio ile birlikte çalıştı. Botticelli, Musa’nın lğvası ve Isyankarların Cezalandırılması’ nın (l481-1482’ye doğru) çok karmaşık sahnelerinde ayrıntılar söz l olduğunda zengin bir esinle, ama kompozisyonda her zaman olduğundan daha az güvenli olarak kendin gösterir. Ne var ki bu resimler çok beğenilmiş ve sanatı “kusursuz oranları olan erkeksi” bir sanat olarak nitelenmiştir.

Botticelli bu sırada, ilk olarak Antikçağ çevresinin tam içinde bulmuştu kendini. Ama çağdaşı Mantegna’nın tersine çevresindeki mimarlardan ve heykelcilerden pek etkilenmemiş ve çabucak Floransa’ya dönmüştü. Dolayısıyla Roma’da bir süre kalması, üslubunun evrimi üzerinde uzun vadeli bir etki göstermemiştir.

Dinginlikten melankoliye
Papa için Roma’da yapmış olduğu çalışmaların da etkisiyle büyük hayranlık ve saygı kazanan Botticelli’ye verilen siparişlerin ardı arkası kesilmiyordu. Antonio Pucci’nin talebi üzerine Botticelli 1480’li yılların ladini büyük resimler dizisini başlatan ve Boccacio’nun Dekameron’undan (Decameron) alınmış bir tema üzerine panolar yaptı (1482-1483). Bir zifaf odası için yaptığı sanılan Mars ve Venüs’te (1483’e doğru), aşkın sınırsız gücü dile getirilmiştir.



Pallas ve Kentauros (1482’ye doğru) Medicilerin ve Floransa dünyasının havasını taşıyan bir alegoridir ve burada tanrıça, bale kostümlü bir azize silueti olarak canlandırılmıştır ve nihayet Venüs’ün Doğuşu’nda (1485’e doğru) ele alınan Antikçağ konusu, bu göz kamaştırıcı resimde, Avrupa sanatında başka hiçbir eserde görülmeyen olağanüstü bir canlandırışa kaynaklık etmiştir.
Botticelli’nin aynı dönemde yaptığı büyük sunak arkalıklarında egemen olan ince ve titiz üslubu, gerçekçilikle ve maniyerizmin ince bir karışımıyla canlanmış ince ve uzun figürlerde kendini açıkça gösterin Botticelli San Marco Bazilikası’nın sunak arkalığında (1490’a doğru), daha yalın bir üslup kullanır; meleklerin aylaları perspektife duyulan kayıtsızlığı maskeler ve karakterlerin mimiklerine uygun düşer. Bu mihrap resimlerine paralel olarak Meryem’in daire şeklindeki resimleri de (tondı) aynı evrimi yansıtır. Zarif ve adeta müziksel bir kompozisyonu olan Şükran İlahisi Meryemi (l485’e doğru), mistik bir duygunun yüceltildiği Narlı Meryem’in (1487’ye doğru) habercisi gibidir.



İtalya Savaşlarının sonuç olarak Floransa’yı sarsmasının Botticelli’yi derinden etkilediği söylenebilir. Üslubunun çizgiselliği ve tablolarının havası daha sıkıntılı hale gelir. Bu iki yanlı evrim, klasik bir metinden alınmış olan ve desenindeki olağanüstü titizlikle dikkati çeken (1495’e doğru) Çarmıha Gerilme ve Isa’nın Doğumu eserlerinde açıkça görülür. Bu iki eser, derin bir tedirginliğe tanıklık eden geçmişe daha da bağlanarak acı duymaya ve iç sıkın tısma dayanan bir dini anlayışı dile getiren Botticelli’nin bu sıra da Savonarola’nm sofuluğu savunan vaazlarının etkisinde kaldığı ileri sürülmüştür Ama Dante’nin İlahi Komedya’sında (Divina Commedia) aynı dönemde yaptığı resimlerdeki desenlerin güzelliği, Botticelli’nin sanatı aracılığıyla bir denge bulmayı başardığı nı gösterir.
Botticelli’nin sanatı, ilk ustası olan Pra Filippo’nun oğlu Filippino Lippi üzerinde büyük bir etki gösterdi. Bununla birlikte Filippino’nun, Botticelli’deki desen inceliğine ve sağlamlığına ulaştığı söylenemez.
Farklı değerlendirilen bir sanat verimi
Botticelli, unutulmaktan kurtulduğu zaman sert eleştirilere uğradı. Vasari, «sevimli ve matrak» ama «garip» bir karakteri olduğunu söylediği ressamın biyografisini çarpıtarak kaleme aldı. Ayrıca, ressamın zamanla «tesadüfen yaşamaya» başladığını ve piagnoni (Savonarola taraftarı) olarak kendi çalışmalarını bir yana bıraktığını ve dolayısıyla yaşamının sonlarında yavaş yavaş tam bir «tirit» haline geldiğini ileri sürdü. Bunun, bir biyografi ayrıntısı olmaktan çok, eleştirel bir yargı olduğu apaçıktır. Diğer yandan Vasari’den sonra Baldinucci’nin ve Orlandi’nin tekrarladıkları bir yana bırakılırsa, iki yüzyıl boyunca Botticeli’den artık söz edilmez olduğu görülür. Nitekim XVIII. yy’ın sonunda Botticelli hemen hiç tanınmamaktadır. Botticelli’nin «saf çizgiler oyunu» olarak görülen sanatına tamamen biçimsel alanda kalan büyük bir hayranlık ve coşku duyulmasının doğmasını görmek için Ruskin ve ön Raffaellocu ressamlarla birlikte romantik eleştirmenlerin ortaya çıkmasını beklemek gerekmiştir. Bu sanatın ahlaki yanına da dikkat edilmiş, ama bu da pek başarılı olmamış ve Botticelli, düşler kuran, bezgin, nevrozlu ve marazi bir “primitif sanatçı” olarak tanınmıştır. Botticelli’yi lanetlenmiş bir sanatçı olarak gören ve birçok kimse tarafından benimsenen bu kolaya kaçan görüşü aşarak sanatındaki yoğun şiiri ve «müziksel» tutarlılığı yeniden bulup ortaya çıkarmak işini ise XX. yy’da Bernard Berenson gerçekleştirmiştir.
Axis.

(…)Daha önceden de belirttiğim gibi, Botticelli’nin sanatının bu olağandışı karakteri, onun insanların içinde bulunduğu belirsizliklere karşı duyduğu sempatinin, bu durumun çekiciliğinin, çok sık olmasa da insanların enerjik ve sevimli yanlarının, kendilerinin kavrama gücünü aşan büyüklükte şeylerin gölgesi yanında ne kadar ufak kaldıklarının farkına varmalarının bir araya gelmesinden oluşan bir bileşimdir. O, insanoğlunun hakiki karakterini sanatına diğer sanat eserlerinden çok daha üstün bir şekilde yansıtabilmiştir.
Botticelli zevk tanrıçası Venüs’ü, denizden doğuşun yanı sıra diğer yapıtlarında da işlemiştir ancak bu tabloların hemen hemen hepsinde ölümün gölgesi, griye dönmüş vücutlar
ve solgun çiçeklerde sezilir. Öte yandan o Madonnalarını, bir yandan kucaklarında taşıdıkları kutsal çocuğun ağırlığı altında sanki eziliyor ve bir yandan da bizi sıcak ve yakınlık dolu bir hayata çağırıyorlar gibi görüntülemiştir. Aynı figür —ki sanat geleneği onu Guiliano de’Medici’nin metresi Simonetta’ya bağlar— karşımıza önce Judith olarak ortaya çıkar; inişli yokuşlu bir araziden yürüyerek evine geri dönmektedir; büyük bir iş sona ermiş ve tiksinti anı gelmiştir, elinde taşıdığı zeytin dalı artık kendisine bir yüktür; daha sonra Justice [ olarak belirdiğinde ise tahtında oturmaktadır; ancak nefret yansıtan gözlerinin sabit ifadesi, elindeki kılıcı adeta bir intihar aleti haline sokmuştur; ve Calumnia’nın Veritas [ olarak alegorik bir biçimde ifade edildiği tabloda ise, aklımıza ister istemez sanki kazara Gerçek imgesi ile Venüs’ün kişiliğinin tanımlandığını getirir. Aynı duygusal yaklaşımı onun gravürlerinde takip etmemiz mümkündür; ancak bunlardaki payının ne olduğunu tam olarak bilmemiz imkansızdır; eğer ben sizlere Botticelli’nin nasıl bir ruh hali içerisinde çalışmış olduğunu doğru olarak aktarabildiysem şu an okumakta olduğunuz bu incelememin amacına ulaştığı söylenebilir.


Bütün bunlardan sonra şu soruyu sorabiliriz: Botticelli gibi —ikinci sınıf sayılabilecek— bir ressam genel sanat eleştirisi için uygun bir konu teşkil eder mi? Michelangelo veya Leonardo gibi birkaç büyük ressam kültür dünyasında büyük bir gücü temsil eder, belki de Sandro Botticelli kalitesindeki sanatkarların kendileri için çalışmasını sağlayabilmiş olmalarının nedenini en çok burada aramamız gerekir- Yukarıda bahsi geçen bu çok değerli ressamların yalnızca teknik açıdan incelenmesi ya da artık modası çoktan geçmiş bir tarzda eleştirilmesi değil, onların sanat dünyası içindeki yerini genel kültür kapsamı içerisinde araştıran inceleme/eleştirilerin yapılması, bunun yanı sıra daha az önemli ressamların yalnız teknik açıdan ve geleneksel bir tarzda eleştirilmeleri daha yerinde olur. Büyük ressamların yanı sıra, kendilerine has çok özel bir kabiliyet sahibi olup bizlere sanat zevkini eşini hiçbir yerde bulamayacağımız bir şekilde tattırmayı başarmış bir grup ressam vardır ki onların yarattığı sanatın değeri de, diğer üstün yetenekli ressamlarda olduğu gibi, genel kültür çerçevesi içerisinde incelenmelidir. Bu ressamların eserlerinin ise, adlarının diğer bazı ressamlar kadar çok duyulmamış ve ünlerinin pek yayılmamış olmasına karşın onların eserlerinin çekiciliğine kendini kaptırmış, tablolarından çok et kilenmiş sanat eleştirmenleri tarafından yorumlanması gerekir. İşte Botticelli bu yukarıda bahsettiğimiz seçkin grup ressamlar arasındadır. Onun sanatı Rönesans’ın başlangıcında gördüğümüz belli belirsiz ve çekingen tazeliğe sahiptir; bu da onun yaşadığı dönemi belki de entelektüel tarihin en enteresan dönemi olarak saymamızın ana nedenidir: Ancak onun yarattığı eserleri inceleyerek İtalyan sanatının insanlık tarihinde ne kadar büyük bir yeri olduğunu kavramaya başlarız.

Walter Pater, Rönesansın Serüveni, YKY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder