Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Buonarrati, Michelangelo





Michelangelo  Buonarroti  (1475-1564)

Daha on üç yaşında iken kendini sanata veren, zamanının ünlü sanatçılarından öğrenilmesi gerekli bilgileri alan Michelangelo, kısa bir zaman içinde birbiri ardından, Sarhoş Baküs (1497), Pieta (1500), Davut (1502) gibi göz kamaştıran heykeller verir.
Pieta, onu zamanının en iyi heykelcileri arasına koymuştur. Bu ünlü heykel grupu, sanatının gelişmesinde bir tarihtir. Sanatçı, Meryem’in dizlerinde cansız yatan İsa motifini belki de bazı gotik heykellerden almıştır. Ama Pieta’nın dramı, bu eserde bütün derinliğiyle yaşamaktadır. Elbisesinin kıvrımlarıyla örtünmüş bulunan Meryem, İsa’nın cansız vücudunu taşımaktadır. Kumaş kıvrımlarının kuvvetle gösterilmiş gölgeleriyle, İsa’nın mat vücudu arasındaki tezat, eserin hakim motifidir.
Michelangelo 1505’te, II. Julius’un türbesine başlıyor. Türbe, kırk heykeli, alçak kabartmaları, çeşitli süsleriyle muazzam bir anıt olacaktı. 38 yıl sonra sanatçı: «Kendimi bu türbeye ve bütün gençliğimi harcamış oldum» demekten kendini alamamıştır. II. Julius’un hayal ettiği türbe bir türlü gerçekleşememiş, sanatçı sadece büyük Musa heykeliyle bugün Louvre müzesinde bulunan iki, Floransa’da akademide bulunan mermerden yarı -olarak meydana çıkarılmış dört esir heykelini yaratmıştır.



Papa II. Julius’un mezarı, Michelangelo’nun en iddialı proje lerinden biridir: Antikçağ’dan beri, hiç kimse bu kadar çok sayıda heykeli barındıran bir anıtmezar gerçekleştirmeye kalkışmamıştır. Sözü geçen anıtın bir papanın anısına adanmış olması şaşırtıcı görünürse de, aslında, ruhani iktidar ile dünyevi iktidarın birbirine karışmasının en yüksek noktasına da Papa, II. Julius (1503 yılında, 63 yaşında papa seçildi, 1513’te öldü) zamanında ulaşılır: hırslı bir yapıya sahip olan papa, Avrupa’nın en güçlü hükümdarlarının arasında yer almak ve İtalya’ya da hükmetmek istiyordu.
Bu şan şeref merakı, özellikle, onun yaptırdığı ve Roma’yı Avrupa’nın sanat merkezi haline getiren yapılarda ve eserlerde kendini belli eder. Üstelik birçok projesi tasarlandığı biçimiyle asla gerçekleştirilememiş, aşırılıkların kurbanı olmuştur. Vatikan Sarayı’ndaki, Belvedere avlusu, Braman te’nin planlarını tamamen değiştiren ardılları tarafından büyük ölçüde bozulmuştur; yeni San Pietro Bazilikası, uzun yıllar boyunca şantiye durumun da kalacaktır.
Mezarın yapımı da yıllarca sürüncemede kalmış ve Michelangelo için gerçek bir trajediye dönüşmüştür; sonuçta, gerçekleştirilen anıt Roma’daki San Pietro in Vincoli’de görülebileceği gibi, ilk tasarlanandan çok farklıdır. Ama sadece bu hayaller bile, kendi başına bu anın tarihi önemine tanıklık etmiştir ve bu girişim ustanın en etkileyici heykellerinden bazılarını yaratmasına vesile olmuştur: Köleler, Musa. T.L.

Michelangelo’nun heykelci olarak yaptığı eserler arasında, Lorenzo ile Juliano da Medicis’in Floransa’daki mezarları başta gelir.
Onun resimlerine gelince, bunlar heykellerinin bir devamıdır. Şahıslar aynıdır, teknik, bir heykelci tekniğidir. Quattrocento’da pek görülmeyen çıplak vücut, onunla bütün güzelliğini kazanıyor. Michelangelo’nun çıplak vücut etütlerine olan düşkünlüğü, bir heykelci ruhu taşıdığı, çıplak vücutta insan ihtiraslarını ifadeye en elverişli bir çevre bulduğu içindi. Sanatçının resimlerin de bile bir heykelci olarak kaldığını Cassina Savaşı Kartonu, Sistina kilisesinin tavan ve mihrap üstü freskoları gösterdiği gibi, 1546’da Varchi’ye yazdığı mektubun şu satırları da belirtmektedir: «Resim rölyefe yaklaştığı oranda bana değerli görünüyor. Heykel sanatı, resmin meşalesidir».
Michelangelo’nun mermere eşsiz biçimler veren kudretli elleri olmakla beraber, heykel sanatının şartları onun önüne aşılmaz engeller koymuştur. O, biraz da bu engellerden kurtulmak için resme dönmüş, heykelci olarak gördüğü, ama heykel sanatının imkan vermediği şeyi renk ve çizgi ile anlatmak istemiştir.
Papalar, Roma’da Vaticano sarayında otururlardı. Bu sarayın Sistina adıyle anılan küçük bir kilisesi vardı. Bu küçük kilise IV. Sixtus’un emri üzerine yapılmış ve 24 ağustos 1483’te törenle açılmıştı. İşte Michelangelo’nun ressam olarak yaptığı en büyük eserler bu yapının tavanında ve dipteki duvarı üzerinde bulunmaktadır. Onun şövale resmi olarak 1503’te yaptığı ilk büyük eser, bir tonda olan yani yuvarlak şekilde bir yağlı boyadır. Kutsal Aile adı verilen bu resim, sanatçının ileride yapacağı freskoların birçok özeliklerini ilk defa yansıtan bir denemedir. Yerde diz çökmüş olan Meryem, arkasında Yusuf’un tuttuğu çocuğunu almak üzere, biraz sağa dönüp, kollarını yukarıya doğru uzatmaktadır. Arka planda konu ile hiç bir ilgisi bulunmayan çıplak delikanlılar görülü yor. Bu ekleme, Michelangelo’nun resimde bile bir heykelci olarak kaldığını gösteren ilk örnektir.

 Michelangelo’nun duvar resimlerini gözden geçirmeden önce, onun Anghiari savaşına karşılık vücuda getirdiği Cassina Kartonu üzerinde duralım: Leonardo, Milanolulara karşı kazanılan savaşın bir köşesini, bir sancak uğrundaki boğuşmayı bu eserine konu olarak almıştı. Michelangelo ise Floransalıların Pizalılara karşı kazandığı Cassina savaşını seçer. Anlattıklarına göre, sıcaktan bitkin düşen Floransalı erler, düşmanı uzaklar da sandıkları için Arno nehrinde yıkanmayı fırsat bilmişler, suyun serinliğine kendilerini bırakmışlar. Tam o sıra da nefes nefese çıkagelen haberci, Pizalıların yakınlarda olduğunu bildirir. Sudan dışarı fırlayan erler, bazıları giyinmeye bile vakit bulamadan, sil doğru koşarlar.




İşte Michelangelo, savaştan bu sahneyi yakalayıp tespit etmiştir. Eserde hiç bir manzara parçası yoktur. Yalnız çıplak vücutların kıvraklığıyla tezat teşkil eden sert kaya parçaları göze çarpmaktadır. Şiddetli bir hareket, insanları aşağı sağ köşede yere yatmış olan şahıstan sağ dan sola doğru, sürüklemektedir. Bu görünüşteki karışıklık içinde, yer yer, sabırsızlığın, endişenin, korkunun, savaş sevincinin yüzlerde dolaştığı görülmektedir.

Michelangelo da, Leonardo gibi eserini tamamlayamamış, gerçekleştirdiği kartonu da bir ihtil kargaşalığında yok olmuştur. Anghiari Savaşını kopyalarından öğrendiğimiz gibi, Cassina Savaşını da başka ressamların desenlerinden öğrenmekteyiz.

Michelangelo’nun resam olarak vücuda getirdiği iki büyük eserin Sistina kilisesinde bulunduğunu söylemiştik. Bu kilisenin duvarlarını, büyük ressamlar dini resimlerle süslemişlerdi. Boş kalan tavanın süslenmesi işi de 1508’de II. Julius tarafından Michelangelo’ya verilir.



Kilisenin tavanı pek yüksekti. Tavana kadar yükselen bir iskele kurulur. Michelangelo, 48 metre uzunluğunda ve 13 metre genişliğinde olan bu tavanı, tam dört buçuk yıl, yukarıya kadar tırmanıp sırtüstü yatarak 343 figürle, tek başına süslemiştir. Onun Giovanni da Psitoia’ya yazdığı sone, bu halini şöyle anlatır:
Resim yapmak için yukarıya bakmaktan
Ensem tutuldu.
Fırçamdan düşen damlalar,
Çehremde, alaca renkli,
Muhteşem bir mozaik yarattı.
Michelangelo, zaman zaman aşağı inip, yaptıklarını uzaktan kontrol etmek zorunda kalıyordu. Sistina kilisesinin tavanı çok büyüktü. Seyircilerin, resimleri aşağıdan iyi görmeleri için onların büyük olması gerekiyordu. Bir insanın, ayaklarının nerede olacağını bilmeden başını yapmak gerçekten güç bir şeydi. Sanatçı bu güçlüğü eşsiz bir ustalıkla yenmiştir.
1512 yılının eylülünde tamamlanan muazzam tavan resimlerini, kiliseye girenler, hayretle, hayranlıkla seyredebildi. Dünyanın yaradılışını ve insanoğlunun kara alın yazısını anlatan bu resimler, dördü büyük, beşi küçük olmak üzere dokuz levhadan ibarettir. Bu levhalarda şu eşsiz şaheserlerle karşılaşıyoruz: İlk Günah, Havva’nın Yaratılışı, Adem’in Yaratılışı, Tufan, Tanrı Sular Üzerinde, Unutulmaz Peygamberler Serisi, Zekeriya, Üzeyr, Yoel, Danyal, Yeremias, Yunus. Sonra sihirbazlar. Bütün bu figürler heykel gibidirler. Duvardan ayrılmış görünürler; hava ve ışıkla çevrelenmişlerdir. Hepsinin kudretli adaleleri, hepsinin harikulade bu- anatomi ve perspektif ilmini gerektiren duruşları vardır.
Tavan resimleri bittikten aşağı yukarı otuz yıl sonra, Michelangelo’dan, mihrabın üstündeki duvarı da süslemesini isterler. Orada ilk defa Perugino tarafından yapılmış resimler vardı, ama bozulmuşlardı. Aynı yerde Michelangelo’nun yaptığı resim Mahşer adını taşır. Mahşer, resim sanatını, hikâyeci pitoresk tablolardan, bir Botticelli’nin veya Ghirlandojo’nun dışı gösteren tablolarından çok uzaklaştırmıştır. Michelangelo’ya gelinceye kadar kompozisyon, şahısları yatay bir çizgi üzerinde toplardı. Mahşer’de ise yuvarlak bir şekil alıyor. Çıplak insan vücutları, bir şelâle gibi yukarıdan aşağıya doğru yuvarlanıyor. Eserde bütün unsurların katılacağı bir tek sahne yerine, perdeleri aynı zamanda başka başka sahnelerde oynanan bir piyes gibi, her biri kendi başına ilgi uyandıran bir çok küçük sahneler göze çarpmaktadır. Böyle olmakla beraber bu sahneler arasında kuvvetli bir bağ görmemeye imkan yoktur.

Mahşer, geleneğe ve dini sanatın verilerine göre tasarlanmıştır. Aşağıda diriliş ve cehennem; ortada cennete doğru yükseliş ve günah işlemiş olanların düşüşü; yukarıda İsa; sağında iyi, solunda kötü insanlar; bu İsa, öfkesiyle günahkarları titreten merhametsiz bir hâkimdir. Michelangelo’nun İsa’sında ne Bizanslıların ve ortaçağ freskocularının tasvir ettiği o haşmetli olan insanı; ne Fra Angelico’nun acınacak peygamberlerini görürüz. İsa bu eserde, Katolik dininin bütün iconographie geleneklerine aykırı olarak tasarlanmıştır. Meryem de bu geleneklerle ilgisini kesiyor; artık onda, günahkarları affettirmek için araya giren o merhamet ve şefkat dolu azizeyi değil, insanlara yüz çeviren ve oğlunun öfkesini paylaşır görünen bir kadını görüyoruz.

Hayal kırıklıklarının altında ezilmiş, insanlığın yüzkızartan taraflarını görmüş, uçurumların derinliğini ölçmüş olan Michelangelo, bu müthiş esere bütün acılarını dökmüştür. On bir gruba ayrılmış olan iki yüz figürlü bu muazzam eserde, hareket halinde olmayan tek bir kişi gösterilemez. Adaleler dinlenme anında bile şişkindir; fizyolojik kanunlara karşı olarak, aynı zamanda çalışmak tadır. Çünkü bu sanatçı için, duyulan hakikat, görülen hakikatten önce gelmektedir. Michelangelo aynı zaman da hem tabiatın, hem eski Yunan sanatının şekillerini bozmakta, her ikisinden ilhamını almaktadır. Mahşer, tür lü değişikliklerle, Laocoon grubunun ateşli bir yorumundan başka bir şey değildir. Eserin bu karakteri XVII. asır sanatçılarını derinden etkilemiş, barok üslubun hareket noktası olmuştur. S.Kemal Yetkin, Büyük Ressamlar.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder