Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Goya, Francisco

Francisco Goya (1746-1828)
Saragoza’dan Madrid’e
Goya, on yedi yaşında SanFernando akademisinin vereceği burs yarışması için Madrid'e gider: bursu kazanamaz; üç yıl sonraki denemesi de başarısızlıkla sonuçlanır. Bunun üzerine her ressamın yaptığı gibi Roma yolculuğuna çıkar. 1771’de Saragoza'ya döndüğünde Nuestra Senora del Pilar bazilikasının tavan süslemeleri gibi önemli bir sipariş alır. Ertesi yıl Aula Dei Kilisesi için resimler yapar. Kilisenin duvarlarını yedi geniş kompozisyon kaplar. Aydınlık geniş planlarla hacim kazanan anıtsal figürler, seyircinin üstüne doğru geliyormuş duygusu veren bir mekân içinde dimdik yükselir. Hepsi de Luka İncili'nden alınmış bu sahneler; olgunluk dönemi eserlerini haber veren bir yalınlıkla canlılık kazanmıştır.

Goya,1774’te Saragoza'dan ayrılarak, karısı Josefa'nın erkek kardeşi Francisco Bayeu'nün gözde bir ressam olduğu Madrid’e gelir. İspanya o günlerde iki estetik anlayışının çatışmasını yaşamaktadır: Bourbon hanedanından III. Carlos'un ardından 1771 de Madrid'e gelen, neoklasisizmin savunucusu Mengs ve krallık sarayının salonlarını süslemek için kral tarafından çağrılan Tiepolo.  Gerek Tiepolo'nun ışığın hareketiyle mekânı kırıp ve yeniden yaratmadaki yenilikçi dehası, gerekse Mengs'in nasyonalizmi ve entellektüalizmi Goya'yı etkiler ve aile baskıları koruması altında sanatçının Madrid dönemi başlar: Raphael Mengs ve Francisco Bayeu Santa Barbara'daki krallık halı dokuma atölyesinden onun için siparişler ayarlarlar: böylece Goya sekiz yılda üç seri halinde halı taslakları hazırlar (1774-1780, 1786-1788, 1791-1792).  Zamanla işin tekniğinde ustalaşır, arada İtalyan etkilerinden de sıyrılır. Kralın çok beğendiği yağlıboya çalışmaların konusu halk yaşamından sahneler, avcılık ve balıkçılık sahneleridir. Bu işin karşılığı son derece düşük olduğundan, Goya bir yandan da zaman zaman şaşırtıcı bir başarıya ulaşan portreler yapar. Duruşlardaki ve kompozisyondaki zorlama ve gerginliğe karşılık daha o dönemde tedirgin edici psikolojik bir derinliğin izlerini taşıyan ilk seriyi, eşsiz bir canlılık ve yeniliklere açık teknik bir ustalığın ağır bastığı ikinci seri izler. Acımasız bir gerçekçilikle işlenen IV. Carlos'un ve Kraliçe Maria Luisa'nın portreleri buna bir örnektir. Buna karşılık abartılı süsün getirdiği katılık ve dengesizlik, Osuna Düşesi (1785) ve ressamın kızkardeşi Rita Goya y Lucientes'ın (1789-1792) portresindeki derin ve zarif yumuşaklığa erişemeyen La Solana Markizi (1792) gibi resmî nitelikte kadın portrelerinin pek çoğunda görülür.


Goya, La Tirana (1790-1792) veya Martincho (1790-1792) gibi çok güçlü portreler de yapar, ama yenilikçi ve kabına sığmayan dehası portre siparişleri altında boğulmuş gibidir; oysa alaycı yaklaşımını bu portrelerde pek de saklamamış ve parıltılı resim­ler çoğu zaman birer karikatüre dönüşmüştür. Bütün bunlar onun; kralın şaşırtıcı açık görüşlülüğü ve Bayeu'nün desteği sa­yesinde 1789'da saray ressamlığına atanmasını engellemez. Bu arada gene kayınbiraderinin sayesinde San Fernando akademisi onursal üyeliğine seçilir. Bu yükseliş hiç de kolay olmamış, düş-kırıklıkları, kıskançlıklar birbirini izlemiştir: kayınbiraderiyle ilk anlaşmazlıklar, 1780’li yıllarda Saragoza'daki Pilar bazilikasının dekoru yüzünden su yüzüne çıkar: «gerçekleştirdiği eserlerin, onurunu çiğnetmeden bir başka sanatçıya kayıtsız şartsız bağlı olmasına izin veremiyeceğini» açıklayan Goya için bu çalışma bağımsızlığını kanıtlamak için bir fırsattır.

Acılar ve Sürgün
Goya'nın yoğun ve düzenli çalışmaları 1792’de geçirdiği ağır ve uzun süren bir hastalıkla kesintiye uğrar. İşitemez hale gelen sanatçı kendini fantezilerini ve düş dünyasını, «kapris ve müda­haleler yüzünden bir yere varılamayan sipariş üzerine çalışmalar­dan» çok daha fazla okşayan ve atölyesinde gerçekleştirdiği bir dizi «oda tablosu» yapmaya verir.


1795’te resim akademisi baş­kanlığına atanır. İki yıl sonra işitme engeli yüzünden görevini ye­rine getiremez hale düşer. Gene de onursal başkan unvanını ko­ruyacaktır. Alba düşesinin ilk portresini de 1795’te yapmıştır. Go­ya'nın modeline tutulduğu bir gerçek gibi görünse de, romantik öykülerle, bazı çizimlerle ilgili cüretkâr yorumlarla bu ikiliye at­fedilen yakın ilişkiyi ne doğrulayan ne de düşesin Çıplak Maya (La maja desnuda) ve Giyinik Maya (La maja vestida) için bizzat poz verdiğini kanıtlayan hiçbir bilgi yoktur.


1796'da sulandırılmış çini mürekkebiyle yaptığı iki «Sanlûcar albümü»yle ilk örneğini verdiği, 80 tabloluk Kaprisler derlemesi 1799’da çıkar. Goya suluçiziye yakın bir etki yakalayabilmek için ofortla aquatinta’yı karıştırır. Kaprislerin son bölümünde bu seri­yi bir resimli düşünceler derlemesi olarak gören yazarın el yazısıyla yazdığı altyazılar yer alır. Çevresini kuşatan gerçekliğe kar­şı dikkatli, bilinmeyen evrenlere açık olan sanatçı, bu atasözlerine ve halk deyişlerine evrensel bir boyut kazandırmış ve bunlar aracılığıyla çağındaki kör inançlara ve gereksiz kötülüklere karşı isyanını ifade etmiştir. Daha 1798’de San Antonio de la Florid şa­pelinin fresklerini saran delilik, bağnazlık ve büyücülük, ofortlarındaki şiddetli reddin konusu olur. Can çekişen bir adama yardım­cı olan Aziz Francesco Borgia, köklerini Ortaçağ geleneklerinden alan içsel gerçekliğin verilişindeki bu katıksız özgürlük arayışının bir ürünüdür. Ama Engizisyon uyumamaktadır ve Goya felâketten, satılmayan 267 nüshanın büyük bir bölümünü ve 80 bakır levhayı 1803'te krala vermesi sayesinde kurtulur.

1800-1808 arasındaki yıllar, savaş ve Fransız işgaliyle geçer. Dış kaynaklı da olsa politik reformların gelişine olumlu gözle bakan liberal eğilimli Goya, Fransız ordusunun şiddet eylemleri ve giriş­tiği kıyım karşısında şaşkına döner. Buna rağmen «afrancesados» («Fransız yanlıları») saflarından ayrılmaz ve Napolyon tarafından İspanya tahtına oturtulan I. Joseph’in çevresinde, Madrid'te kalır. Portre çalışmalarını sürdürür, 1805-1810 arasında, aralarında tedirgin edici Koyun Kellesi adlı çalışması da bulunan birçok natür­mort yapar. Savaşın Felaketleri'nin 82 levhasını da bu dönemde gerçekleştirir. Bu çalışmanın yirmi kadarı 1842’ye doğru satışa çıkarılacak, tamamı ise ancak 1863’te yayımlanacaktır. 1813’teki Valençay anlaşmasıyla savaş sona erer.




2 mayıs 1808'de Madrid halkı Napolyon ordusundaki Memlûklu atlı as­kerlere saldırır. 3 mayıs gecesi ger­çekleşen misilleme müthiştir. Sava­şın anlamsız vahşetine tanık olan Goya, «Avrupa tiranına karşı şanlı ayaklanma»yı iki tablo halinde sim-geleştirirken bu acı olaylardan esin­lenmiş ve bu resmi siparişe yalın ve zarif olanaklarının bütün gücünü kat­mıştır. Halk kahramanı, ışık içindeki kurban, karanlığın tam ortasında dimdiktir: kapkara gökyüzünün ve onu ezen kent görüntüsünün karanlı­ğı ve artık sadece bir ölüm makinesi­ne dönüşmüş adamların karanlığı. Prado müzesinde bulunan El tres de mayo (Mayısın Üçü) en iyi sözcüsü­nü Eugenio d'Ors'ta bulmuştur: Bu sakallı, neredeyse bir zenci, gülünç ve yüce, kılıksız ve melek, isimsiz ve ölümsüz Madridli asi bizim için Devrim'i simgeliyor. Hiçbir zaman böy­lesine özgür bir resim yapılmadı. Ge­lenekler hiçbir zaman böylesine per­vasızca, böylesine şiddetle yıkılma­dı. Burada bütün çıplaklığıyla, akla sığmazlığıyla yaşamın nabzı atıyor .

Goya, ertesi yıl El dos de mayo veya Puerta del Solda Memlûklara karşı taarruz tablosunu ve El très de mayo veya Mondoa'da Kurşuna Dizme adlı eserlerini ya­par ve hem Akademideki, hem de kralın yanındaki yerine geri döner. Goya’nın bu ikilemi, VII. Fernando’yu «kurtarıcı» olarak karşılayan ezilmiş ve bölünmüş İspanya’nın durumunu da temsil etmektedir. Fernando’nun yeniden açtırdığı Engizisyon mahke­mesi, 1820’de kesin olarak yok olana kadar özgürlükçü muhale­fete karşı şiddetli bir temizlik harekâtı yürütecektir.

Goya, 1819’de Madrid’ten pek uzak olmayan bir yerde bir kır evi satın alır; «kara» resimlerini, 1821-1822 arasında tema ve tek­nik yaratıcılığının özgürce geliştiği bir alan ve sığınak olan bu «Sa­ğırın evinde» gerçekleştirecektir. Ne var ki VII. Fernando’nun baskı politikası kardeş kavgasını körükler ve Goya’yı sosyal ya­şamdan büsbütün uzaklaştırırken, karısı Josefa’nın ölümünden sonra miras hükümlerinin yerine getirilmesini isteyen tek oğlu, ressamın yeni satın aldığı ve süslemelerinde kendisinden çok şey verdiği Carabanchel'deki eve sahip çıkar. Goya 1824’te resmen Plombières kaplıcalarına gitme bahanesiyle, sürgündeki arkadaş­larının yanına Fransa’ya gider. Kraldan bir izin ve ücretinin devam hakkını koparan Goya, son yıllarını Bordeaux’da, yalnızca Madrid’e anî bir yolculuk ve Paris’te geçen kısa bir dönem sırasında ayrılacağı, karısının bir akrabası olan Leocadia Weiss’ın yanında geçirir.

«Aün aprendo» («Hala öğreniyorum») altyazısıyla saçı sakalı ağarmış bir ihtiyarı bastonla eğilmiş olarak gösteren kara kalem taslağı, sürgündeki Goya’nın simgesidir: yetmiş üç yaşında, çok yeni taşbaskısı tekniğini öğrenmiş, ilk baskısı ancak 1855’te ya­yınlanacak olan Boğa Güreşi serisine başlamış ve küçük tablolar­la fildişi üstüne minyatürlerden oluşan bir seri gerçekleştirmiştir. Seksen bir yaşında yaptığı Bordeaux'lu Sütçü Kız'la, nisan 1828’deki ölümüne kadar peşini bırakmayacak olan bir arayış çabasının örneğini verecektir.

Kural Tanımayan Bir Sanat
Goya, bir iki atölyedeki çıraklık dönemine karşın, aslında ken­di kendini yetiştirmiştir ve geleneksel resim araçları onun ifade etmek istediklerini açığa vurmada yetersiz kalmaktadır. Velasqu­ez, Rembrandt ve doğadan başka usta tanımayan sanatçının gençliği ve Madrid'teki ilk yılları tam anlamıyla bir çıraklık döne­minden çok, karşısına çıkan modellerin içinde yarattığı uzun bir olgunlaşma gibidir. San Fernando akademisinin 1792 tarihli bir tutanağı da bu izlenimi güçlendirmektedir: «Bay Goya her türlü baskıya ve okul disiplinine, mekanik yöntemlere karşıdır».

Goya’nın daha 1771’de Aziz Yusuf'un Düşü ve Ziyaret adlı tab­lolarında kendini kabul ettiren özgünlüğü ve gücü, resim sanatı­nın her alanında kendini gösterir: kişilerin anıtsal varlığının ağır bastığı kompozisyon alanında (Balkondaki Mayalar Manet'nin cü­retkârlıklarının bir öncüsüdür); çizginin silindiği, renk ve gölge kütleleriyle canlılık kazanan biçimlerin ön plana çıktığı çizim ala­nında; öteki dünya ile ilgili sahneler ve resmî portre veya çıplak kadın gibi çok klasik konuların bambaşka görünümler altında su­nulmasıyla, tema seçimi alanında.

Goya, renk paletini en aza indirgeyerek, yoğun biçimde siyahı kullanarak ve fırça ve spatulayla kamış kalemi birlikte kullanarak benzersiz bir dramatik yoğunluğa ulaşır. Yontup yardığı kamış ancak akışkan hamurlarda kullanılabilmektedir; Fırtına veya Gü­nah Çıkartanlar Alayı'ndaki gibi gelişigüzel ve pürtüklü çizgilerle benzersiz ışık oyunları bu zor teknikle mümkün olmuştur.

Goya resim dokusu üzerindeki çalışmalarını 1827’ye kadar sürdürecektir. Işıkla, macun ve boyaların simyasıyla hacim kaza­nan basit biçimlerle resmin amacı olarak kabul ettiği, insanın de­rinlerdeki gerçeğine ve doğasına ulaşır. Axis 2000




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder