Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Mondrian, Pieter Cornelis

Pieter Cornelis Mondrian (1872-1944)
Kaya Özsezgin
Yüzyılımızın başlarında Kandinsky ve Malevitch ile birlikte soyut sanatın pratiğini ve kuramını geliştirmiş olan Mondrian, geometrik soyutlamanın da en kararlı ve kategorik yaratıcısı olarak bilinir. Sanatı, insanla çevresi arasında bir “denge” aracı sayıyordu Mondrian; “gerçekliğin iç kuruluşu”nu araştırıyor ve tüm doğasal görünümlerden sıyrılmış katışıksız (pur) güzelliği ele geçirmeye, böylece salt gerçekliğe ulaşmaya çalışıyordu. Ona göre, tablo dış görüntünün bir yorumu olmaktan çok, hatta ondan da öte, mimari bir kuruluştu. Çünkü resim de mimarlık gibi bir “kurgu” idi. Gerçekliğin evrensel görünümünün bir yansıması olarak resim, bu kurguyu gerçekleştirmeliydi.

Mondrian’nın bu temel görüş çevresinde gelişen sanatı, onun kişisel yaşamıyla da çok yakından ilgilidir. Gizemciliğin kaynaklarıyla daha küçük yaşlarından başlayarak beslenmiş. olan bu Hollandalı sanatçı, resmin de gizemsel olanaklarını kararlı bir tutumla ele geçirmek için büyük bir çaba harcamıştır.  7 Mart 1872’de Utrecht yakınında küçük bir kasaba olan Amersfoort’ta doğdu.  Babası calvenist eğilimli bir ilkokul öğretmeniydi. Bu nedenle oğlunu da bir din adamı olarak yetiştirmek istedi. Fakat küçük Piet —asıl adı Pieter Cornelis Mondrian— bir yandan dinsel konulara babasının etkisiyle ilgi duyarken, öte yandan bir bakıma bu ilginin yönlendirdiği resim çalışmalarını da ihmal etmedi. Bunda, daha çok amcası Frits Mondrian’ın katkısı vardı.

Orta öğrenimin tamamladıktan sonra, 1892—96 yılları arasında Amsterdam Akademisi’ne devam etti. Burada, ressam Auguste Allebe’nin yanında sanat, bilgi ve görgüsünü geliştirme olanağını buldu. İki yıl kadar da akşam derslerini izledi. Gündüzleri müzelere gidiyor, büyük sanatçılardan kopyalar yapıyordu. Daha çok  açık havada, ırmak kıyılarında resim çalışmayı seviyordu.


Onun bu dönem resimleri, akademik bir anlayışı gösterir. “Su Kıyısında Değirmen” ve “Amsterdam Yakınında Manzara” bu tür resimlerdendir. Donuk ve mat renkleri seçiyor, ağır yeşiller ve grilerle örüyordu tablolarını. Dinsel sorunlara ve gizemciliğe tutku ölçüsünde bağlı olduğu ilk dönemin ürünleridir bunlar. Kalabalıktan uzak, yalnız bir yaşam sürüyordu. Bir ara yakın dostu Simon Maris ile birlikte İspanya’ya yaptığı kısa bir gezi sırasında, Brabant köylüleri arasında dolaştı. Bu gezinin, onun resimlerini değiştirdiği öne sürülür. Nitekim gezinin etkilerini, sonraki yazılarında da dile getirmiştir. 1905’te Amsterdam’a döndüğünde, artık birkaç tablo satacak düzeye gelmiş bulunuyordu. Fakat bu, geçimini sağlamaya yetmiyordu. Amsterdam “Stedelijk” Müzesinde arkadaşlarının yardımıyla ilk sergisini düzenleyişi de bu sıralardadır. 1908’de ressam Toorop ve Sluijters ile karşılaşması, daha önceki İspanya gezisiyle aydınlanmış olan paletini, bu kez “divisionnisme”e yöneltmesine yol açtı. Zaman için büyükçe bir bölümünü, ressamların ve yazarların sık uğradıkları Walcheau adasında geçiriyor, kırları dolaşıyor ama gene de pek az resim yapıyordu. İçine kapanık, çekingen bir yaradılışı vardı. “West Kapelle Kuleleri”, bu dönemin yapıtlarındandır.

Paris ve kübizmin etkileri
1912’nin Ocak ayında Paris’e gitti. Orada tanıştığı ressam Kickert, Montparnasse’taki atölyesini ona ödünç verdi. Mondrian’m bu tarihi izleyen çalışmaları, büyük ölçüde kübizmden etkilenmiştir. Bu yolda bir dizi ağaç resmi yaptı; konuyu derece derece soyuta yaklaşan bir yöntemle parçaladı. Yapıtları arasında önemli bir yeri olan bu resimlerinde, aydınlık bir tual ve anıtsal bir uyum egemendir.


Mondrian artık “evrensel piktüral bir dil”in peşindedir. 1914’te hasta babasını görmek için Amsterdam’a döndüğünde de bu çalışmalarını sürdürür. “Deniz ve Katedral Cepheleri” soyuta yönelik anlayışın ilginç örnekleri arasında yer alır. Savaş patlak verdiği için bir daha Paris’e dönmeye fırsat bulamadı. 1915’te tabloları, yatay ve dikey doğruların uyumunu konu alan aşamaya ulaşmıştı. Arkadaşı Theö van Doesburg ile üslup, anlatım anlamına gelen ünlü “De Stijl” grubunu oluşturdu. Sanatta “radikal bir yenileşme”yi amaçlayan bu grubun üyeleri arasında Mondrian ve Doesburg’dan başka, ressam Van der Lee ve Huszar, mimar Pieter Oud, Rietwelt, W. Hoff, heykelci Van Tongerloo ve şair Kok bulunuyordu. 1923’e kadar altı yıl süreyle aralıksız yayınını sürdüren aynı adda bir de dergi yayınladılar. Mondrian bu dergide, “neo-plasticisme” adını verdiği sanat görüşünü savunan yazılar yazdı. İlk kez otantik bir sanat kuramının elemanlarını ve araştırmasının gizemsel yorumunu ortaya koydu. Bu, onun, yeniliğin son noktasına götürdüğü resim üretiminin de iç mantığıdır aynı zamanda. Grup, o yıllarda soyut sanat ‘kuramı niteliğindeki “Doğal Gerçeklik ve Soyut Gerçeklik” kitabını çıkardı. Böylece Mondrian ve arkadaşlarının görüşleri, kesin çizgilerle biçimlendirilmiş oluyordu.

Örneğin Doesburg şöyle diyordu: “Doğayı dış görünüşlerden sıyırın, geriye asıl yapı-üslup kalacaktır”. Mondrian ise, yeni görsel anlayışın kişisel bir görüş olarak alınmaması gerektiğini öne sürüyordu. Ona göre bu yeni görüş, eski ve yeni tüm sanat dönemlerinin mantıksal bir gelişi- mini göstermekteydi. Bu yol herkese açıktı ve bir ilke olarak kullanılması gerekiyordu. Karşıt güçlerin keskin çizgilerle belirdiği makinalaşmış dünyamızda, gerçekliği keyfi duygularla öğrenmeyi denemenin bir çözüm sağlayacağı düşünülmemeliydi. Sanatın görünüşlere, olaylara ve geleneklere dayanan - düşsel bir gerçek yaratmasına gerek yoktu. Onların izledikleri yol, kendilerini, yaşamın eşit olmayan karşıtlıklarının dengesini aramaya yöneltiyordu. Sanatın görevi, öncelikle gerçeğin açık bir algısını belirtmekti. Mondrian’ın görüşü, bu ve benzeri noktalarda kübizmden ayrılır. Dostu Sweeney’e yazdığı bir mektupta, kübizmin hacimleri ifade etmeyi amaçladığını belirtiyordu. O halde üç boyutlu mekân, kübizme göre gene geçerliydi. Gerçi soyutlaşmaya bir gidişti bu ama. “soyut” değildi. Bu. Mondrian’in soyutlaşma anlayışına karşı bir eğilimdi. O, resimden “mekân”ı silmek istiyordu çünkü. Yüzey resmi, bu anlayıştan doğuyordu. Ama yüzeyi de ortadan kaldırmak gerekiyordu. Bunun da yolu yüzeyleri boylu boyunca dikine ve enine kesen doğruları bulmaktı.


Mondrian, dik açılı çizgilerle bölünmüş bu resim‘lerinde mavi, kırmız’ı ve sarı gibi üç temel ve saf rengi ön plana alıyordu.Temel renkler, zamanla önce griye, sonra soluk mavi ve nihayet 1922’de beyaza dönüştüler.
1919’da Mondrian’ı yeniden Paris’e dönmüş görüyoruz. Départ sokağındaki özel atölyesinde “neo-plasticisme” ilkelerine uygun resimler yapıyor ve bunların pek azını sergilemeye yanaşıyordu. Eskiden. olduğu gibi, gene alçakgönüllü bir yaşam sürdürmekteydi. Düşünceleri, Léger ve Baumeister gibi sanatçıları etkilemekten geri  kalmıyordu; Bir ara bu düşüncelerini, “Neo-Plasticisme” adli bir kitapta yeniden derledi. 1925’te bu kitabın Almanca çevirisi “Die Neue Gestaltung” adıyla Bauhaus’da yayımlandı. Saf resim yanlısı bir grup ressam, Paris’ te ortak bir sergi düzenliyorlar, böylece Mondrian’ın kuramı giderek yaygınlık kazanıyordu. Saf güzelliğin kutsallık adı altın da, geçmişte keşfedilmiş olanla. 5 bulunduğu yolunda, Mondrian tarafından öne sürülen görüş ve düşünceler, yavaş yavaş genel bir akıma dönüşüyordu.

Mondrian’ın Paris, La Haye ve Amsterdam sergileri de bu dönemdedir. Bir bölümü grup sergileridir bunların. 1922’de “Hollanda Sanat Çevresi”, onun tüm dönemlerini içeren bir sergisini düzenledi. Ertesi yıl “De Stijl” grubuyla “Leön ce Rosenberg”de.bir sergiye katıldı. Orada, kendisinin ilk ayrıntılı biyograflsini kaleme almış olan soyut sanat savunucusu ve sözcüsü eleştirmen Michel Seuphor ile tanıştı. 1929’da Seuphor ile Torres-Garcia’. nın kurmuş oldukları “Daire ve Kare” grubuna katıldı. Ondan beş yıl önce, arkadaşı Doesburg’un “élementerism”e  kayması üzerine Stijl grubuyla ilgisini  kesti.  1932’de “Abstraction-Creátion topluluğuna girdi. Atölyesi, sanatçıların ve düşünürlerin uğrak yeri haline gelmişti artık. Moholy Nagy, Marinetti, Arp, Pevsner, Gabo, Gropius onu sık sık ziyarete geliyorlardı.  Mondrian’ın sanatını yakından izleyenlerden Katherine Drier, 1926’da onun yapıtlarını Amerika’da tanıttı. Amerikalı bu sanatçıya göre, Hollanda, Mondrian’ın kişiliğinde Rembrandt ve Van Gogh’tan sonra üçüncü büyük sanatçısını yetiştiriyordu. Aynı görevi Ben Nicholson, İngiltere’de üstlendi. Mondrian 1938’de Londra’ya geçti, orada evi bombalanınca, iki yıl sonra New York’a  yerleşti.

Amerika da yeni dönem
Mondrian’ın Amerikan uyruğuna geçişini izleyen bu yıllar, onun sanatında çok hafif bir değişikliğin de işaretlerini taşır. Siyah rengi tuallerinden attı, sarı kırmızı ve mavi: çizgileri çoğalttı. Amerika’da etkisini duyuran makine uygarlığı, çağdaş hareket ve caz müziğinin uyumlu ses düzeni, onu, -aynı anlayış çerçevesinde yeni bir döneme ulaştırıyordu. Seuphor, bu dönem için şunları yazıyor: “Bu altmış yaşındaki bekar adamın, birdenbire dans öğrenmesi, gramofon satınalması, Harlem dans salonlarında görülmesi tuhaf karşılanmamalı”. Şimdi. New York Modern Sanat Müzesi’nde yer alan “Broodway Boogie-Woogie” adli tablosu, sözünü ettiğimiz bu dönemin bir yapıtı olarak sonradan ün yapmıştır. 1929—32 arasında olduğu gibi, bazı dönemlerinde kırmızı dikdörtgenleri geliştirdi, tablonun üçte ikisini bunlarla doldurdu. Kimi zaman da hemen hemen çıplak - yüzeyler- üzerinde, ancak birkaç siyah çizgi ve pek az renkli parça denedi. Mimar Le Corbusier, bu “soyut calvinist”e “kahraman bir hacı” adını takmıştı. Gerçekten de Mondrian’ın 1900  tarihini taşıyan eski bir otoportresinde, inançlı, kararlı bir din adamı çizgisi sezilir.


Mondrian 1944’te ağır bir zatürreeye yakalandı, bir süre hasta yattı Şubat 1944’te öldü. Bir yıl sonra New York’a büyük bir sergisi düzenlendi. 1947’de Bale Müzesi’nde; uzun bir süre sonra 1969’da ise, Pariste “G’angerie”de birer sergisi daha yapıldı.

Mondrian, kısıtlı olanaklardan çağımıza özgü yeni bir resim dili yaratmıştır. Resim, onunla ilk kez mimari bir mekân’ın duvarları üzerinde anlam kazanan salt bir tablo olmaktan çok, mimarinin kendisiyle doğal biçimde bütünlenen bir nitelik kazanmış yani resim de mimariye özgü bir soyutluğa kavuşmuştur. Sandberg’in deyimiyle onun tabloları, mekânı yeniden örgütlemiş böylece resim ve mimari en dolaysız, en içiçe anlama ulaşmıştır.
Milliyet Sanat, 1979




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder