Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Derain, André

André Derain (1880-1954)

Kaya Özsezgin
Klasik modernizme yönelmiş, kübizmin öncülerinden olmuş bir usta:
Çağdaş sanatın kurucularından André Derain, 10 Haziran 1880’de Paris’in güneybatısında, Seine kıyısında küçük bir kasaba olan Chatou’da doğdu. Ekmek ve pasta yapımıyla uğraşan babası, onun mühendislik eğitimi görmesini istiyordu. Fakat küçük Derain’in eğilimi ve merakı resim sanatınaydı. Bu nedenle daha ilk ve ortaöğrenimi sırasında Jacomin adlı bir ressamdan ilk derslerini aldı. Yirmi yaşına doğru bir trende, rastlantı sonucu tanıştığı Vlaminck’in onu yüreklendirmesi üzerine, yoğun bir çabayla resme yöneldi ve Carri Akademisi’ne öğrenci olarak yazıldı. Orada Matisse’i tanıdı. Aynı yıl Chatou’da Vlaminck’in özel atölyesini bir süre paylaştı. Sonradan “fauvisme”in ocağı olarak ün yapacak olan bu atölye, Derain’de katışıksız renklere ve yalın biçimlere karşı ilgi uyandırdı. Gene de bütünüyle içgüdüsel bir yol izleyen Vlaminck’in aksine Derain, düşünceyi ve geleneğe dayanan resim kültürü ön planda tutuyordu. Müzelerdeki eski ve soylu yapıtları, kalıcı değerdeki tabloları yakından inceliyor, onlara bu kalıcılık niteliğini sağlayan gizleri, çözümü güç formülleri kendi yeteneğiyle çözümlemeye çalışıyordu. Erken yaşlarda “müze sanatı" nı keşfetmişti.

Kendisi gibi düşünen arkadaşları Linaret ve Puy ile, Louvre’da sık sık kopyalar yapıyordu. On beşinci yüzyılın ünlü İtalyan ressamı Ghirlandajo’nun “Çarmıhtan İndiriliş” adlı tablosundan yaptığı kopya, bu tür yapıtları arasında önemli bir yer tutar. Matisse, bu tablonun biraz da özgür yöntemlerle kopya edilmiş olması karşısında hayranlığını gizleyememişti.

Derain’in görüşüne göre Raffaello, o zamana kadar anlaşılmamış, büyüklüğüne anlamamış ressamların en önemlisiydi. Louvre’u yakmak, yok etmek gerektiğini öne süren çağdaşlarından yana değildi Derain. Onca, eski ustalar, resim sanatının ünlüleri, sanatın alfabesini oluşturmuşlardı. Bu alfabenin doğruluğu konusunda kuşkuya kapılmak, okumak, yazmak ve düşünmek için tüm araçları elinin tersiyle itmek anlamı taşırdı. İçgüdüden çok, belli bir disipline, akıl ve duygu birliğinin dengesine, ölçüsüne inanmaktaydı. Apollinaire, Derain’in eski ressamlardan, ünlü sanatçılardan kopyalar yoluyla sanatın ilkelerini öğrenmek ve gerekli disiplini yeniden ele geçirmek istediğini öne sürmekte kuşkusuz haklıydı.

1900—1904 arasını dolduran uzun bir askerlik döneminden sonra Matisse, onun ailesini, Derain’in ne yapıp edip kesinlikle resme bağlanması yolunda inandırınca, sanatçının önünde yeni ve özgür bir yol açılmış oldu. Yalın ve parlak renklere yoğun biçimde çakışıyor, yeşilin mavinin ve kırmızının tüm tonlarını paletinden eksik etmiyordu. 1905 yazını Matisse’in yanında Collioure’da geçirdiği sırada, şimdi Saint-Louis 1 bulunan ilk önemli tablosu “Suresnes’de Balo”yu yapmış, “fauve” grubu ressamlarıyla ilişkisini iyiden iyiye geliştirmişti.

Derain’ in bu ilk döneminde “divisionnisme”i bütünüyle bırakmadığı, henüz kararlı bir işçiliği yansıtmayan renklerinde şiirsel sayılabilecek bir tekniği benimsediği görülür. Geniş kare tuşlarıyla yaptığı resimleri, daha çok Matisse etkilerini taşır. Doğa görünümlerini konu alan tablolarıyla 1905’i izleyen yıllarda Sonbahar Salonu’nun ünlü “cage aux fauves" unda yandaşı olan sanatçılarla bir arada, ortak sergiler içinde görülür. “Collioure” adını taşıyan tablo, bu dönemin seçkin yapıtları arasındadır.



Matisse’in ona tanıttığı tablo alım satımcısı Vollard, Derain’in tüm yapıtlarını satın alır ve ona Londra’ya gitmesi yolunda uyarıda bulunur. Vollard anılarında, Derain’e böyle bir öneride bulunduğu için çevresi tarafından suçlandığını anlatır. Bu kişilere göre, doğal çevresinden uzaklaşan sanatçı, kişiliğini yitirecek ve yeni bir yola yönelecektir. Oysa bu öneriye uyan Derain’in Hyde Park’tan ve Thames Rıhtımını çalıştığı bir dizi resim, Vollard’ı haklı çıkarır: Derain’in kişiliğinde hiçbir değişme olmamıştır.

1907’yi izleyen yıllar, Derain’in sanatında yeni ilişkilerin, yeni dostlukların belirdiği bir dönemi belgeler. Sanatçı Chatou’dan ve eski dostu Vlaminck’ten uzaklaşacak, ressamlar çevresi Montmartre’a yerleşecek, yeni dostlar edinecektir. Max Jacob, Braque, Apollinaire, Van/Dongen ve Picasso’dan oluşan bu yeni çevre, “Bateau Lavoir”nın yanındaki Tourlaque sokağında kiraladığı yeni atölye, onu kübist ve gerçeküstücü bir ortama yaklaştıracaktır. Ne var ki, Chatou’daki üslubun yerine geçen kübist etkiler, Braque’a özenerek bu yolda yapılmış çalışmalar, yaklaşımın sınırlı etkilerin ötesine taşmadığını kanıtlar gene de. 1910’a kadar yaptığı resimler arasında (Cassis manzaraları ve banyo yapan kadınlar) Picasso’nun “Avignonlu Kadınlar”ını anımsatan yönler bulunmakla beraber Derain, kübist bir ressam olmadı bütünüyle. “Cagnes Köprüsü” ve “Cadagues’ dan Görünüm” adlı tablolarında da izlendiği gibi, C ile başlayan kübist aşamayı anlamaya, sindirmeye çalıştı Derain yalnızca. Nitekim az sonra, 1910’u izleyen yıllarda yeniden eski tutkusu ağır basacak, bu kez İtalyan ressamlarına, eski Sienne ve Ferrare primitiflerine, onbeşinci yüzyıl Flaman ressamlarına yönelecektir.
1912 tarihli “Pencere Ötesinde” ve ondan iki yıl sonraki “Atlı” tabloları ile ortaçağ sanatını anımsatan “İçki İçenler”, bu yönelişin izleriyle doludur. Genellikle dinsel konuları, yalın görünümlü natürmortları içeren 1910 sonrası resimleri, kimi kaynaklarda Derain’in “gotik” dönemi olarak anılır. “İsa’nın Son Akşam Yemeği”, “İki Kızkardeş”, “Paul Poiret’nin Portresi” ve şimdi Moskova

 Müzesi’nde bulunan “Cumartesi”, onun bu dönemine özgü yapıtları sayılabilir. 1910 sonbaharında gittiği İspanya’da, Codaquez’ de buluştuğu Picasso da onu geniş ölçüde etkilemişti.



Birinci Dünya Savaşı başladığında yeniden silah altına alındı Derain. Değişik cephelerde, Champagne, Verdun, Aisne, Somme ve Vosges’da savaştı. Savaş, genç kuşak ressamlarını birbirinden uzak yerlere savurmuştu. Eski uyum yerini, geleneksel ve ulusal bir halk duyarlığı doğrultusunda eleştirmenlerin yer aldığı bir ortama bırakmıştı. Derain o dönemde “yaşayan en büyük Fransız ressamı” olarak anılmaktaydı. 1920’den sonra genellikle güney Fransa’da Lot, Bandol, La Ciotat, Cahors ve İtalya’da çalıştı. Latin kültürünün temeli olan topraklar, onda, geleneksel disiplin sevgisinin iyiden iyiye yerleşmesine yol açmıştı. Salmon, Apollinaire, Elie Faure, Clive Beli gibi eleştirmenler tarafından “éklectisme”i nedeniyle övülüyordu. Derain’in tekniğinde, resimsel yumuşaklığında müze kültürü giderek daha etkin bir yer almaya başlıyordu bu yıllarda. Çıplakları kimi zaman Courbet’yi, kimi zaman Renoir’ı anımsatıyor, manzara konulu resimleri Corot’ya benziyor (“Saint Maxim’in Bazilikası”), genellikle de Barbizon ressamlarına öykünüyordu (“Bakhos Rahibeleri”). Modeline benzeyen parlak portreleri, Bizans, Venedik, İspanyol resmine ya da İngres’e yakın özellikler gösterir. Mitolojik ve fantastik konulu resimler de bu dönemde ağır basar.

Bundan böyle Derain’de dolaylı ya da doğrudan biçimler altında tiyatro sanatının esinleri kendini gösterecektir (“Pierrot ve Arlequin”, 1924). Diaghilev’in “Boutique Fantasque”ı, Erik Satie’ “Jack in the Box”u ve “Mam’zelle Angot”u, ayrıca ünlü” Sevil Berberi” için kostümler çizmesi de gene bu dönemdedir. 1906’lardan başlayarak genellikle tahta gravür türünde yoğunlaşan illüstrasyon çalışmaları yaptı. André Breton, Max Jacob ve Apollinaire’in kitaplarını bu gravürlerle süsledi. Arta “Héliogabale”i ve Breton’un “Mont de-Piéte’si bunların başında gelir. Renkli tahtabaskı resimleri 1945’te “Skira” yayınevi tarafından geniş biçimde yayımlandı. Zenci heykellerine yakınlık duyması, onu heykel alanında da çalışmaya yöneltti. Çok sert bir geometrizmi öngören taştan heykeller yonttu. Arkaizmin anılarını da içeren bu tür çalışmalarını, 1939’dan başlayarak mask ve rölyefler halinde balçık malzemeye de uyguladı. Fransa’da ilki 1916’da, ikincisi 1931’de, iki kişisel sergisi düzenlendi.



Belli başlı alıcılarından biri sayılan Paul Guillaume’un galerisinde 1930’da sergilediği bir dizi resmi, basında geniş bir yankı uyandırmış, Kahnweiler Galerisiyle de bir anlaşma imzalamıştı.
Sanatla dopdolu geçen bir yaşam, 2 Eylül 1954 günü bir araba kazası sonucu kaldırıldığı Garches Kliniğinde noktalandı. Ölümünü izleyen 1955 Nisanın da Paris Modern Sanat Müzesi’nde ve Charpentier Galerisi’nde hemen hemen tüm yapıtlarını içeren iki önemli sergisi düzenlendi.

Apollinaire” Kübist Ressamlar” kitabında André Derain’i “kategorik’.’ bir ressam olarak tanıtıyor. Ayrıca da kübik estetiğin, öncelikle Derain’de hazırlık dönemini tamamladığına işaret ediyor. “Der Sturm” da yayımlanan bir yazısında ise Picasso’nun kübizminin ve okul niteliğinin, Derain’den çıktığını belirtiyor. Bu tür görüşler, kübizm ile fovizm arasındaki sınırın fazla derin olmadığını da kanıtlamaktadır. Nitekim Derain, daha ilk yıllarda, kübistlerin ilgi duydukları zenci sanatıyla yakından ilgilenmiş, Vlaminck’den satın aldığı tahta bir Afrika maskesinin bronz modelini Montmartre’daki atölyesinde Matisse ve Picasso’ya göstermişti. Bu bakımdan daha çok “fauve” topluluğu içinde anılan ve akımın görsel ilkeleriyle bütünleşmiş olan Derain, bir dönem resimleriyle kübizmin öncüleri arasına da katılmıştır. O, tüm bu yönelişlerin, iyi özümsenmiş bir müze kültürü ve usta sanatçı disipliniyle kalıcı boyutlara ulaşacağını sezmiş sayılı ressamlardan biri, belki de başlıcasıdır.

Derain’in yapıtları, Avrupa ve Birleşik Amerika’nın büyük müzelerine ve çok sayıda özel koleksiyona dağılmıştır. Pierre Lévy ve Troyes koleksiyonları, bunlar arasında sayılabilir. İstanbul Resim- Heykel Müzesi’nde de bir tablosu bulunmaktadır.
Milliyet Sanat, 1979

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder