René Magritte (1898-1967)
Belçikalı sürrealist ressam Magritte, bilinen nesneleri ve sıradan günlük olayları alışılmış çerçevelerinden çıkararak kısmen paradoks karşılaştırmalarla yabancılaştırdı.
Hainaut/Valonya’da dünyaya gelen René François Ghislain Magritte, Giliy ve Chatelet’de büyüdü. Çocuk on dört yaşındayken annesi intihar etti. Babası ve erkek kardeşleriyle birlikte Charlero’ya taşındılar.
1922’den Sonra: Sürrealist Etkiler Magritte 1916’da Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi’nde sanat eğitimi almaya başladı ve buradan 1918’de mezun oldu. Bu dönemde yaptığı resimlerle kübizmin ve fütürizmin etkileri görülmektedir. Yaşamını reklam ve afiş tasarılarıyla kazanan Magritte, 1922’de gençlik aşkı Georgette Beyer ile evlendi. Aynı yıl içinde İtalyan ressam Giorgio de Chirico’nun Liebesgesang (Aşk Şarkısı, 1914) adlı tablosuna dikkati çekildi. Bu ressamın Pitturo Metafisica denilen metatizik fonlu, gizemli, gerçeküstücü motifli resim tarzı, Magritte’in bundan sonraki yıllarda yaptığı resimler üzerinde çok etkili oldu.
Magritte iyi bir öğrenci değildi. 1915’lerde resimle uğraşırken, Brüksel Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki kurslara devam etmek için koleji bırakmıştı. Ortamda Kübizm ve Fütürizm havaları esiyordu, fakat Magritte; Feuillade’in fiimlerini (Fantomas) daha ilginç buldu. 1920 yılı, önemli bir tarihti. Sanatçı bu tarihte Georgette’le yeniden buluştu ve geleceğin Belçika’lı Sürrealistleri olan Goemans, Lecomte, Mesens ve Noug ile tanıştı. Aynı yıl ilk kez (bir reprodüksiyonunda) Chirico’yu da gördü. Chiricodan aşırı derecede etkilenmişti.
Bununla birlikte askerliğini yapıp (1921) evlendikten sonra, sanatçı bir süre, bir duvar kâğıdı fabrikasında (Peters-Lacroix, Haren’de) çalıştı ve Servranckx’la birlikte soyut resme girdi.
1926’te ilk Sürrealist çalışması olan Kayıp Jokey’i yaptı ve bu stile dört elle sarılarak bazen bir resmi bir günde bitirdiği oldu. Bu resimde bir jokey, bomboş bir arazide dört nala gitmekteydi; çevrede yapraksız ağaçlar vardı ve bu ağaçlar da yaprak-biçiminde kesilmişti (sanatçı bu konuyu 1942’deki bir guajında yeniden ele aldı). R.Passeron
|
1926’da kendi değerlendirmesine göre, ilk başarılı gerçeküstücü yapıtını tamamladı. Der verlorene Jockey’de (Kayıp Jokey) üzerleri notalarla doldurulmuş ağaç figürleri arasından geçen bir atlı bulunmakta. Polisiye roman okumaya çok düşkün olan Magritte aynı yıl içinde Der Bedrohte Mörder (Tehdit Edilen Katil) adlı tablosunu yaptı; Bir kadını öldürdükten sonra gözetlendiğini ve çevresinin sarıldığını fark etmeden gramafonun seslerine kulak veren bir cani.
1925’ten l927’ye kadar Magritte’in görüntüleri garip biçimleriyle oldukça karanlıktı. Örneğin bir resminde, arkadan görülen melon şapka giymiş bir adam, gece vakti köprüye doğru yürümekteydi. Resmin ön planında, adamın arkasına rastlayan yerde kendi ölüsünün imgesi uzanmış yatmaktaydı. (Münzevi Yolcunun Düşünceleri, 1926). Büyük Yolculuklar’da (1926), biçimi bozulmuş ağaç dalları, içi oyuk bacakları ile bir kenar mahalle görüntüsünü belirleyen odunsu bir kadına dönüşmekteydi. 1926’ da yaptığı insanı şaşırtan iki resmi; Saldırı Tehdidi ve Popüler Panorama’dır.
Bunlardan birincisinde oldukça büyük bir tuval üzerinde bilmeceli bir sessiz film sahnesiyle karşılaşmaktaydık. Odanın içinde, sağ eli cebinde olan bir adam eski bir gramofonu, belki de salt bir sesi dinlemekteydi. Adamın arkasında, bir bavulun yakınındaki çıplak kadın, bir divanın üzerine serilip yatmıştı. Kadın ölüydü ve ağzından kan akmaktaydı. Ancak bu sakin ve ilgisiz adam acaba katil olabilir miydi? Açık, camsız bir pencereden üç adam, merakla içeriye bakmaktaydılar. Geri planda sönmüş volkanların bulunduğu bir manzara yer alıyordu. Resmin adını aldığı tehdit eylemi, ön planda, kapının her iki yanında duran ve sanığın dışarı çıkmasını bekleyen iki adamdan kaynaklanmaktaydı. Birinin elinde bir sopa, diğerinin elindeyse bir ağ vardı. Her ikisi de sivil kıyafetli birer polis memuru gibi melon şapkalar giymişlerdi. Bu adamla rın tümü, birbirine benzeyen düşsel yüzleri ve hareketleriyle yoğun geçtiği anlaşılan bir karabasan izlenimi vermekteydiler.
Popüler Panorama’yı yorumlamak daha kolaydır; ancak bunun için super-ego, ego ve id arasındaki farkları bilmemiz gerekir. Bu resim üç düzeye bölünmüştür: Yukarıda deniz, yumuşak bir şekil de kumsalı kucaklamakta; ama gökyüzü görünmemektedir. Orta düzeyde ego, ağaç gövdelerinin topraktan dimdik bir şekilde çıkışıyla simgelenmektedir. Bu ormana sığınabilir ve görünmeksizin orada dolaşabilirsiniz. Super-ego’nun kumlu toprağı yumuşak bir humus haline gelmiştir. Üçüncü düzeyde, siyah bir gökyüzünün önünde terkedilmiş evler görülmektedir. Bu düzeyi bir çeşit açıklık duygusuyla görebilirsiniz (çünkü bu, gizleriyle birlikte id’dir). Pencereler perdesiz, siyah ve görüntüsüzdür. Bacadan duman çıkmamaktadır. Bu terkedilmiş ev teması sanatçının diğer bazı yapıtlarında da görülebilir. Bu konu kuşkusuz sanatçının annesinin trajik bir şekilde ortadan kaybolmasıyla ilintilidir. Örneğin Günümüzün Açıklanması’nda erkeklik organını andıran bir parmak, küçük ve terkedilmiş bir şatonun yıkık bölümünü göstermektedir. Zihinsel Bakış adlı resimde de aynı tema işlenmiştir. Ancak terkedilmiş ev temasının en fazla göze çarptığı yapıt kuşkusuz, Göğüs’tür (1960).
Magritte ve Mesens 1925’te Oesophage adlı dergiyi çıkardılar. Bu dergi ancak bir sayı yayınlanabildi ve Magritte hemen sonra Marie, journal bimensuel pour le belle jeunesse’i yayınladı. Bu dergi 1926’da üç sayı çıktı. Bu üç sayının alaycı, Dadaist içeriği Picabia tarzında ve Breton’a karşıydı. Belçikalı Sürrealistler Paris grubuna hiçbir zaman boyun eğmemişlerdir. R.Passeron
|
1927-30: Paris Yılları 1927’de Paris’e giden Magritte, burada Andre Breton çevresindeki sürrealistlere katıldı. Bunu izleyen üç yıl içinde kelime ile resim arasındaki ilişkiyi işlediği başyapıtlarından bazıları gerçekleşti. Örneğin Der Schlüssei der Traeume (Düşlerin Anahtarı, 1928) bilinçli olarak yanlış adlandırılmış altı nesneyi göstermekte. Örneğin bir ayakkabı resmine Ay adını verdi. Der Verrat der Bilder (Resimlere ihanet, 1928/29) adlı tablosunda bir piponun altına “Bu bir pipo değildir” diye yazdı. Breton’un fanatik ölçülere varan Katoliklik karşıtı tutumu yüzünden tartışınca, Magritte 1930’da Brüksel’e döndü. Burada Paul Delvaux’nun da dahil Olduğu, Belçikalı sürrealistlerin odak noktası haline geldi.
Belçikalılarla André Breton arasındaki bağlantıyı 1927’de Paul Nougé kurmuştur. Magritte onunla ilk kez 1929’da kavga etti. 1927’de sanatçı, Brüksel’deki Centaure Galerisinde, büyük bir başarı kazanmasa bile yapıtlarını sergilemeye başladı. Söz konusu galeri, sanatçıyı bir önceki yıldan o yana desteklemiş ve kendisini resme vermesinde rol oynamıştır. Magritte Perreux sur-Marne’a yerleşti ve yeni bir döneme girdi. Tehdit Eden Zaman (1928), Sürekli Devinim (1930) ve İnsanlık Durumu (1934) bu döneme ait resimlerdir.
Tecavüz adlı resminde kadının yüzünü, gövdesi üzerinde çizmiştir (1934). Tehdit Eden Zaman’da bir iskemle, bir vantilatör ve klasik bir Venüs’ün kötürüm edilmiş gövdesi, bir gökyüzü hayaletini andırır biçimdedir. Bu resimde deniz son derece sakindir. Magritte’in Yangın Merdiveni adlı yapıtında da aynı ya da hemen hemen aynı fetişist objeler, alevler arasında görünmektedirler. Sanatçının şiddetle reddetmesin karşın,. Aşık Perspektif (1935) gibi diğer birçok yapıtında da cinsel simgeler bulunmuştur. Bu son resimdeki kapı, olağanüstü güzellikteki bir ağacı ve boş bir evi göstermektedir. Gezginci (The Traveller, 1933) adlı resminde fetişist objeler (koltuk, gövde, trombon, uysal bir aslan ve oval ayna) gökyüzündeki bir balon’a yerleştirilmiştir. Magritte’ in çalışmalarında çoğu zaman karmaşık bir bağ1am içinde kutsal konulara da rastlanmaktadır. Psikanaliz açısından bu, bir mutluluk ifadesidir. Sanatı konusundaki aşkı ve tutkusu yönünden Magritte, mutlu bir ressamdır.
|
1920’lerin Sonunda: Gizemli Resim Dünyaları Gizemli süjeli, şiirsel resim dünyalarını arka arkaya tasarladı. Süper boyutlu bir göz (Der faische Spiegel - Hatalı Ayna, 1928); bir kuş kafesi içinde devasa bir yumurta (Die Wahiverwandtschaften, 1933) ya da insanla balık arası bir yaratık (Die kotlektive Erfindung - Kolektif Buluş, 1934). Resimlerine ad bulmak için uzun uzun düşünüyordu. Magritte’in resim öğeleri arasında parçalanmış, öncelikle dişi gövdeler bulunmaktaydı. Die junge Evidenz (1930) her biri bedenin bir parçasını gösteren beş tane ayrı, çerçeveli resimden oluşmaktadır. Beden kesitlerinin farklı oranlarda büyütülüp küçültülmesiyle bedeni oluşturan kısımların o olarak bir bütün oluşturması engellenmiştir.
Das role Modeli (Kırmızı Model, 1935) adlı tablosunda bir tahta perde önündeki iki çizmedeki ayak parmakları çıkmakta.
Magritte’in kopyası en çok yapılan resimleri arasında bulunan tablosu, Die Beschaffenheit des Menschen (İnsanın Tabiatı, 1935) adını taşımaktadır. Açık bir pencere önünde duran bir şövale üstündeki deniz görüntüsü “gerçek” manzarayla iç içe akmaktadır.
1940 Sıraları Stilini Bırakması Magritte 30’lu yıllarda tüm büyük sürrealist sergilerde temsil edildi. II. Dünya Savaşı patladıktan sonra stilinde kökten bir değişiklik yaptı ve empresyonist resim tekniğini renkli nü’ler yaparak denedi. 1947’de başlayan kısa fovist dönemini Magritte de Epoque Vache (Ruhsuz Dönem) olarak niteledi. Bu dönemde yaptığı resimler 1948’de bir sergide beğenilmeyince, sanatçı yeniden savaş öncesi stiline yöneldi.
1953 den Sonra: Duvar Resimleri Magritte 1953’te Knokke-Le-Zoute’deki kumarhanenin oyun salonuna 8 tablodan oluşan bir duvar resmi yaptı. Büyülü Ülke adını verdiği bu yapıtta, o zamana kadar yaptığı tablolarındaki yer ve figürleri bir araya getirdi. Ayrıca Charleroi’deki Güzel Sanatlar Pavyonu için Vnwıssend Fee - (Acemi Peri, 1957) ve Brüksel’deki Kongre Merkezi için (Die geheimnisvollen Barrikaden - Gizemli Barikatlar, 1961) adlı büyük duvar resimleri tasarladı. Sanatçının 50’li ve 60’lı yıllarda yaptığı tablolarının çoğu, dakiklikleri ve renk uygulanması açısından foto-realist resimleri anımsatmaktalar (örneğin Das Reich der Lichter - Işıklar Ülkesi, 1954 gibi). Geç dönem yapıtlarından ünlü tabloları arasında devasa taşların gökyüzünde uçuştukları Die Argonautenschlacht (Argonotların Meydan Muharebesi, 1959) ve bulutlardan oluşmuş bir kuş gövdesini aksettiren Die grosse Familie (Büyük Aile, 1963) bulunmaktadır.
New York’taki Museum of Modern Art Magritte için 1965 yılında retrospektif bir sergi düzenledi. Sanatçı bundan iki yıl sonra, 68 yaşında Brüksel’de hayata gözlerini kapadı.
Yüzyılın 100 Ressamı
Yüzyılın 100 Ressamı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder