Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Nuri İyem


Çocukluk yılları Anadolu’nun  çeşitli kentlerinde geçen Nuri İyem, lise yıllarındayken Güzel SanatlarAkademisi atölyelerinde resim çalışmalarını izlemiş, bu arada Nazmi Ziya Güran’a gösterdiği kendi çalışmaları ilgiyle karşılanmış ve Güran, Iyem’in Akademi’nin orta bölümüne girmesine yardımcı olmuştu. Hikmet Onat tveIbrahim Çallı atölyelerinde de çalışan İyem, 1937 yılında okulu bitirdi ve Giresun Ortaakulu’nda öğretmen olarak greve başladı. 1933 yılındaki üniversite reformu sonrasında yeniden yapılanan Güzel Sanatlar Akademisi’nin Yüksek Kısmı’na katılmak üzere 1940 yılında okula döndü ve Léopold  Lévy Atölyesine katıldı. Bu yıllarda Yeniler Grubu’nun kuruluş çalışmaları içinde yer aldı. 1944 yılındında Akademi’den mezun oldu ve Istanbul Resim Heykel Müzesi’ne atandı. Nuri Iyem,öğrenci olaylarına karıştığı gerekçesiyle tutuklandı, yargılandı ve daha sonra serbest bırakıldı (1944 - 1945). Bu zor dönemin ardından Nuri İyem, serbest sanatçı olarak çalışan ilk Türk ressamlarından  biri olacaktı. 1946 yılından başlayarak açtığı bireysel sergilerle, sanatını tanıttı.
Nuri İyem resimlerinde görünümler, kırsal kesim insanının içve dış mekan yaşantısı, balıkçılar ve özellikle de portreler önemli bir yer tutar. Bu eserlerde ortak olan, duyarlılık ve hayata ve insanlara içten bir yaklaşımdır.
Nuri İyem, resimsel anlatımın içeriğini vurgulayan açık ve yalın içtenliği gölgeleyecek hiçbir tutuma ödün vermeden, sımsıcak ilişkileri, katışıksız duyguları resimler. Teknik beceriler, sanatsal endişeler ve hatta renkler onun resmine, ancak bu katışıksız içtenliği destekliyorsa katılabilir. Bu bağlamda Iyem’in resimleri doğaçlama bir anlatımın ürünlerine yaklaşan bir ustalığı sergiler. Balıkçıların gerçekçi portrelerinden, soyut bir yaklaşımla üretilen kırsal kesim kadınlarının portrelerine kadar ulaşan gelişme çizgisinde, duygulu yaklaşımı varlığını sürdürür.

Portre resimlerde bu duyarlılığı güçlendiren değerler, Nuri İyem’in desen gücü, renk bilgisi ve seçimi, leke ve ışıkdağılımındaki öznelliktir. Sanatçınm resimlerindeki, rengi kendi içinde çoğaltan lokal tonların sınırsız zenginliği, ışık ve leke dağılımının dinamik ve durağan planlarda gösterdiği ustalıklı dağılım, insanı konunun içine alır. Nuri Iyem 1949 yılında, Türk sanatını saran soyut eğilimler doğrultusunda resimleryapmaya başlamıştı. Önce geometrik planlarda yerel nesneleri, özellikle kırsal kesim insanının günlük yaşamında kullandığıve neredeyse bu yaşamı simgeleştiren testi gibi nesneleri bir kompozisyon düzeninde bir araya getirdi.

Nuri Iyem, 1951-1960 yılları arasında doğa ve figürsel anlatıma ağırlık veren soyut, ama dışavurumcu resimler yaptı. Bu yıllardan sonra tüm tuval yüzeyini kaplayan anıtsal soyut yüzlerden oluşmuş bir resimsel anlatıma ulaştı. Tek veya üçlü gruplar halinde tuval yüzeyini ön planda tamamen kaplayan ve çoğu kadın portrelerindenoluşan bu düzen, İyem imzasıyla özdeşleşecektir. Anıtsal form larıyla bu portreler Anadolu insanının ve özellilde kadınının yaşam dramını güçlü bir du yarlıkla duyuran sanatsal sim gelere dönüşür.

Nuri İyem söz konusu bu yaklaşımıyla kendi kuşağının toplumsal gerçekçilik adına verdiği savaşımı güçlendirmiş ve yerel konulara öncelik tanıyan, yeni bir Türk resmi yaratma çabası harcayan ressamlar arasına katılmıştır. T.L.


Nuri İyem/50. sanat yılı
Resmimizde bir “kapalı devre” Sanatçısı
Kaya Özsezgin Bilmece misali resim, sanatçının gözünden düştü. İnsansız bir yerde neylesin sanatçı? Yurdumuzda, özellikle resimde pek çok önemli sorunun çözümü, seyirci ile kurulabilecek diyalogda ve karşılıklı etkileşimde yatıyor”. (1984)
“Şehirde yaşamama karşın, gönlüm Doğu insanında... Her ressam için, bir konu daha önemlidir, bir konuyu daha fazla sever, önemser... Resmin anlaşılır olması suç değildir. Ben, bir inancın kanadı altına sığına rak eser yapmak yerine, bir inancı, sa natımın olanaklarıyla kuşatmayı, anlatmayı seçtim”. (1984)
“Baskıdan bıktığım için soyut re sim yaptım. Ne ki, soyut çalışmalarım bile yarar sağlamadı. Resimlerim, üzerine ‘solculuk’ şalı geçirilmiş kıskançlık nedeni ile yurt dışı sergilere yollanmadı. Düşünün, soyut resimler ve solculuk...” (1985)
“Bizim doğaya, çevreye, figüre bağlı, insan sevgisi ile dolu, coşkulu, gerçekçi resim anlayışımız, çok kısa bir sürede umulmadık büyük bir ilgiyle karşılandı. Ne var ki, başta D Grubu olmak üzere, birçok ressamın keyfi kaçmıştı... Türk resmi içinde ‘Yeniler’in yeri, tüm küçümseme çabalarına karşın çok önemlidir”. (1985)
“Ulusal olmayan, toplumsal yankı uyandıramaz... Bana göre çağdaşlık, yeni akımlara uymak değildir. Ulus tarafından sahip çıkılmayan ve yaşama giremeyen yapıtların, sanatürünü olduklarını kabul etmiyorum... Once Türkiye gerçeğini kavramamız lazım, evrensele yerellikten gidilir”. (1986)
Yukarıdaki alıntıları, Nuri Iyem’ in iki yıl öncesinden bugüne kadar uzanan ve kuşkusuz sanat yaşamının büyük bir bölümünde savunmuş olduğu toplumsal gerçekçi anlayışla köklü ifadesini bulmuş olan görüşleri arasından, gazete klasiklerini tarayarak rastgele seçtik. İyem’in, akademiyi, başarılı bir öğrenci olarak bitirdiği yıllardan başlayarak, “Yeniler” grubunu oluşturucu aktif sanatçı girişimlerini, 1950 sonrası soyutçu dönemini ve l960’lı yılların başında yeniden figüre ve somut kavramlara dönüşüne ilişkin yakın dönem çalışmalarını, bir biri arkasına gelen sergilerini, bir sanatçı gelişiminin olağan iniş-çıkışları açısından ele aldığımızda, bugün yarım yüzyılı bulmuş olan sanat yaşamı için, bize fazla serüven peşinde koşmamış bir sanatçı gibi görünür. Türkiye’deki sanatçı prototiplerinin hiçbirine girmeyecek özel bir kategori oluşturduğu bile söylenebilir. Bunun, başlıca iki önemli nedeni var: İyem, kendisinden öncekiler ve kendi kuşağının sanatçıları, Avrupa ve Amerika’da biçimlenen çağdaş ve güncel sanat oluşumlarını yakından izlemek, yeni akımlarla aramızdaki zaman farkını kapatmak için Batı’nın yolunu tutar, hatta orada yerleşme olanaklarını ararken, bu genel sanatçı tavrının dışında kalmış; sanat eğitiminin sağladığı teknik bilgilerle yetinerek, resmini, bu temel teknik bilgilerin ışığında, özel deneyim ve gözlemleriyle oluşturmak gibi, meslek ehlinin yadırgayacağı bir yol seçmiştir. Bu yönüyle, bir bakıma Turgut Zaim’e benzer. O da çok kısa bir süre kaldığı Avrupa’dan alabileceği fazla bir şey bulunmadığını görünce, sıkıntı ve bunalım içinde ülkesinin yolunu tutmuş ve yöre insanlarının yaşamından kaynaklanan bir gözlem estetiği ve tarih bilinci üzerine kurmuştu sanatını. Onun sanatı da ilkelere bağlı bir değişmezliği öngörmüştü.
İkinci neden, 1940’lı yılların sanat dünyasında “D” Grubu’nun öncülüğüyle başlamış olan yenilikçi akımları, ülke gerçeklerine aşılama ya da bu akımları Türkiye’de temsil etme girişimi olarak özetlenebilecek sanatçı misyonu karşısında, İyem’in —ve İyem kuşağının elbet— bir tür “anti tez” geliştirmiş olmasıdır. Bu antitez, en tipik savunucusunu İyem’in kişiliğinde bulmuş ve tartışması günümüze kadar uzanan “Türkiye”ye özgü sanat” ya da “ulusal” ve “yöresel” ağırlıklı eğilimlerin, özellikle 1960’lı yıllardan sonra orta ve genç kuşak ressamları arasında geniş bir taraftar kesimi kazanmasına yol açmıştır. Ancak bu terimleri belirleyen kavramların, çağdaş resim sanatımızdaki yeri ve sınırları konusunda, bugün bile farklı yorum ve eleştirilerin öne sürülüyor olması, özelikle İyem’in zaman zaman kendi resmi için kullanmış olduğu “ulusal”lık tanımının hangi ölçütler üzerine oturduğunun açıklıkla saptanmamış bulunması, kargaşanın başlıca nedeni olarak bugün de gündemdedir. Şurası bir gerçek ki, Nuri İyem’in sanatı, konusunu yöresel kaynaklarda bulan bir çıkışın ürünüdür. Ama aynı dönemde, sanatçıları yurt doğasına yöneltmiş olan devlet programının dışında düşünülmesi gerekecek bir olgudur bu. Gecekondulaşan büyük kent yaşamının insan figürleri, İyem’in portre türünde yoğunlaşan resimlerinde, zamanla şematize olmuş bir “tip’ ‘e dönüşerek bugünkü “katı” çizgisine ulaşmıştır. Bu çizginin kaynağı, kuşku yok ki gene Batı resmindeki izlenimcilik sonrası gelişmelerde ve bir tür akademizmde yatmaktadır. Tuş ve tekstür olarak, İyem’in ilk ciddi çalışması “Nalbant”a bağlanabilecek olan bir renk, biçim ve kompozisyon anlayışı, zamanla İyem’de bir palet ve yorum ayrıcalığına yol açmıştır, denilebilir. İyem’in soyut dönemi bile, fıgür resimlerinin doku karakterinden ayrı düşünülemez kanımca.



Kitleci tutum İyem’in sanatına bir “kapalı devre” sanatı olarak bakmak zorundayız. Her şey, başından beri kendi içinde başlamış, gelişmiş, yöresel disipline bağlı oluşumlarla beslenmiş, “Liman” ressamlarının grup etkinliğiyle toplumsal gerçekçi bir doğrultu da yerini bulmuş ve bugünkü noktaya —yani başladığı yere— gelmiştir. Dışardan aldığı etkiler çok sınırlı kaldığından, doğaldır ki yeni gelişmeler karşısında da “kapalı devre” kuralları geçerli olmuştur. Ne var ki resmimizin yaşayan kuşağı sayabileceğimiz yaşlı ressamlar yanında, İyem’in sanatı her yeni sergiyle, güncelin bir uzantısı gibi algılanmaktan da geri kalmamıştır. Portre fıgürleri, toplumsal içerikli sanata ilgi duymuş olan bir alıcı kesim tarafından her zaman ilgiyle, merakla izlenmiş, onun değişimlere karşı tutumu bile, bir değişim gibi algılanmıştır. Bunda, İyem’in bir çok tartışmayı körüklemiş olan yazar ve kuramcı yanının da katkısı söz konusudur. Ondaki yalın ve duru kompozisyon tekniği, rahat icra gücü, yöresel kadın ve erkek tiplerini irili ufak lı pek çok resme yayma konusundaki kararlı disiplini, bizim Sanat çevrelerimizce bir değer işareti sayılagelmiştir. Ayrıca yenilikçi akımlara ve eğilimlere kuşkuyla bakmış olanlar için bu resim, kolay anlaşılır ve zevkine varılır bir yakınlaşma ortamı d yaratmıştır. Çünkü temelinde “konvansiyonel” bir üslup birikimi, tep kileri en aza indiren yumuşak bir figür yorumu vardır. Radikal çözümler, akademik deneyime öncelik tanı yan gerçekçi yaklaşımlar, Nuri İyem’ in sanatını biçimlendirmiş olan baş lica özellikler arasında sayılabilir. Seç kinciliğin alternatifi olabilecek kitleci tutum, İyem’in sanatını yönlendiren temel soı olarak ağırlığını her zaman korumuştur. Hatta bu tutum, Iyem’i, sık sık soyutçu dönemi ne karşı çıkmaya, o dönemi yok saymaya itecek kadar kesin tavırlar almaya zorlamıştır.

Elli yıllık sanat geçmişi içinde değerlendirdiğimiz zaman, Nuri İyem’i bir olgu, resmimiz için vazgeçilmez bir antitezci, soyutçu akımlar karşısında figürü savunan sanatçı grubunun bir tür önderi, toplumsal kökenli eğilimlerin yılmaz bir savunucusu gibi görmek gerekecektir. Resmini beğenmenin ya da beğenmemenin, tutmanın ya da tutmamanın, yüceltmenin ya da eleştirmenin ötesinde, bu olgu, 1940’lı yılların başından bu yana, bir mücadele biçimi olarak yerini almış, İyem’in kişiliğinde çok özel bir kimlik yaratabilmiştir. İyem’in resimlerine sırtınızı çevirebilirsiniz, hatta onun çağdaş yenilikçi sanatımız açısından aşılmış bir değer olduğunu öne sürebilirsiniz, ama resmimizin kısa gelişim süreci içinde Nuri İyem’in varlığını teslim etmek zorundasınız. Salt yarım yüzyıla adanmış bir sanat yaşamının ağırlıklı etkisi değildir bizi böyle bir yoruma götüren; kuşak çekişmelerinin üstüne çıkabilen ve bu gün İyem’in resmi olarak zihinlerimizde belirgin bir iz bırakmış olan kişilikli tutumu da kuşkusuz önemli bir etkendir. Milliyet Sanat Dergisi, 1980 ler




Nuri İyem vesilesiyle Sezer Tansuğ 1915’te İstanbul’da doğan Nuri İyem’ in çocukluğu Anadolu’nun çeşitli illerinden Arnavutluk’a kadar çeşitli yerlerde geçti. Arnavutluk ‘ta mahalle mektebinde okudu. İtalyan okuluna girip çıktı. Daha sonra (10 yaşında) İstanbul’a döndü.
1932’de Vefa Lisesi’ni bitiren Nuri İyem, Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. Akademi’den sonra “Yeniler Grubu”na katılarak bu grubun çeşitli zamanlardaki sergilerinde göründü.
1944’de Güzel Sanatlar Akademisi’nin yarışmasını “Nalbant” adlı yapıtıyla kazanarak 2. kez diploma aldı. Ertesi yıllarda kişisel sergiler açtı; karma sergilere katıldı. Bu arada resim anlayışında soyuta yönelen Nuri İyem, yurt dışında Devlet eliyle diğer tüm sergilerde yeraldı.
Gelişim Yayınları arasında 1976 başında çıkan Beş Gerçekçi Türk Ressamı adlı kitabımızda yeralan diğerleri gibi, Nuri İyem’ın sanatı ve yaşamı hakkındaki açıklamaların da, o günden bu yana genişletilmesini zorunlu kılan gelişmeler oldu. 1976 sonunda, sözü edilen kitapta yeralan beş sanatçının katılması ile bir sergi düzenlenmesi işini de İstanbul’un en mutena sanat galerisi niteliğini koruyagelen Maçka Sanat Galerisi üstlenmişti. Bu olay bir yandan sanat kitabı yayımcılığının, öte yandan Istan bul’un kültür yaşamını gerçek an lamda zenginleştiren bilinçli bir özel galericilik etkinliğinin birleşmesi yönünden, çevrede yeni ve özgün birşeylerin oluştuğunu gösteriyordu.

1981’e eriştiğimiz bu aşamada, Nuri Iyem Türk resim sanatına sergi ve yazı etkinlikleriyle 40 yıl hizmeti geçmiş bir usta olarak elbet büyük övgülere layıktır. Fakat İyem’in 1976’dan bu yana sanatçı etkinliğindeki yoğunlaşma ayrıca üzerin de durulmaya değer ve bu süre içinde resim çalışmalarına devam edegelmiş olan İyem’in, tüm sanat yaşamına daha geniş ve soluklu bir perspektiften bakılmasını mümkün kılabilecek yaklaşımlar, kendisinin çevreyle kurmayı başardığı saygın kişilikli sanatçı çabalarının da bir eseri olmaktan uzak değildir.

1976’dan bu yana, İyem’le eski tartışmalı günleri yeterince tasfiye etmiş olarak kaynaştı k ve 1977’de İzmir’de bir resim jürisi çalışmasında da buluştuk. Öyle pek sık bir araya gelmek fırsatını bulamasak da, çağdaş Türk sanatçı çabalarındaki hayat kavgasının büyük azim simgeleri olan Nasip ve Nuri İyem eşin, müşfik yakınlıklarından hiçbir zaman yoksun kalmadık.

Nuri İyem’in çağdaş Türk resminde en etkin usta isimlerden ‘birini oluşturduğu gerçeği, daha yıllar önce Ahmet Hamdi Tanpınar gibi büyük bir düşünür ve yazar tarafından keşfedilmişti. Türkiye Cumhuriyeti’nin belli başlı tek sanat eğitim kurumu olan Devlet Güzel Sanatlar Akademisi de Nuri İyem’in şahsında lk yüksek resim bölümü mezununu yermiş olmak tan, sanırım gurur duymalıdır. Çünkü iyem, o günün koşullarında akademi eğitim kadrosu içinde yer- alabilecek sosyal konuma belki sahip değildi, ama hayata karşı gürül gürül bir resim savaşı vermiş olmasıyla bu onuru hak edecek bir güç ortaya koymuştur.

Yukarıda bir jüri çalışması için 1977 yılında İyem’le İzmir’de buluştuğumuzu söylemiştim. Yıllık resim yarışması için bizi biraraya getiren özel bir kurumun ilgilileri, çıkardıkları dergide yayınlanmak üzere Türk resmi ile ilgili bir yazı yazmamı istediler. Bu yazıda Türk resminin yeni figüratif gelişmelere dönük bulunduğunu belirttim ve bir yerinde şöyle dedim: “. . .gerek biçimsel sanat yaratışlarını yenileyen, gerek araştırıcı ve özellikle eleştirici kesimde etkinlik sağlayan potansiyel, genellikle kurumlar dışında doğmuştur. Sorunlar hiçbir zaman çevre, toplum ve yaşamla bağıntıları cılız olan kalıplaşmış bir kariyer anlayışı açısından çözüm bulmamıştır. Bu hayati sorunu bugün, sanat eğitimi yapan kurumların derinden kavradıkları bir kapsam içinde değerlendirmek gereklidir. 1960’lardan bu yana Türkiye’de  artan toplumsal çelişkiler ortamında, kentleşme olgularının yarattığı dramatik gerilim, sanatçıların yeni figüratif ifadeci keskinlikler arayışlarının da motorudur. Toplumsal iradenin yansıtılması bakımından burada karşımıza çıkan ana sorun, çelişkiler içinde sentez yolunu araştıran orta sınıfların yaratıcı güç olarak, bu kez Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, tüm tarihsel kaynak ve kökenleriyle birlikte yüceltmek amacına dönük bulunmasıdır. Kuşkusuz böyle bir olgu karşısında herhangi bir güç engellemesine kalkışmak, düpedüz minnet ve itibar edilen bu tek kaynağın çağdaş evrenselliğe ulaştırılması amacını baltalamak anlamına gelir.

Şimdi gelelim İyem adını ilk kez duyduğumuz o çok eski günlere. Ve elbette eğitim ve yazar etkinliğimiz işine bu adın katkısını da unutmayarak.


Sanat tarihi eğitimimizin bazı sorunları ile sanat eleştirmeciliği serüvenlerimizde ressam Nuri İyem’in de bir yeri olduğunu itiraf etmeliyiz. Daha 2. Dünya Savaşı yıllarında bir raslantıyla ismini duymuştum İyem’in. Liseye başlamıştık, ilk gençliğimizdi; sanata karşı öyle yoğun bir ilgi de oluşturulamamıştı benliğimizde; sıradan, göçebe ve yoksul emekli çocuğu olduğumuzdan, tabii. Bedenler bu sıradan gidişe direnmiş olacak ki, ben iki yıl zafiyetten okula gidemeyip bol bol kitap okudum; bunda da hakkını teslim etmem gerekir, yirmisinde galopan vereme yakalanıp otuzyedisinde yarışı tamamlama mukavemetini başaran o zavallı fıkara, rahmetli ağabeyimin kitaba ve sanata olan tutkusu rol oynadı.

Üsküdar doğumlu babamın, baba Üsküdar’da ucuzundan külüstür de olsa bir ev edinip yerleşme isteği gerçekleşemeyince, Bağlarbaşı’nda desti tüccarı bir Rumun ahşap evine kiracı olmuştuk. İşte bu Bağlarbaşı semti acayip kozmopolit ve renkli ir köşeydi ve gerek eski soylu Çamlıca, gerekse uzantısı Altunizade’nin sanatçı nağmeleri bile buraya erişebiliyordu Semtte oturan akademi resim öğrencisi bir genç, sarı muşambalı ve çizmeli bir balıkçı resmi yapmış ve yaşıtı olan ağabeyime vermişti. Bu balıkçı meselesi, içinde Nuri İyem’in de bulunduğu Yeniler grubunun, 1941’deki ünlü “liman” sergisinden doğru bu yana geliyordu. Savaş boyunca İstanbul’da yoksulluk meseleleri çok konuşulmuş, yaşam kavgası için verilen uğraşın sanata ve edebiyata yansıması etkinlik kurmuştu. Lise sıralar özellik edebiyat ilgilerimizi pekiştiren hocalarla karşılaştık. Gerçi, ama hocalar da çoğunluk bizim gibi sıradan kişiler oldukları için/sanatçı olmaya filan kimseyi teşvik etmiyorlar, okulda alenen garipçiler gibi şiir yazmaya özenen bir alığa, bırak o zırvaları serseri şair, diyorlardı. Resimle uğraşan pek kimse yoktu civarımızda, hatta hiç yoktu diyebilirim. Yalnız lise sonda iken tam arkamdaki sırada yanyana oturan ve sonra akademiye girip ‘mimarlığı meslek edinen iki arkadaş, nişadırdan, sabundan kız heykeli yontar ve nedense, bana hep öyle gelmiştir, geleceklerinden pek emin görünürlerdi. Bense ne olacağımı hiç mi hiç bilmiyordum ve liseyi bitirene kadar ne bir tek resimli sanat kitabı ya da ansiklopedi görmüş ve ne de Türk resmi hakkında o sarı muşambalı balıkçıdan” başka bir örnekle karşılaşmıştım.

O sarı muşambalı balıkçı resminin kaynaklandığı ve Türk resminde Yeniler adıyla bilinen grup İkinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul sanat çevrelerinin yoğun ilgisini toplamıştı. Yeniler grubunun o tarihlerdeki gruplaşma ve sergi faaliyetlerinin Akademi çevresini de etkilemiş olduğu, bu etkilerin, öğrenci kesimlerine yansımış olmasından anlaşılır.Yeniler grubu hakkında bilgilerin yanısıra, bu konudaki tepkilere de rahmetli Fahir Ongeı’in Soyut dergisinde yayınlanmış olan bir yazısında yeteri oranda yer verilmiştir. (Soyut s.58 Mayıs 1973)

Yeniler grubunu oluşturan sanatçıların başında Nuri İyem gelir. Selim Turan ve Avni Arbaş gibi arkadaşları ile Kemal Sönmezler’in önerisi üzerine Liman konulu bir sergi düzenlemeyi kararlaştırmışlar, bu sergiye D grubundan kopan Abidin Dino’dan başka, Haşmet Akal, Nejat Melih, Turgut Atalay, Faruk Morel, Mümtaz Yener, Agop Arad, İlhan Arakon gibi sanatçılar katılmışlardır. Resmi makamlar da bu sergiyle ilgilenmişler ve bu vesileyle, halka daha ucuz balık yedirmenin imkanını araştıran girişimlerde bulundukları gazetelere yansımıştır. Yeniler grubunu oluşturan gençleri Hilmi Ziya, Şekip Tunç gibi hocalar yüreklendirmişlerdir. Orhan Seyfi Orhon’un “Çınaraltı” dergisinde, sergiyi insafsızca yermekten başka çağdaş Türk resminin de .gerçek anlamda bir Türk resmi olmadığını, taklitten ibaret bulunduğunu ileri süren tepkisi karşısında, Ahmet Ham Başar ve Fikret Adil gibi yazarların sanatçıları savundukları görülür. O çağın yazarları arasında en şiddetli tepki Tasvir-i Efkar’da Peyami Safa’ nın kaleminden çıkmıştır. Ancak gerek Mustafa Şekip Tunç, gerekse Hilmi Ziya Ülken’in kaleme aldıkları makale ve kitapçıklarda genç ressamların yoksun sayıldıkları “milliliği”, bu yapıtlarıyla gerçek anlamı ile ortaya koydukları bile savunulmuştur. Sanat Olayı



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder