Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Chagall, Marc

Marc Chagall (1887-1985)
Tuvaliyle mutluluk tadı veren masalcı dede: Chagall 90 yaşında.
Marc Chagall 90 yaşında... Bu, insanoğlu için oldukça uzun bir yaşama süresi. Ama, onun yaşama, çalışma, yapıt verme yoğunluğunu göz önüne alınca bütün bunları 90 yıla nasıl sığdırabildiğine şaşıyorsunuz. Önce Rus, sonra Fransız, sonra Amerikan vatandaşı, Chagall. Önce renk ustası, sonra desenci, sonra gravür sanatçısı, sonra tiyatro dekorcusu, sonra vitrayçı, seramik sanatçısı ve yontucu. Birde “masalcı dede”. Öyle ya, ister resim olsun ister tiyatro dekoru, ister vitray olsun, ister gravür, her yapıtında düşten daha gerçek olan “masallar” anlatırmış gibi değil midir? Ancak, sanatçının düş dünyasını oluşturan gerçekleri, gerçeklerini var eden düşleri ve bunların sarmaş dolaş oldukları masalımsı yapıtları tanıyabilmek için, taa 90 yıl öncesine geri gitmek gerek.

Marc Chagall, 7 temmuz 1887’de Rusya’nın Vitebsk kasabasında doğdu. Orta halli, kalabalık bir ailenin çocuğuydu (sekiz kız, iki oğlan). Resme 17 yaşlarında, kasabadaki bir portre ressamının yanında başladı. Bir yıl sonra da St. Petersburg’a gitti. Büyük kentteki başarısızlıklar, yalnızlıklar, Sanat ve Meslek Okulu’na girememesi, genç ressamı karamsarlığa sürükledi. Çok geçmeden, Chagall bu karamsarlıktan kurtulup dünyayı yeniden toz pembe görmeye başlayacaktır. Çünkü, Leon Bakst’ın atölyesine kabul edilmiş ve ilk kez orada zamanının Fransız resmiyle karşı karşıya gelmiştir. Fransız resmindeki özgür tutum özellikle renklerin kullanılışı sanatçıyı öylesine coşturur ki, Paris’e gitmeyi aklına kor. Paris’e gitmeden önce iki, önemli gelişme olur sanat yaşamında. Rengin salt renk olarak anlatım gücünü fark eder, resimlerinde uygulamaya başlar; sonradan evleneceği Bella adlı kızla tanışır.
Yıl 1910. Chagall Paris’tedir. Bu kentte, sonsuz bir renk cümbüşü içinde “fovizm” egemendir. Chagall, çok geçmeden sanatçılardan oluşan bir çevre edinir kendine. En yakın dostluğu ozan Max Jacob ve Appolinaire’le kurmuştur. O da aynı akıma gönlünü kaptırır. Ancak, gerek renk anlayışı gerek fovist’liği, ne Matisse, ne Derain ne de Braque’inkine benzer. Renkleri daha bir canlı ve hoştur; boşluklar önemli bir yer tutar yapıtlarında; insanı ise hep ön plana oturtur. İnsanı ve hareketli insan yüzleriyle, nerdeyse Soutine’in habercisidir. Ama, onun gibi yalnızlık dramını değil de mutluluğu yaşamaktadır çizdiği insanlar. Bu dönemin hemen hemen her renkleri formların dışına taşmaktadır. Daha sonra kübist dönemi başlarsa da, Chagall, öteki kübistler gibi bu akımın katı kurallarına uymaz. Onun için yalnızca bir yöntemdir, renkleri sonsuza dek bin bir parçaya ayırabilmenin, bölebilmenin yoludur kübizm.
Bunu gerçekleştirirken de, fantezisini, düş gücünü alabildiğine özgür kılar.
1914 yılında Bella ile evlenmek üzere Rusya’ya gittiğinde savaş patlayacak ve Chagall Paris’e dönemeyecektir; taa 1923’e dek. Bu arada, Rusya’da devrim olur. Chagall, doğduğu kasabada Güzel Sanatlar Okulu kurmakla görevlendirilir bir yıl sonra Leningrad dev bir resim sergisi düzenlenir. Devlet, sanatçının tüm resimlerini satın alır. Bundan hemen sonra Vitebsk’e gelen bir öğretim görevlisi ressam Malevitch’le aralarının açılması, Chagall’ın. Moskova’ya geçerek tiyatro çalışmalarına ağırlık vermesine yol açacaktır: Anlaşmazlık, resim anlayışlarının uyuşmamasından doğmuştu. Malevitch, Chagall’m resmini kişisel olmakla suçluyordu Kişisel ya da değil Chagall’ın tablolarında cisimler formlar ve özellikle yaşama sevincini yansıtan “âşıklar” boşlukta “uçuşmaya” başlamışlardı bile.



1923 Paris. Bir yandan resim, çalışmalarını sürdürürken öte yandan desenlere, gravürlere, kitap resimlemeye hız verdiği dönem başlar. İlk resimlediği kitaplar, Gogol’un “Ölü Canlar”ı ile La Fontaine’in ‘ . Bunlar, Chagall’ın ne  denli büyük bir çizgi ustası olduğunu ortaya  koyar. Başıboş: sürekli devinim içinde, sanki sayfalardan kaçıp gidecekmiş gibi telaşlı  çizgiler ve gerçeği düşlerle yakalayabilme kaygısı. Gravürlerinde sanki bir büyü gizlidir. Belli bir mizah anlayışına da yaslanmıştır. Saçmanın gülünçlüğünü ortaya koyan, dünyayı alaya alan kişinin, ressamın kendisi mi, yoksa kağıttan başını uzatmış bakan o insan biçimi mi olduğu belli değildir.

1931 de de Mısır’a ve Filistin’e yaptığı geziler İncil’i resimlemesine yol açar.

Aşıklardan sonra en büyük konularından biri olan Sirk’e yönelir. Sirk gravürleri birbirini izler. Aynı zamanda çeşitli kentlerde açtığı sergiler de.

1939’da: Amerikalılar, Carnegie Ödülünü verirler Chagall’a. Amerika’ya bu ilk yolculuğundan sonra. 1941 yılındaki ikinci gidişinde Amerikan vatandaşlığına geçer.  Chagall  için karamsar bir dönem başlamıştır.’: Savaş yılları, Paris’in Almanlar tarafından işgali ve ansızın 1944’te karısı Bella’nın ölümü Chagall ilham perisini yitirmiştir sanki;  anavatanıyla çocukluk anılarıyla, bin kez  resimlediği Rus yaşantısıyla arasına bir kopukluk girmiştir. Bella’nın ölümünden sonra onunla olan anılarını “Aydınlık Işıklar” adlı kitapta yayımlayacak ve pek çok yapıtında yaşatacaktır. 1965’te, Stravinski’nin “Ateş Kuşu” balesinin dekorlarını yapar, 1946’da Paris’e döner. Fransa onu bağrına basar, ‘dönüşünü dev sergilerle kutlar. Yine yolculuklarına hiç ara vermeyecek olan Chagall, bundan böyle Fransa’nın güneyini yurdu bilecektir.



Çok yönlü çalışmaları, Almanya, Hollanda, İtalya, Belçika, İsviçre ve Amerika’da açtığı sergiler; “Binbir Gece Masalları”nın resimlenmesi, “Fantastik Paris” gravürleri, seramik ve heykel çalışmaları “Daphne ve Cloe” balesinin kostüm ve dekorları, Metz Katedrali’nin yanı sıra çeşitli dini yapılar için vitraylar, 1964’te Paris Operası’ nın kubbesinin içini resimleme sanatçının Paris’teki çalışmalarına birkaç örnektir.

Chagall’ın hangi dönemine özgü olursa olsun, hemen hemen tüm yapıtları, konuları bakımından bir “mutluluk tadı” taşır. En ağır başlı konulara bile, iç güdüsünden gelen bir yumuşaklıkla, sonsuz bir duygusallıkla yaklaştığı görülür. Düş gücüne sonsuz özgürlük tanır; ama düşün sonu gözyaşı getirecekse vazgeçerek yeni baştan mutlu bir düş kurar. “Aşıklar”, “Çalgıcılar”, “Akrobatlar”, doğadaki yaratıklar, ağaçlar, çiçekler, yapraklar, hayvanlar, hep birbirini arar, birbirini kucaklar, bir yerde buluşurlar. Bütün bu buluşmaların Chagall’ın renklerle var ettiği boşluklarda ya da alanlarda (yoksa uzayda mı?) yer alması, düşlerin “yaşanmış gibi” liği ayrıntıların yinelenmesi, sanatçıyı bilinmeyen dünyaların ya da çok uzakların masallarını anlatan bir “masalcı dede”görünümüne sokar. Rusya’da geçirdiği dönemde bu masallar daha somuttur. Sanki çocukluğun da yaşadığı bir öyküyü yeniden renk ve çizgiyle dile getirmektedir. Paris’e gelişinden sonra ise bunlar somutluğunu yitirecek, düş gücüne, iç güdüye, bilinç altına herhangi bir sınır konmayacaktır. Ama bu sonsuz düş gücü, içgüdü ve bilinçaltıdır, Chagall’ın gerçeklerini ortaya koyan.
Milliyet Sanat, 1977


1910 ile 1914 arasında ve 1923’ten sonra Paris’te yaşayan, ayrıca Berlin’de de iyi tanınan Rus ressamı Marc Chagall da bu yaratıcı gerçekçiliğin bir başka türünü ortaya koymuştur. Ben ve Köy, Delaunay’in yuvarlak biçimlerden oluşan resimlerindeki düzenlemeyi anımsatan bir anılar demetidir. Bilinen ölçek ve yerleştirme kuralları burada yerini başka bir gerçeğe bırakmış gibidir; insanın gözünü ineğin gözüyle birleştiren noktalı çizgi, görünmeyeni de görünür kılabileceğimizi bize kanıtlar. O dönemde, Apollinaire, Chagall’ın atölyesine gittiği zaman, kendisinin önce şaşırdığı, sonra da ‘Doğaüstü!’ diye mırıldandığı söylenir. André Breton, daha sonra Chagall için şunları söylemiştir: ‘Onun tam anlamıyla lirik bir biçimde patlaması 1911’de başlar. Eğretilemenin modern resme başarıyla girişi, yalnız onun yapıtlarında görülür.’ N.Lynton






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder