Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

“Güncel Sanat” nereye gidiyor?


“Güncel Sanat” nereye gidiyor? Benim tempom çok hızlı ama güncel sanatın temposu da aynı, hızlı bir şekilde yol almakta. Çünkü öncelikle bütün dünyada çoğalmaya başlayan bienaller, sergiler ve bütün bunlarla beraber yavaş yavaş bir yere doğru kanalize olmakta olan bir sanat türü “Güncel Sanat”. Peki Güncel Sanat nedir? Bir tarif yapmak gerekirse, önce ‘modern sanatla, çağdaş sanattan günceli ayıran ne olabilir?’ sorusunu sormalı ve cevabını aramalıyız.

Şunu söyleyebiliriz: Modern Sanat dediğimiz zaman, Batı Sanat Tarihi içinde, -ki bu günümüzün sömürge sonrası küresel tanımı içinde yer almaya başlayan bir süreç-; ama her şeye rağmen Batı’nın finans kaynaklarının çok olması dolayısı ile ve aynı zamanda belki de hâlâ batıda olmakta olan bir merkezi süreç içerisinde; güncel sanatın bütün her yere yayılmaya başlamış vaziyette olduğunu söyleyebiliriz. Geldiğim yer; Dakka/ Bangladeş olağanüstü derecede fakir bir yer. Dakka 13 milyonluk bir şehir, ufak bir yer, olağanüstü bir trafik, yoğun insan yığını ve akademinin düzenlemiş olduğu 11. Asya Bienali. Yani İstanbul Bienali’nden daha önce başlayan bir süreç. Koşulları oldukça zor. Asya’dan gelen birçok sanatçı, Arap ülkelerinden gelen ve Japonya’ya kadar giden bir coğrafi çizgi içindeki ülkelerin sanatçılarının bulunduğu bir yer. Batı değil, eski adı ile 3. Dünya ve ‘güncel’ diye adlandırılan sanat orada da kendini var ediyor. Dolayısı ile klasik sonrası sanatları ‘modern, çağdaş, güncel’ diye ayırdığımızda, veya sanat tarihine bakarak Rönesans, Barok, Manyerist, Romantik ve Modern Sanat’ı düşündüğümüzde; Modern Sanat’ın aslında Batı Rönesans’ı ile başlayan, tek bakışlı, merkezi bakış noktasından üç boyutlu şekilde ortaya çıkan, perspektifli resim anlayışının karşısındaki ilk harekete verilen ad olduğunu görüyoruz, yani Modern Sanat 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Monat ile başlayan bir çizgidir, ufuk çizgisinin perspektif kurallarına uymayan bir şekilde gösterilmesiyle başlayan bir sürecin başlangıcıdır. Ve bütün bu ‘avangard’ (öncü) diye adlandırılan,-fovistler, kübistler, dadaistler, sürrealistler ve fütüristlerin-, her türlü yeninin, yeninin de yenisinin arandığı bir dönemin ismidir Modern Sanat. Yani Modern Sanat, 2. Dünya Savaşı’na kadar süren ve birbiri ardına gelen bir sürü akımın adıdır. 1937 yılında Nazi Almanyası’nda yapılan bir sergi ile; dejenere sanat sergisiyle alay edilen sanatın kendisi de Modern Sanat’tır.

Avrupa merkezli diyebileceğimiz Modern Sanat’ın 2. Dünya Savaşı sonrasında hepimizin bildiği gibi New York Amerikan merkezli yeni bir girişimi vardır. Amerikan Soyut Ekspresyonizmi’yle başlayan, sonra minimalizmle ve kavramsal olarak genişleyen ve Avrupa’dan beslenen bir sanat, buna Çağdaş Sanat adı veriliyor. 1945 sonrası, Modern’den sonraki dönem ise Çağdaş Sanat olarak adlandırılıyor ve 1950’li yıllara geldiğinde de Çağdaş Sanat bir tıkanma noktasına giriyor. Postmodern diye adlandırılan bir sürecin başlangıcı ve yeni, avangard, öncü arayışlarının sona erdiği bir süreç söz konusu oluyor. 1979’da Achil Oliva Bonita’nın desteklediği, Transavantgarde İtalyan sanatçılarından Alman yeni expresyonist sanatçılara kadar geçen bir süreç içinde neolarla, ‘yenilerin yenisi’ olarak adlandırılan bir dönem. Postmodern süreç gösteriyor ki, bu post modern tam da çağdaş diye adlandırılan sanatın tıkandığı yer.

Güncel Sanat ise ismi üstünde aktüel bir sanat; şu ana ait bir sanat. Bu anlamda kendisini modernden de, çağdaştan da ayırıyor. Ve kendine ait bir dili var güncel sanatın. Çağdaş sanat, modern sanattan malzemelerle zenginleşmişti. O zaman çağdaş sanatın içinde hâlâ 19. yüzyıl pozitivizminin getirmiş olduğu bir ilerleme mantığı vardı. Birinin bitip yerine başka bir şeyin gelmesi. Meşhur Auguste Comte’un, yani sosyolojinin kurucusu olarak kabul edilen düşünürün deyişiyle; 3 hal yasası, yani teoloji gider metafizik gelir, o biter, yerine bilim, yani pozitivizm gelir. Sanatlarda da aynı şekilde birinin yerine geçen yeni bir akım olageldiği gibi çağdaş sanatlar malzemeleriyle işlenirken ve gelişirken aslında bu mantığı sürdürüyordu. Yani soyut Ameri kan ekspresyonizminden minimaliste, minimalistten Pop Art’a veyahut Kavramsal diye adlandırılan sanata, So Le Witt’ten Kosuth’a felsefenin yerini alan bir sanat olarak felsefe ile kavramsalın sonrasında, Fluxus ile birlikte ve sonrasında da 1980’lerde bütün bu neolar ortaya çıktığı sırada, bu ilerleme ve aşmaya göre gelişen ve tıkanan sanat akımları. Aşma yani saklayarak başka bir aşamaya, başka bir merhaleye geçme çağdaş sanatların içinde hâlâ mevcut gibidir. Ama bu neolar, yeni diye adlandırılan sanat, -yeni ekspresyonizm, yeni Geo vs.— bütün bir süreç bu ilerleme mantığına bir sekte vurduğunda da malzemeler çeşitlenmeye devam etti. Boya ile, tuval ile yapılan sanatın dışında objelerle, nesnelerle, yahut fotoğraflarla, dijital malzemelerle, videolarla ya da bilgisayarlarla yapılan ve elektronik sanat diye adlandırılan sanatın hepsi güncel sanatla yan yana gelmeye başladılar. 80’lerde başlayan ve 90’lara doğru giden bir çizgi içinde bütün malzemelerin yan yana ve aynı sanatçı tarafından kullanılmaya başlandığı bir süreçten bahsediyoruz.

99 yılında Venedik Bienali’nin küratörü Harald Szeeman, 100 yılı kapatırken “Her Şeye Açık” diye bir sergi yaptı. “Her Şeye Açık” sergisi aslında sanatçının her türlü malzemeyi kullandığını gösteren bir sergi olarak akıllarda kaldı. Güncel sanatın tarifini yapmak istersek; çeşitli malzemeleri ayrım yapmaksızın kullanan, büyük değil bir tür minör yaklaşımla ilerleyen, kırılganlığın üzerine giden, deneyselliği sürdüren bir sanat olduğunu söyleyebiliriz.

Gombrich modern sanat için böyle söylüyordu değil mi? Picasso’dan berisini pek deneysel buluyordu. Ama bir 100 yıl kadar zaman geçtiğinde bakıyoruz ki modern sanatların pek fazla deneyselliği kalmadı. Bunlar artık sanat tarihinin parçaları, Kübist, dadaist, sürrealist, fütürist bugün bunların hepsi tüm meşruluğu ile müzelerde, koleksiyonlarda, kurumlarda ve yahut evlerde mevcutlar. Ama güncel sanat bu mevcudiyetini şu an hâlâ deneysel bir ortamda sürdürmektedir. Çağdaş sanatın, modern sanatın tersine bugün biz belki de Güncel Sanat için deneysel demek durumundayız. Ve bu deneyselliğinin yanında çok kalıcı bir öğe yani sanatın ‘malzemelerle yapılan bir refleksiyon’ oluşu güncel sanatı belirliyor ki zannediyorum bu belirleyicilik, aynı zamanda bütün bir Rönesans’tan beri Sanat Tarihi’ni bağlayan bir şeydir. Sanat bir düşünce biçimi, ama malzemeyle düşünüyor. Bugün Güncel Sanat’ın içinde sanatçı, kavramlarla değil malzemeyle düşünen biridir. O anlamda Güncel sanat, duygulanım, algı, kavram diye adlandırılanlar ile birlikte işleyen bir refleksiyondur. Bu bakımdan Güncel Sanat’ın içinde bütün bu malzemeleri birlikte görebiliyoruz. Çizgi, desen, boya, çini mürekkebinden yağlı boyaya, akriliğe, pastele kadar hatta renkli boya kalemlerine kadar giden bir boya, fotoğraflar, bütün bunları karıştıran sanatçılar, dijital çalışmalar, videolar güncel sanatın malzemeleridir. Bu anlamda Güncel Sanat, sanatçının refleksiyonunu göstermek için yapmış olduğu bir sürecin parçasıdır.

Böylece Güncel Sanat’ın tanımını yaptıktan sonra nereye doğru gittiğine de biraz bakmak gerekebilir. Bir yere doğru gidiyor mu veya gittiği bir yer, bir yön var mıdır? Aslında şunu söyleyebiliriz: Güncel Sanat bir yön izlemiyor. Bir yerden bir yere doğru gitmiyor ama bir yere gidiyor ve gittiği yer önceden belirlenmiş bir yer değil. Telosu olmayan, erekselliği olmayan bir yere doğru gidiyor. İçinde bir tür deneyselliğin oluşmakta olduğu, yeni arayışlar içindeki sanatın kendisidir ‘Güncel Sanat’. Biraz daha somut olmak gerekirse yeni malzeme kullanırken, deseni video ile kullanmak tuvali fotoğrafla yenilemek, fotoğrafın üzerinden desenle, desenin üzerinden tekrar fotoğrafla çalışmak, bunları bir enste birleştirmek ve bunun bir de videosunu yapmak, yahut fotoğrafta bir video yapıp videodan fotoğraf çıkartmak bütün bunlar malzemenin deneyselliği. Örneğin Türkiye’de Seza Paker bunun en güzel örneklerinden biri olabilir, çalışmalarında hepsi ile iç içe olduğunu görüyoruz. Bunlara malzeme olarak bakıyor, ama malzemeyi de bir o kadar az önemsi yor. ‘Mesele malzeme değildir’ diyerek çalışıyor. Ama bir de anlatımın nereye doğru gittiğine bakarsak; 90’lı yılların başında kuvvetli bir şekilde ortaya çıkan bir türün varlığını görürüz, özellikle fotoğraf ağırlıklı bir tür bu ve mantığı çok belli. Güncel Sanat’ın içinde kişisel sergiden çok bienal türü sergilerde ilerliyor. Başka bir deyişle yüzlerce sanatçının bulunmuş olduğu bir sergide, serginin doğallığı içinde sergiyi gezenin yüzlerce yapıta aynı ihtimamı, aynı dikkati düşürdüğü bir sanat türü olarak Güncel Sanat; çarpan, şaşırtan, dikkat çeken işlerle kendini gösteren bir dil ortaya çıkardı. Bu sadece fotoğraf malzemesiyle yapılan bir dil oldu ama bu dilin içinde, biraz ironi, biraz şaşırtıcılık, biraz şoke edici görüntüler, biraz cinsellik, biraz etnik, dinsel, cinsel görüntülerin dikkati çekecek kadar da komik olan yaklaşımları 90’li yılların fotoğraflarını belirlemeye başladı. Aşağı yukarı 10 yıldır süren bu süreç zarfında 97’de ilk kırılma ortaya çıkıyor. Catherine David adlı Fransız küratörün yapmış olduğu 97’de Kassel’de yapılan Dokümenta sergisi. Dokümenta sergisinde, özellikle Catherine David’in yaklaşımında şunu görüyoruz; büyük bir teori ağırlıklı okumalar: yani; felsefi, antropolojik, sosyolojik ağırlıklı okumalar, ve bu okumanın ardından çalışmaların gitgide sosyal, antropolojik, siyasi olanlara doğru belgeselleşmeye başlaması. Bu benim bahsetmiş olduğum ironik, çarpıcı, etnik, dinsel, cinsel yani bir kimlik meselesi üzerine ağırlık veren yaklaşımdaki fotoğrafların bıkkınlık noktası olarak çıkıyor karşımıza.

Dokumentary Art diye adlandırılan belgesel sanat, 97’Kassel’den beri beş yılda bir yapılan, geçen sene Almanya’daki Dokümenta sergisinde artık kendini iyice göstermeye başlıyor ve sinemacılar, antropologlar bu dokümanter sanatın bir parçası içinde yer almaya başlarlarken üniversitelerde, güzel sanatlar akademilerinde verilen sanat eğitimleri de değişmeye başlıyor. Atölye sisteminden teoriye doğru kayan bu okullar; Sosyal Teori, Antropoloji, Felsefe veya Siyaset Felsefesi gibi ağırlıklı çalışmalarla bugün güncel diye adlandırdığımız sanatın ikinci kolunu oluşturdular. Anglo-sakson dünyasının eğlendirici diye adlandırdığımız çalışmalarının yanında; bir tür çarpıcı, ironik, hiç eğlendirici olmayan, bakması zor, zaman harcaması zor, uzun dokümanter videolar güncel sanatın bu yeni çizgisini oluşturmaya başlamıştır.

90’lı yılların sonuna geldiğimizde büyük sergilerin önemli sorunlarından bir tanesi de şu olmuştur: bu videolardan, videoların gösterilmesinden nasıl bir şey yapmalı ki, insanların bunları alıp evlerinde seyredebilecekleri parasal değere indirilmesi sağlanabilsin. Çünkü belki biliyorsunuz bu video çalışmalarının, özellikle Batı dünyasındaki video sanatçılarının yaptıkları videolar pentürle kıyaslandığında belki daha ucuz ama kolay kolay hiç kimsenin elde edemeyeceği fiyatlara satılıyorlar. Size bir örneği anlatayım: Bir Paris seyahati sırasında -90’lı yılların sonunda- Paris’in Louise Weisse Sokağı şu anki en meşhur galerilerin olduğu yerde Pierre Huygh Philippe Parreno ve Dominique Gonzales Forester’in AnnLee in Zone adlı videosunu zaman azlığı yüzünden yarım bırakmıştım. Dokümenta’da bir sanatçının video filmi sabah 9’da başlayıp akşam 7’de bitiyordu, sanatçı bütün bir seyahatini baştan sona anlatan bir video yapmıştı. Ukrayna’dan kalkıyor Avrupa’nın doğusundaki Yahudi cemaatlerinin ha yatlarını göstere göstere akşamı ediyor. Arada konferans lar veriyor. Böyle bir şeyi seyretmenin imkanı yok. Yani şu var; bu, sanatçının kişisel sergisidir. Nerede olduğu çok önemli olup, oraya gidip orada birkaç gün kalıp yavaş yavaş sonuna kadar seyredebilirsiniz. Ama bu video kasetinin kendisini almaktan daha ucuz, yine de nereden bak sanız bin dolarlık bir seyahat.

Bunun için iki tane Fransız küratör ve eleştirmen Stephanie Moisdon ve Nicolas Trembley, 2003 yılında Cosmic galeride, Paris’te bir deney yaptılar. Kitap fiyatına indirilmiş video çalışmalarını çoğaltan bir “videotek”. Bu bir deney oldu. Yani Türk parasıyla 20—30 milyona alabileceğiniz bu sanatçıların videoları, -tabi bazıları için geçerli-; sözleşmelere göre değişiyor bunlar. Bu durum uzun sürmedi. Bir kamusal destek ve galerinin özel desteğiyle başlayan bu proje 2003 yılında sona erdi. Ama şöyle bir şey de var. Avrupa’da bazı koleksiyoncular bugün mimarlarla anlaşıp şehir dışında ev yaptırıyorlar. Muhtemelen bunlar 21. yüzyıl müzeleri olacaklar ve bu çok büyük me k yani kendi malikanelerinde almış oldukları deyasa enstalasyonları, videoları, pentürleri ya da fotoğraf ları dostları için sergiliyorlar, ama her halde bunlar 21. yüzyılda artık müze haline gelecek, özel müzeler olacaklar. Şimdi Türkiye örneğine bakarsak; yakın zamana kadar Güncel Sanat yapmakta olan sanatçıların malzemeleri sergileniyor, sergiler yapılıyordu, ama bunlar çok fazla para etmiyordu. Zannediyorum hızlanan bir küresel, seyahat-turizm dünyası içinde özellikle İstanbul burjuvasının sık sık yurt dışına yapmış olduğu seyahatler neticesinde, gittikleri her yerde gördükleri müzeler, müzelerin yeni koleksiyonları, galeriler ve büyük sergilerde gördükleri yeni sergilerinin İstanbul’da da karşılığı olduğunu gördük lerinden beri, son iki sene içinde, ki bu herhalde nesille de alakalı bir şey; şu anda yaşları 45 ve altında bulunan koleksiyoncu grubu, bu tip bir sanata doğru yönelmiştir. Ama bu demek değildir ki, sanıldığı gibi artık yeni malzeme var ve pentür bitti. Pentür hâlâ çok para etmeye devam ediyor, yapılmaya devam ediyor, koleksiyoncular da almaya devam ediyorlar.

Bence bir fark var: Belki 90’lı yılların sonu ve 2000’li yılların pentür dili ile ne bileyim en formel, yeni ekspresyonist, transavangardist pentürler değil daha farklı pentürler bunlar ve son iki üç sene içinde birkaç tane de önemli büyük pentür sergisi yapıldı. Ama bütün bu resimlerde görülen şey burada yeni bir resim dili olduğudur. 80’lerden geriye doğru baktığımız zaman bunlar daha önce yapılmış resimlere benzemiyorlar. Yeni boyalar var, yeni malzemedir bunlar da, yani video, dijital teknoloji ne kadar yeni ise boyalar da o kadar yeni, örneğin şeffaf boyalar kullanılmaktadır. Dolayısıyla yeni malzeme ve yeni teknoloji sanat tarihinde her zaman olduğu gibi, dönemin epistemesine, söylemine ve yahut paradigmasına göre, sanatsal bir şekilde söylersek; ışık rejimine göre bir dil ediniyor.

Baktığınız zaman Barok döneminin ışık rejimi ile Rönesans’ın ışık rejimi aynı olmadığı gibi, yani o açık koyu ile dışarıdan aydınlığını alan Rönesans resmi arasında ne kadar fark varsa; 60’ların, 70 ve 80’lerin pentürü ile de 90 ve 2000’lerin pentürü arasında o kadar ışık rejimi farkı var. Yani Güncel Sanat’ın gittiği yer neresi diye baktığım zaman şunu söyleyebiliriz: Bir, malzemelerin hiyerarşisi yok orada. İki, bir şeyin bitip onun yerine başlayan yeni bir şeyden çok refleksiyonun, düşüncenin yeni malzemelerle yapıldığı bir dönemin içine girmiş bulunuyoruz. Üç Sosyal Teori, Antropoloji, Sosyoloji, Felsefe ile işleyen dokümanter bir sanata doğru gidişat var. 90’lı yıllardan beri süregelen ve hâlâ devam eden eğlenceli, sohbet içi ve kimlikli yani kimliğe sahip, cinsel veya dini içeriklere sahip şok çalışmaları yapılmaya devam ediliyor. Tabii, bunlar yapılırken bazen skandallar skandalları kovalayabiliyor ve hâlâ kamu ve yahut da özel iktidar odakları, yani kurumlar kimi zaman yasa karşıtı, ihlal edici çalışmalara karşı gelmeyi de sürdürüyorlar.

En son bir örnek vermek istersek; Yeni İngiliz Sanatçıları adındaki grubun “Sensation” adlı sergisi Londra’dan, New York’a taşınıp Brooklyn müzesinde sergilendiğinde, New York belediye reisi Guilliani, eğer o sergi de bulunan sanatçılardan bir tanesinin eseri, -Chris Offili’nin eseri- müzeye sokulursa parasını vermeyeceğini söyledi ve Amerikan, Hıristiyan değerlerini ihlal ettiğinden dolayı Chris Offili’nin fil bokları üzerine yapmış olduğu Madonna tablosunu büyük bir gürültü ile kaldırmak istedi. Yani bunlar daha önce de yaşanan şeyler, 1969 yılında o zamanın genç küratörü olan Herald Szeeman’ın 1969 yılında, “Tavırlar Form Olduğunda” adlı sergisindeki sanatçılardan bir tanesinin sanat mekânının dışına çıkarak belediyenin geçit alanlarından biri olan sokağa boya sürmesinden itibaren skandallar başlamıştı ve böylece sergi, kendini oldukça geniş bir biçimde duyurdu. Bu durumun eskiye nazaran oldukça fazla yeni örnekleri var ama kapitalizmin mantığı da eskiye göre artık yasaktan çok kapmayla işlediği için her türlü olaya açık vaziyette ve hiç kimse başka bir şeyden şok olmuyor. ister çarmıha gerilmiş İsa’nın üstüne yağmur yağdırın (Serrano’nun çalışması) ve altına Çiş Altındaki İsa deyin, isterseniz fil bokuna Madonna’yı, Meryem Ana’yı yerleştirin, genelde koleksiyoncular veya kurumlar bunlara göz yumdukları gibi, bunları kendilerine çekip yeniden değerlendirmeyi de çok büyük bir başarıyla gerçekleştirdikleri kesin. Zaten belki de kapitalizmin kendine herhangi bir engel tanımaksızın bütün dünyayı alıp götürmesinin nedenlerinden bir tanesi her şeye açılarak ilerlemesinden geçiyor. Evet Güncel sanat aşağı yukarı bu ve gittiği yer de burası..
Ali Akay, Sanatın Durumları, Kıbrıs Konuşmaları, Bağlam Yayınları, 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder