Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Giotto, di Bondone

Rönesans sanatının kökü olan Giotto, 1266 da Toskana’da Vespignano yakınlarındaki Colle’de doğmuştur. Rönesans sanatçılarının hayatlarını yazan Giorgio Vasari, Giotto’nun sanat hayatını şöyle anlatır: Pisa ve Assisi kiliselerindeki pembe yanaklı madonnalarıyle bütün İtalya’da büyük bir şöhret kazanmış bir ressam olan Cimabue 1278 yıllarında bir bahar günü Floransa’dan Bolonya’ya giden yol üzerinde, Ombria tepeleri arasında yürürken, yolun kenarında bir servi altına oturmuş, koyunları otlatan 12 yaşında bir çocuk görür. Çocuğun bakışları sürüden, yassı bir taş üzerinde kömür parçasıyla çizdiği desene gidip gelmektedir. Bir lahza durur, hiç bir şey bilmeyen bu çocuğun gördüğü şeyleri nasıl bir doğrulukla çizdiğini görerek hayretler içinde kalır ve ona: «Daha iyi bir resim yapmayı öğrenerek bir gün ünlü bir ressam, zengin bir adam olmak istemez misin?» demekten kendini alamaz. Bunun üzerine çocuğun duyduğu derin heyecan karşısında ressam onu alarak o taraflarda oturan babasına götürür, diller dökerek çocuğunda büyük bir sanat kabiliyeti gördüğünü, bir gün büyük bir ressam olacağını ona anlatmaya çalışır. Baba güçlük göstermez, teklifi kabul eder, aynı akşam ressam yeni bir çırakla atölyesine döner.

Giotto, Floransa’da Cimabue’nin atölyesinde resmi öğrendikten sonra kısa zamanda büyük bir şöhret kazanır. Aldığı işler için Roma’ya, Napoli’ye, Avignon ve Milanoya gider. Fakat Giotto, hayatının büyük bir kısmını Floransa’da geçirmiş Dante’ye büyük bir dostlukla orada bağlanmış, 1337’de 71 yaşında orada ölmüştür.

Giotto’ya gelinceye kadar resim sanatı Bizans mozaikinin bir devamından başka bir şey değildi. Mozaik ise sanatçının imkânını sınırlayan bir ifade vasıtasıdır. Giotto ile beraber Bizans şemalarının çözüldüğünü görüyoruz. Çünkü ressamımız mozaiki bırakıp freskoya geçmekle hareketlerinde büyük bir serbestlik kazanmıştır.

Aynı zamanda iki üç sanatı kendinde toplayan her Floransalı gibi Giotto da hem ressam, hem mimardı. Ama onun asıl büyüklüğü resimdedir. Ressamın başlıca eserlerini, Assisi kilisesindeki freskolarıyle Floransa’da Santa Croce ve Padova’da Santa Maria dell’Arena veya Scrovegni kiliselerinin freskoları teşkil eder.

Bu resimler bize İsa’nın, Meryem’in ve Assizili ermiş Fransuva’nın hayatını anlatmaktadır.
Giotto, sanatını tabiatın gözlemine borçludur. Resimlerinde hayatın ve tam ifadenin cazibesi vardır. Bu bakımdan Giotto’ya realist diyebiliriz. Ama onun realizmi bir tavır, hareket ve ifade realizmidir. Pek az sanatçı ruhun derinliklerine onun kadar inmiş, sonra o derinlikleri dışarıya aksettirebilmiştir. Onun en duygulu ve en güzel eseri Padova’daki küçük Arena kilisesinde bulunmaktadır. Bu kiliseye girer girmez kuvvetli kompozisyonların etkisi altında kalırsınız. Bunlarda olayın açıklığı, şefkat ve ıstırap kuvvetli bir desenle belirtilmiş, saf renklerle ifade edilmiştir. Sanatçı, Hıristiyan sanatının süsleyici ve hikayeci rolünü aşarak ilk defa gözlerimizin önüne canlı, hareketli, duygulu bir insanlık koymaktadır.



Yandaki  resim, bir elinde haç, öteki elinde açık bir tomar tutan bir kadın biçiminde kişileştirilmiş inanç imgesini gösteriyor. Bu soylu figürün, Gotik heykelcilerin yapıtlarına ne kadar benzediğini görmek kolaydır. Fakat burada, bir heykel karşısında değil, hacmi nedeniyle bir heykel yanılsaması veren bir resim karşısındayız. İşte kısaltılma(perspektif) gösterilmiş kollar, yüzün ve boynun oylumlanışı (modelling), kıvrımlama sonucu vurgulanmış gölgeler ve akıp giden kıvrımlar. Bin yıldır böylesi bir şey gerçekleştirilmemişti. Giotto, düz bir yüzey üzerinde derinlik yanılsamasını yaratma sanatını bulmuştu. Gombrich

İtalyan ressamları realist desenin dilini heykelcilerden öğrendiler. Arena şapelinde Pizalı heykelciler tarafından yontulmuş olan heykeller Giotto’ya rondbos tarzındaki desenini öğreten modellerdir. Böyle bir göz terbiyesi alan sanatçı ilk olarak figürü duvar planından kurtaran, onu bir düzey olmaktan çıkaran ressamdır. Figürler artık bir mekan içinde yaşamaya başlıyorlar. Mekan için demek yaşayan bu figürler belginleşiyor, mücessem bir şekil alıyor, yuvarlaklaşıyor, bir bütün olarak değer alıyorlar. En tesirli, en kuvetli kompozisyonları Giotto’da görüyoruz. Hem de ne sadelik içinde... Onun sanatında dini endişelerin yerini estetik endişeler alıyor. Kompozisyona büyük bir ehemmiyet veren ressam, her figürün çizilip boyanma, ifade edilme tarzıyla yakından ilgilidir.




Zeytin dağında Yehuda ile karşı karşıya gelen İsa, seyircilere cansız bir çehre göstereceği yerde, Yehuda’nın ruhunu süzüyor, her şeyi bildiğini ona sükunet ile anlatıyor. Meryem, alışılmış dini çehresiyle aynı şekilde görüneceği yerde, ölen Mesih’in kapalı gözlerine doğru ıstırap içinde eğiliyor. Vücutlar rölyef ile hareket serbestliğini; ruh, uzuvların hareketleri ile ifadesini kazanıyor.

Giotto tarafından Meryem’in ve, İsa’nın hayatına ait çizilen sahneler o kadar sade ve incelikle, hareketler o kadar zevk ve ölçü ile tasvir edilmiştir ki insan onların karşısında hayran kalır. Renkler canlı ve ahenklidir. Mavi, pembe, beyaz, altın sarısı birleşerek tarif olunmaz bir intiba uyandırırlar. Giotto’nun üstünlüğü özellikle dramatik bir karakter taşıyan büyük ve sağlam kompozisyonlarında görülür. Onun tesadüfe hiç yer vermeyen terkip kuvvetini, insan ruhunun derinliklerini birkaç sade renk ve çizgi ile ifade etme kabiliyetini iyice belirtmek için çok tanınmış iki eseri üzerinde biraz durmak faydasız olmayacaktır.





Assisi kilisesindeki bir freskoya, Mantosunu Bağışlayan Saint Francois’ya bakalım. Mantosunu veren Saint Francois kompozisyonun ortasındadır. Bulunduğu yere göre dikkatimiz derhal onun üzerinde toplanıyor. Çizgilerin hareketi, kitlelerin ağırlığı maddi olarak bizi ona götürüyor. Ermişin başı iki tepe arasına sıkışan üçgen şeklindeki mavi gök parçasının açısı üzerinde bulunmaktadır. Bir tarafta başını yere eğmiş atın siyah kitlesini, öbür tarafta bağışı kabul eden fakir şövalyenin öne doğru eğilen figürünü görüyoruz. Birinci planda at figürü bütün bir tarafı ağır kitlesiyle doldurarak kompozisyonu tamamlamakla kalmıyor, bu hareketsiz, derin ve sade bağış tasvirine yayılan yalnızlığı, sessiz bir şekilde otlanmasıyle bütün bütün artırıyor. Giotto bu tezatlarla dış ve iç dünyayı kaynaştırabilmiştir.

(…)
Yunan altın çağından sonra ilk defa çizgi, aydın- modle, terkip ve hareketle gerçekleşen resim sanatını Giotto açmıştır. Bunun içindir ki sanat tarihinde onun eşsiz bir yeri vardır.
Büyük Ressamlar, Suut Kemel Yetkin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder