Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Moore, Henry

Henry Moore (1898-1986)

Henry Moore
XX. yüzyıl sanatçısının, sanatın yalnız biçimsel sorunlarla ilgilenmesi gerektiği düşüncesini yadsıdığını daha kolayca anlayabiliriz. Ne kadar ince ve yükümleyici olsalar da, denge ve yöntem bilinmezleri, bu sanatçılarda, umarsızca aşmaya çalıştıkları bir boşluk duygusu yaratıyordu. Picasso gibi onlar da, daha az beyinsel, daha az keyfi bir şeylere doğru yönelmeye çalıştılar. Peki ya, bir zamanlar olduğu gibi “konu” önemli değilse, ya da şu yakın zamanlarda ileri sürüldüğü gibi “biçim” önemli değilse, öyleyse bu yapıtlar neyi betimleyeceklerdi?

Bu sorunun yanıtını sezinlemek, dile getirmekten daha kolaydır, çünkü bu açıklamalar, kolaylıkla, ya yapay bir derinlikte ya da salt bir anlamsızlıkta yozlaşabilir. Ama, eğer söylemem gerekirse. sanıyorum, gerçek yanıt, modern sanatçının nesneler yaratmak istediğidir. Burada yaratmak ve nesneler terimlerini vurgulamak gerekir. Sözü edilen şey, ne denli ustalıklı olursa olsun, gerçek bir nesnenin basit bir kopyası değildir; ne de, ne denli bilgece olursa olsun, bir süslemedir. Her ikisin den de daha uygun ve dayanıklı bir şeydir; sanatçının, bizim günlük yaşantımızın köhne nesnelerinden daha gerçek olduğunu duyumsadığı bir şey. Bu kafa yapısını anlayabilmek için, kendi çocukluğumuzu, tuğ la veya kumla bir şeyler yarattığımıza inandığımız zamanı, bir süpür ge sopasını büyülü bir değneğe veya birkaç taş parçasını düşsel bir şatoya dönüştürdüğümüz günleri anımsamalıyız.



Bazen, kurduğumuz şey sonsuz bir önem kazanırdı bizim için; belki ilkellerin imgeye verdikleri derecede bir önem. Sanıyorum, heykelci Henry Moore (doğumu 1898) yaratılarıyla bize iletmek istediği şey de, insan elinin büyülü erdeminden ileri gelen, nesnenin o yinelenemeyen tekliğinin duygusu dur. Moore, modeline bakıp yapıta başlamıyor, tersine, taşa bakarak işe koyuluyor. Daha taşı parçalamadan, ondan bir şeyler çıkarmak istiyor. Fakat sakınganlıkla ilerleyerek, taşın ne “istediğini” bulmaya çalışıyor. Eğer taş, insan figürünü sezindiriyorsa, elbette daha iyi. Ama bu figürde Moore, kayanın cisimselliğinden ve yalınlığından bir şeyler korumak istiyor. Taştan bir kadın yapmak istemiyor, kadını sezindiren bir taş yapmak istiyor.

XX . yüzyılın sanatçılarına ilkellerin sanatında bulunan değerlere ilişkin yeni bir anlayış kazandıran bu tavır olmuştur/ Gerçekten de bazıları, kabile sanatçılarına imreniyorlardı. Büyülü bir güçle dolu olduklarına inanılan kabile imgelerinin, yerlilerin kutsal törenlerinde temel görevleri vardı. Eskil putların gizi ve çok uzaklara giden fetişler, tacir ruhunun bozduğu ileri sürülen uygarlıktan kaçmak için, romantik bir özlem uyandırıyordu. İlkel insan belki vahşi ve acı masızdır, ama hiç olmazsa ikiyüzlülüğün yükünden uzak görünmektedir. Aynı romantik özlem, Eugene Delacroix’nın Kuzey Afrika’ya, Paul Gauguin’in ise Güney denizlerine gitmesi yol açmıştı.

Sanatın Öyküsü-E.H.Gombrich


Moore’un Uzanan Figürleri.
Metaforik olanakları yanında, uzanan figür, Moore'un devamlılık gösteren ilgi alanının en ideal aracıdır. Moore, heykellerinin yapısında aşağıdan yukarıya doğru bir gelişimi düşünmüştür. Sanat okullarında ders verdiği dönemlerde, öğrencilerini ayakta duran canlı bir modelden çalıştırırken, onları, çizime ayak bölümünden başlayıp, yukarı doğru devama yönlendirirdi.
Gerçekler, uzanan figür temasının italya seyahatinden kalan bir miras olduğunu ima etmektedir. Öğrencilik yıllarında en fazla incelediği heykeller arasında - Mısır, Etrüsk, Afrika, Meksika, ve diğer primitif ve arkaik sanatta- Etrüsk haricinde, pek fazla "uzanan figür" yoktu. İtalya'ya gitmeden önce yaptığı yaklaşık yirmi beş adet heykel arasında, sadece bir tanesi, bir erkek heykeli, uzanan figürdü. İtalya'da ise, Rönesans ve Antik çağlara ait bir çok uzanan figür görmüş olmalıdır.

Moore'un, figürün tamamını gösteren heykellerinin üçte ikisi uzanan figürlerdir. Bu heykellerin birisi hariç, tamamı kadın figürüdür ve çoğunlukla da çıplaktır. Ancak heykellerin bacak veya kalçaları açık şekilde ele alınmış olmalarına rağmen, bu heykellerdeki pozların geneli, uzanan çıplak kadın figürlerindeki duygulardan farklıdır. Duruşları, özellikle başın omuzlar üzerine yerleştiriliş şekli, imgeyi, dişiden fazla erkek kılmaktadır. Bazen bu duruş, Meksika yağmur tanrısı Chacmool'u ve genellikle de nehir tanrılarını anımsatır.
Doğanın akıcı enerjisini temsil eden nehir tanrılarının kişileştirilmeleri, sanatçının geleneksel uzanan figür heykelleri için bir çıkış noktasıdır. Moore'un figürleri kendilerinden başka bir şeyi temsil etmez ve sanki doğada varolan enerjiler (rüzgar, su hareketleri, vb.) tarafından şekillendirildikleri izlenimini verirler. vuruşları ile vurgulaması, göğüs ve başı daha az belirgin bir şekilde çizmesi, böylece figürü, sanki zirvesi gökyüzünün uzak noktalannda kaybolmuş bir dağ gibi göstermesi önemli bir işarettir. Ayrıca dik duran figür heykelleri dağ şekillerine benzerler. Fakat geniş anlamda değerlendirmek gerekirse, özellikle heykelde bir doğa parçası ile özdeşleştirilen figürün, yatay bir duruş içinde gösterilmesi kadar da normal bir şey yoktur Moore için. Ancak birincil amaç "enerji ve güç"tür: Moore'un uzanan figürleri kendini bırakmışlık yerine, yarı doğrulmuş duruşları ile bir potansiyel enerji ortaya koyar. Böylelikle, nehir tanrıları ile olan yapısal benzerlik ortaya çıkar: düşünce doğanın gücüne boyun eğen bir vücut değil, aksine bu gücü barındıran bir vücut haline gelir.

Sığınak çizimleri ise, aksine kendini bırakmış figürler, hatta uyuyan figürleri kapsamaktadır. Kütüğe oyulmuş figürü anımsatan bir yapıtı vardır ki, 1934-35 yıllarında Corsehill taşından yapılmış, tamamen düz yatan ve diğerlerine benzemeyen bir çalışmadır. Bir mezarın üzerini örten düz bir taşı anımsatır. Formun toparlaklığı nedeniyle ölümü çağrıştırır: mumyalarda olduğu gibi kol ve bacaklar vücuda yapışmış gibidir. Çünkü bu düz taşın bir tarafı yerden yüksek durmakta ve baş da tuhaf bir şekilde dik gösterilmiştir. Burada figür, sanki kendisini yaşama geri çekmeye çalışıyor gibidir. 1936 yılında yaptığı bir çizimde (Resim. 3) ise, benzer bir figürü lahit üzerinde bir imaj gibi blok üzerine yerleştirmiştir. Uzanan figürler bir Moore'un^ figürün tamamını gösteren heykellerinin üçte ikisi uzanan figürlerdir. Bu heykellerin birisi hariç, tamamı kadın figürüdür ve çoğunlukla da çıplaktır. Ancak heykellerin bacak veya kalçaları açık şekilde ele alınmış olmalarına rağmen, bu heykellerdeki pozların geneli, uzanan çıplak kadın figürlerindeki duygulardan farklıdır. Duruşları, özellikle başın omuzlar üzerine yerleştiriliş şekli, imgeyi, dişiden fazla erkek kılmaktadır. Bazen bu duruş, Meksika yağmur tanrısı Chacmool'u ve genellikle de nehir tanrılarını anımsatır.

Doğanın akıcı enerjisini temsil eden nehir tanrılarının kişileştirilmeleri, sanatçının geleneksel uzanan figür heykelleri için bir çıkış noktasıdır. Moore'un figürleri kendilerinden başka bir şeyi temsil etmez ve sanki doğada varolan enerjiler (rüzgar, su hareketleri, vb.) tarafından şekillendirildikleri izlenimini verirler. Moore sanatla ilgili görüşlerini yayınladığı ilk yazısında, kendisini en fazla etkileyen heykellerin, "büyük dağların güç ve enerjisini yansıttığını" ifade etmiştir. Daha sonraları da, figürlerinde sıkça kullandığı deliklerle ilgili olarak, "bu delikleri dağlardaki mağaraların gizemli haline benzettiğini dile getirmiştir. Çok açıktır ki, Moore aradığı enerji, güç ve gizemi, insan özelliklerinden çok, doğa şekilleri tarafından paylaşılan özelliklerde bulmuştur. Gerçek yaşam çiziml olduğu gibi, oturan bir modeli diz ve bazen de ayak bileğinden itibaren çizerken bile, bacakları, kaleminin güçlü kullanımıyla, koyu kalem vuruşları ile vurgulaması, göğüs ve başı daha az belirgin bir şekilde çizmesi, böylece figürü, sanki zirvesi gökyüzünün uzak noktalarında kaybolmuş bir dağ gibi göstermesi önemli bir işarettir. Ayrıca dik duran figür heykelleri dağ şekillerine benzerler. Fakat geniş anlamda değerlendirmek gerekirse, özellikle heykelde bir doğa parçası ile özdeşleştirilen figürün, yatay bir duruş içinde gösterilmesi kadar da normal bir şey yoktur Moore için. Ancak birincil amaç "enerji ve güç"tür: Moore'un uzanan figürleri kendini bırakmışlık yerine, yarı doğrulmuş duruşlan ile bir potansiyel enerji ortaya koyar. Böylelikle, nehir tanrıları ile olan yapısal benzerlik ortaya çıkar: düşünce doğanın gücüne boyun eğen bir vücut değil, aksine bu gücü barındıran bir vücut haline gelir.


Sığınak çizimleri ise, aksine kendini bırakmış figürler, hatta uyuyan figürleri kapsamaktadır. Kütüğe oyulmuş figürü anımsatan bir yapıtı vardır ki, 1934-35 yıllarında Corsehill taşından yapılmış, tamamen düz yatan ve diğerlerine benzemeyen bir çalışmadır. Bir mezarın üzerini örten düz bir taşı anımsatır. Formun toparlaklığı nedeniyle ölümü çağnştınr: mumyalarda olduğu gibi kol ve bacaklar vücuda yapışmış gibidir. Çünkü bu düz taşın bir tarafı yerden yüksek durmakta ve baş da tuhaf bir şekilde dik gösterilmiştir. Burada figür, sanki kendisini yaşama geri çekmeye çalışıyor gibidir. 1936 yılında yaptığı bir çizimde (Resim. 3) ise, benzer bir figürü lahit üzerinde bir imaj gib şeyleri yüceltmekte, konumlan gereği drapeleri, gömülme giysileri gibidir ve bazen de çizim stilindeki bir oyun, derinin altındaki iskelet görünümünü çağrıştırır.

Metaforik olanakları yanında, uzanan figür, Moore'un devamlılık gösteren ilgi alanının en ideal aracıdır. Moore, heykellerinin yapısında aşağıdan yukarıya doğru bir gelişimi düşünmüştür. Sanat okullarında ders verdiği dönemlerde, öğrencilerini ayakta duran canlı bir modelden çalıştırırken, onları, çizime ayak bölümünden başlayıp, yukarı doğru devama yönlendirirdi. Figürün ayaklarının yere sağlam basması, onun için kaçınılmazdı. Yer çekiminin en önemli konu olduğunu düşündüğü için, her ne kadar kütleyi eritse de, ağırlık konusunu çıkış noktası olarak değerlendirmiştir. Yere yakın figürler, ona bu olanağı vermiştir.

Uzanan bir figür, "hür olmakla birlikte, aynı zamanda sağlamdır da". Moore'un ideali, durağan bir bloğu, formun tamamını kapsayan bir varlığa, değişik boyutlarda ve hava boşluğu tarafından çevrelenen, çabalayan, iten ve birbirine karşıt ilişkiler içindeki kütleleri kompozisyonlara dönüştürmekti. Yer çekiminin merkezde oluşturulduğu form, statik olmakla birlikte, bu formun parçaları arasında dinamik bir gerilim de mevcuttur. Tek bir figürden oluşan ve bu figürün uzanan bir figür olmadığı heykellerde, pratikte bu ideali gerçekleştirebilmek olanaksızdır. Moore'un dikey figür kompozisyonlarında anne ve çocuk gibi, bir değil, iki figürün bulunmasının altında yatan bir neden de, büyük olasılıkla budur.

Moore'un asimetri konusundaki, ısrarını, statik pozlar konusundaki ısrarı ile bağdaştırmak oldukça güçtür. Uzanan bir figüre bir uçtan bakıldığında, simetrik bir imaj verilmesi mümkün olmakla birlikte her açıdan da asimetri yaratılmaktadır. Bu asimetriyi oluşturmak için, Moore vücudun iki yarısı arasında karşıtlık yaratarak, devamlılığı bozar. Baş ve ayak uzantıları birbirinden uyumsuz davrandığı için, bazen pozun anatomik açıdan korunabilmesi olanaksızlaşır. Moore'un, 1959'dan itibaren parçalar arasındaki ilişkiyi bozarak, birbirinden farklı kütleler yaratmış olması, pek şaşırtıcı olmasa gerek.

Moore'un, Michelangelo saplantısı ve Parthenon'daki pediment'lere(l) taparcasına hayranlığı, onun asimetri konusundaki ısrarı ile açıkça uyum sağlamaktadır. Ancak 1935 yılında "dünyanın en iyi heykelleri"ni listelerken, Sümer, Erken Yunan, Etrüsk, Eski Meksika, Dört ve On ikinci Kraliyet Dönemi Mısır, Romanesk ve Erken Gotik heykellerini saymıştır. Bunların bir çoğunda simetriye karşı belirgin bir önyargı bulunmaktadır ki, bu durum en uç noktasını Meksika heykellerinde bulur. Meksika heykelleri Moore'a göre taş heykelciliğin hiçbir döneminde bu kadar mükemmel olamamıştır. "Formun üç boyutlu değerlendirilişindeki yaklaşıma" ve "Sümer heykellerindeki üç boyutlu varoluşa" hayrandır. Ancak bu sıralarda şöyle demiştir: "tüm açılardan görülen bir heykelin, iki noktası bile birbiriyle aynı olamaz. Formun tamamen gerçekleşebilmesi için duyulan arzu, asimetri ile bağlantılıdır. İtiraf edelim ki, Moore’un asimetriden tam anlamı ile ne algılandığı pek de açık değildir. Moore eğer katı bir kuramlılık içinde değerlendirmede bulunacaksa, en fazla değer verdiği heykeller simetri değildirler. Figüratif sanat bir yana, estetik açıdan canlı olan herhangi bir çanak parçası bile, bir yüz nasıl ki tam anlamıyla simetrik değilse mutlak anlamda simetrik değildir. Ona göre “dünyanın en iyi heykelleri “ heykel sanatı kavramı ışığında ve Maniyerist, Barok, Helen veya Klaisk Yunan heykellerine göre simetriktirler: sadece son saydığımız dönemlere ait heykellerin “tüm açılardan görülen iki noktası bile birbiriyle aynı”  değildir. Moore’un en fazla hayranlık duyduğu heykellerin, kendi görüş açısına oranla son derece dimetrik oldukları görülebilir.



1929 ve 1930 yıllarında Chicehen Itza’daki Tolzec Maya Chacmool’undan ilham alan iki adet uzanan figüratif heykel erken dönem yapıtları arasındadır. 1930’da yapılan heykel farklı cinsiyete rağmen Chacmool’un değişik şekilde anlatımıdır. Ancak aralarında şu farklılıklar vardır:Chacmool’un başı vücuda göre dik açı yaratırken , Moore başı, bir omuzun üzerinden geriye doğru bakmaktadır. Chacmool başı simetrik, moore başı ise asimetriktir. Chacmool’da üst vücut(torso) bacaklarla aynı yönde, dirsekler tarafından desteklenmekte ve kolların dirsekten aşağı kısmı vücuda paralel yer almaktadır. Moore torsosu ise, doğal uzantısı dışında kavisli ve ağırlığı bir dirsek tarafından taşınmaktadır. Moore’daki bacaklar daha açıktır.
1929 yılında yontulan figürkütlesel oluşu ve şekillerin silinmiş karakteri açısından Chacmool’a daha yakındır. Ancak burada başın, bloğun eksenine göre dik açıyla dönük, doğal olmayan duruşu dışında simetri ve önden görünüş reddedilmiştir. Bu kopyalanacak önemli bir öğe değildir: bunun neticesinde yaratılan baş ve boyun dikliği, her iki figüre de uyanık, uyarılmış görüntüsü vermekytedir. Diğer bir taraftan Moore, Chacmool’un  paralel şekilde duran bacaklarını bir tarafa döndürerek, vücudun ağırlığını üst bacaklardan kalçaya taşımış ve böylece torsoyu bir tarafa döndürmüş, bir kolu yere destek olarak yerleştirmiş ve aynı zamanda boşta kalan kolu da başı taşıyacak şekilde kullanmıştır. Meksika figüründeki vücutla, kol ve bacaklar tek bir yönelişi olan bir ünite halinde iken, Moore, onun tüm bütünlüğünü korumuş, ancak bunu "kontrapost"(3) ile bağdaştırmıştır. Moore figürünün duruşu, Michelangelo'nun "Gündoğumu" (Resim. 7) ile benzerlikler taşır. Benzerlik belki bilinçli değildir, ancak tamamen rastlantısal olamaz.
Moore 1921-24 yılları arasında Royal College'de iken, British Museum'a yaptığı ziyaretler sırasında oluşan primitif sanata bağlılığı ve 1925 yılında, başlangıçta isteksiz olarak başlayan altı ay süre ile İtalya'ya yaptığı öğrenci gezisi sırasında, kendisine rağmen doğan Avrupa geleneği ile ilişkisi arasında çelişkiler yaşamıştır. "Geziden geriye dönüşümden itibaren, geçen altı aylık sürede hayatımda hiçbir zaman olmadığı kadar mutsuzdum. Seyahatimde altı ay boyunca, Avrupa sanatının başta gelen yapıtları ile yakınlığım daha önceki ideallerimle şiddetli bir çelişki yarattı. Yeni izlenimleri üzerimden atamadığım gibi, daha önce kalben inandığım ideallerime ihanet etmeden yeni izlenimlerimden fay dalanamıy ordum   da.   Çaresiz  ve çalışamayacak bir durumdaydım. Daha sonra yavaş yavaş bu durumdan-sanat kurumasından-kurtulmam, eski ilgi alanlarıma dönmemle mümkün oldu. British Museum'daki eski Meksika sanatına geri döndüm. Bir Alman yayınında Chichen Itza'da keşfedilen Chacmool illüstrasyonu ile karşılaştım ve o hayret uyandırıcı, uzanır gibi duruş bana çok cazip geldi. Vücudunun bir tarafı üzerinde değil, tamamen sırt üstü yatıyordu ve başı dönüktü. Ancak yine de yapmış olduğum bu seyahatin etkilerini üzerimden tamamen atamamıştım. Savaş günlerinde yaptığım sığmak çizimlerine kadar, İtalya'ya yaptığım bu seyahatte öğrenmiş olduklarımı sanatıma uygulayacak kadar kendimi özgür hissetmedim. Akdeniz yaklaşımı ile arkaik ve primitif insanların daha temel yaklaşımlarına olan ilgimi bir arada kullanamadım. Bu çelişkinin bende, halen devam ettiğini hissediyorum. Ve kendime yaratıcılığımı harekete geçiren acaba bu ikilem mi, yoksa bir gün bir senteze ulaşacak mıyım diye soruyorum". Moore bu konuşmayı 1946 yılında yapılmıştır ve bu günlerden itibaren İtalya'ya yapmış olduğu bu seyahatte öğrendiklerini, zaman zaman diğer ilgi alanlarını ihmal edebilecek derecede kullanacak kadar kendisini özgür hissetmiştir. Akdeniz yaklaşımını, rahat bir şekilde primitif sanatın etkileri ile birleştirebilecek kadar mevcut olan kapasitesini bu konuşmayı yaparken, belki de hafife alıyordu.
Gerçekler, uzanan figür temasının İtalya seyahatinden kalan bir miras olduğunu ima etmektedir. Öğrencilik yıllarında en fazla incelediği heykeller arasında - Mısır, Etrüsk, Afrika, Meksika, ve diğer primitif ve arkaik sanatta- Etrüsk haricinde, pek fazla "uzanan figür" yoktu. İtalya'ya gitmeden önce yaptığı yaklaşık yirmi beş adet heykel arasında, sadece bir tanesi, bir erkek heykeli, uzanan figürdü. İtalya'da ise, Rönesans ve Antik çağlara ait bir çok uzanan figür görmüş olmalıdır. Dönüşünü takip eden iki yıl boyunca akademik anlamda klasik sayılabilecek dört adet uzanan kadın heykeli yapmıştır. Yıllar boyunca etkisi yapıtlarına yansımış olan Chacmool'u keşfi ise, bu dönemden hemen sonra olmuştur. Bu yeni buluşuna karşı ilk tepkisi, onu daha sonraki yıllarda olduğu gibi çağdaş elemanlarla birleştirmek olmamış, aksine Akdeniz geleneklerine ait elemanlar ile birleştirmiştir. Chacmool'a dayandırarak yaptığı ilk yontuda "Gündoğumu" ile olan şaşırtıcı benzerlik, formların birbiriyle genel ilişkisinde ve özellikle de ilk bakışta göze çarpan üst bacak ve göğüslerin şekli, omuzlarla ilişkileri gibi detaylardadır. Moore, daha "Michelangelovari" bir duruş kabul edilebilecek elin omuz üzerine yerleştirilmesi yerine, sol eli başın arkasına koyarak küçük bir değişiklik yapmıştır.

Üç yıl sonra, duruşunda yine "Gündoğumu"nu andıran ve bu defa tarz itibariyle dikkat çekici bir şekilde Michelangelovari bir figürü, güçlendirilmiş betondan yapılmıştır.


1945'den itibaren Moore, Picasso tarafından önerilen bir yöne girmeye başlıyordu ve devam eden uzanan figürleri, insan formunun temsilinden çok, bu form üzerine çeşitlemeler haline geldi. Ancak daha soyut heykellerinde bile, Akdeniz geleneğine ait duruşlar kullanmıştır. Bacakların pozisyonu ve başın eğimi bakımından "Michelangelovari prototiplere devam etti. Diğerleri ise, antik prototipleri yansıtıyor gibiydiler. Bazı figürleri de yan yatmakta, torsoları gergin ve bir diz, diğerine göre daha bükük durmaktaydı .
Sanatsanat, bahar 2003

1 yorum:

  1. Aksu Diş taşlar mevkinde bulunan Doğal Figür Kayalar ile Henry moore un Heykelleri bir benzerlik taşıyor. Acaba Henry Moore Perge gezisi yaptı mı diye sorasım geliyor.

    YanıtlaSil