Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

O, Keeffe, Georgia

Georgia 0 ‘Keeffe (1887- 1986)
Wisconsin’de Sun Prairie yakınlarında bir çiftçinin kızı olarak dünyaya geldi. On sekiz yaşında Art lnstitute’da sanat eğitimi almaya başladı. Geçirdiği tifüs hastalığından sonra 1907’de New York’a taşınarak Art Student’s League’e devam etti. Bir yıl sonra tahsilini yanda bıraktı ve Chicago’da reklam grafikçisi olarak çalışmaya başladı. Görme yetisinin zarar gördüğü ağır bir kızamık geçirdikten sonra, 1910’da mesleğini bırakmak zorunda kaldı.

1915: Yeni Bir Yöneltim 1912’de yeniden resme yönelen O’Keeffe iki yıl sonra South Carolina’da Columbia College’e sanat dalında doçent olarak atandı. 1915 güzünde sanatta yeni bir başlangıç yapmaya karar verdi. Bunu izleyen zamanda organik ve ornamental-geometrik biçimli kömür resimler yaptı. O’Keeffe bu resimlerini New York’ta yaşayan bir arkadaşına gönderince, arkadaşı sanatçının kesin arzusuna karşı gelerek, bu yapıtları Alfred Stieglitz adındaki fotoğrafçıya iletti. “291” adlı avantgard galeriyi yöneten Stieglitz, bu resimlere hayran oldu ve ertesi yıl, aralarında Teksas manzarasını yansıtan renkten yana yoğun suluboyaların da bulunduğu O’Keeffe’in tablolarından oluşan ilk kişi sel sergisini düzenledi.

1918’den Sonra: Çiçek Resimleri O’Keeffe yeniden geçirdiği bir hastalık yüzünden 1918’de öğretmenliği bırakmak zorunda kalınca, Stieglitz kendisine maddi destek verdi. Sanatçı New York’a taşındı. Fotoğrafçının kendisini gösteren açık fotoğraflar sayesinde, kendinden emin bir biçimde hareket eden O’Keeffe, avantgard sahne sanat sahnesinde ünlü bir kişi haline geldi. Müziğe uyarak yaptığı soyut yapıtlardan sonra, 1920’de Pflaumen (Erikler) adlı ölüdoğayı yaptı. Sanatçı bu tablosunda ilk kez süjeyi büyütme hilesine başvurarak geleneksel natürmorttan ayrıldı. Tasvirlerini başlıca önemli olanlara indirgeyerek soyut ile somut arasında bir senteze ulaştı.


O’Keeffe ile Stieglitz 1924’te evlendiler. O’Keeffe aynı yıl içinde resmi boydan boya dolduran ilk çiçek resimlerini tamamladı. Çoğu zaman sadece bir ya da iki çiçek, tuvali tümüyle kaplamakta. Çok yakın plan da gösterilen çiçek yapraklarının dış kenarlarıyla sapları çoğu zaman kesilmiştir. Sanatçı, amblemi haline gelen Kala zambağını tekrar tekrar çizdi. Ta 1918’de çizdiği ilk küçük çiçek resimlerine karşıt olarak, 20’li yıllarda olası seksüel yorumlara mani olmak için, gerçekçi bir resim stilini seçti. Eskisi gibi koyu renkli olan resimlerinde gizemli bir hava sezilmektedir.
1925’ten Sonra: Metropol Tablolan O’Keeffe 20’li yılların ortasından sonra New York gökdelenlerini 20’den fazla resimde gösterdi. Bu resimleri fotoğrafın ve kamera perspektifınin (kurbağa perspektifı) de formasyonlarından etkilenerek yaptı. O’Keeffe mimarinin ayrıntılarına sadık bir tasvirini yapmak istemeyip metropolün kulisini ve atmosferini yakalamak istedi. Bu yüzden ışığa çok önem verdi.
20’li Yılların Sonunda: Kafatası Resimleri 1927 yılında New York’ta O’Keeffe’in ilk retrospektif sergisi yapıldı. Sanatçı bundan iki yıl sonra New Mexico’ya gitti. Manzaranın güzelliğine kapılan sanatçı, bundan böyle yaz aylarını hep burada geçir di. Çölde bulduğu hayvan kafatasları, resimlerinin başlıca konusu hali ne geldiler. Kurukafaları sıksık yapay çiçeklerle aranje ederek tablolarına sürrealist bir karakter verdi. 30’lu yılların ortasından sonra, dünyevi her şeyden kopuk olarak çöl manzaralarının üstünde uçuşan kafatasları çizdi (örneğin Aus ferner Naehe (Uzak Yakından, 1937, gibi.) New Mexico’nun peysajları, tıpkı çiçek resimleri gibi, tuvali aşıyor gibiler ve böylelikle doğanın heybeti ve büyüklüğü vurgulanmış oluyor.
40’lı Yılların Ortasından Sonra: Avlu Resimleri New York’taki Museum of Modern Art (Modern Sanat Müzesi) 1946’da O’Keeffe’in şahsında ilk kez bir kadın için retrospektif bir sergi açmış oldu. Stieglitz aynı yı1 içinde öldü. O’Keeffe eşinin ölümünden üç yıl sonra New Mexico’ya temelli taşındı. Sanatçı ta 40’lı yılların ortasından beri, geometrik, minimalist biçimleri ve indirgenmiş renkleriyle ayrıcalık kazanan bir dizi avlu resmi üzerinde çalışıyordu. 50’li yıllarda yaptığı birçok geziden sonra, soyut tabloları anımsatan bulut tarlaları ve nehir akışlarını çizdi. 70’li yılların başında O’Keeffe’in görme yetisi giderek bozuldu. Resim yapmaktan vazgeçmek zorunda kalınca, terrakotayla deneylere girişti. 1986’da, 98 yaşında Santa Fé’de hayata gözlerini yumdu. Yüzyılın 100 Ressamı

Doğa tutkunu bir ressam
Alev Mandalinci
1887 yılında doğanın hükmettiği ıssız topraklarda doğan Georgia 0’ Keeffee, yıllar sonra ara sıra sokulduğu şehir yaşamından her defasında kopup aynı boş alanlara dönmüş, 1986 yılının Mart ayında 99. yaşında öldüğünde yıllar boyu sanatıyla kovaladığı yalnızlığı başka bir şekliyle kucaklayıvermiştir.

Amerikan sanat tarihinde, eşine az rastlanır bir önem verilmektedir Georgia O’Keeffee’ye. Sınır tanımaz doğalcılığı, yabancı sanat akımların dan etkilenmeyi reddeden özgünlüğü ve yaşamıyla uyum içindeki sanat anlayışı Amerikalı için bir güven ve gurur kaynağı olmuştur.
19l8’de ilk karakalem çalışmasını yüz doların altında o da taksitle satan O’Keeffle, l924’te yağlı boyalarını 1.000 dolardan, 1927’de ise 3500 dolardan satabilmiştir. Onu yaşarken ünlü ve hatta kendi neslinin tek kadın sanatçısı olmanın büyüsünden kurtaran, yalınlığını ve vahşiliğini kitleler ‘için ulaşılmaz kılan nedenleri bilemiyoruz. Tek bilinen, yaşadığı toprakların güzel doğasının ve ‘gözlemlediği motiflerin köklerine gitmeyi kendi yaşam biçimi olarak kabullenip-kabul ettirdiği ve resmi de bu yol için bir araç olarak seçtiğidir. En büyük şansı annesinin kadınların eğitimine inanmış bir aristokrat oluşunda, gelişimi ise tamamen kendiyle doğa arasında oluşturduğu ince aşkta yatan bu kadının yaşamı da ilginçtir.

7 çocuklu bir ailenin ilk çocuğudur. Okulda ve evde sessiz ama, sorgulayıcıdır. 13 yaşında ressam olmaya karar verebilmekte, çevresini kendi özel yollarıyla biçimlendirmektedir; okuldaki kızlara poker öğreterek popüler olma gibi, erkeklerden bariz bir şekilde uzak kalışı gibi... Cinsel yaşantısı 1918 yılında ünlü empresyonist fotoğraf ustası Stieglitz’i tanımasına dek tamamen bastırılmış, 1924 yılın da evlenmelerine dek geçen sürede ise oldukça ağırlıklı bir şekilde kişiliğini ve sanatını belirlemiştir.

A.Stieglitz, Georgia O’Keefle’yi gerçek anlamda keşfeden ilk kişidir. Resimlerini gördüğünde şöyle demiştir: “Sonunda k bir kadın.” 1916 yılında Georgia’nın resimleri kendisinin haberi bile olmadan Stieglitz tarafından sergilendi ve ilk kez geniş bir kitleye ulaştı. Bundan sonra 1920’lerde yine bir Stieglitz sergisinde Avrupa eğilimli erkek sanatçıların arasında Amerikan eğilimli ve tek kadın sanatçı oluşuyla özel bir ilgi görmesi onu hem ünlü kıldı, hem de tedirgin. Kendi yalnızlığını ve etkilenmemişliğini koruması artık sanatı için de gerekliydi. Bu korumacılık onun sanat akımlarına olduğu kadar birçok konuya da yabancı kalmasını sağladı. Örneğin savaş onun ruhsal olarak itici bulduğu ama politik olarak tamamen bilinçsiz olduğu bir konuydu. Aynı şekilde New York’ta 1920’lerde büyük binaların bazen bir gecede bitivermiş görüntülerinden etkilenerek hayran olduğu bir ölü doğa resmine şu biçimde geçişi de oldukça O’Keeffee’ye has bir çözümlemeydi: “Resmi, çiçekleriyle çok güzel buldum. Fakat farkına yardım ki aynı çiçekleri o kadar küçük olarak resmedersem kimse bakmayacak. Büyüyen binalar, gibi kocaman yapmaya karar verdim onları. İnsanlar uyarılacaktı, onlara bakmak zorunda kalacaklardı, kaldılar da.”
Georgia O’Keeffle’in sanatını yaşantısına değinmeden anlatmak imkânsız. Resimleri, kesinlikle içinde yaşadığı doğaya ilişkindir. Bu yüzden evli kaldığı yıllarda bile, yazları, sürekli olarak ülkenin güney batısının dokunulmamış doğasına kaçmış, adeta sanatıyla kucaklaşmıştır. En başarılı resimleri büyütülmüş, dondurul muş ve sanatçısı tarafından doyum sanarak yorumlanmış doğa fragmanlarıdır... Yani kimi zaman tüm tuali dolduran bir çiçek ki, kimilerince vajinayı da simgeleyerek; kimi zaman tuale ancak sığmış gibi duran bir kırmızı tepe ki, O’Keeffle’ye göre ot yeşermediği, kurak olduğu için kırmızıya boyanmış olarak... Bazen de bir deniz kabuğu, ya da ayrı ayrı oluşları bir dış çizgiyle belirlenmiş, böylece O’Keeffee yalnızlığına ihanet etmeyen, 3 deniz kabuğu.

O’Keeffle’in konularındaki çeşitlilik 1925-29 yılları arasında tattığı kalabalık şehir yaşantısıyla ve kendi çabalarıyla Stieglitz’in çevresi dışında Brooklyn müzesinde açtığı bir serginin de verdiği güvenle artmıştır. Kent, göl, otel resimlerindeki geometrik dizayn, çiçek resimlerindeki durağan ve zaman dışı kaliteyi aşar görünmektedir. Örneğin kent resimlerinde siyah-beyaz dikey ve yatay çizgiler arasındaki renk dokunuşları gece yaşamını hatırlatmaktadır.


1940’lı yıllarda kemik resimlerine geçişi ile gökyüzünü keşfetmiştir. Kemiklerde var olan deliklerden süzülen maviliğe ilişkin yorumu şudur: “İnsanın tüm yok ettiklerinin gerisinde kalacak olan da bu mavilik.” Bu kemiklerin içine bir çiçek yerleştirmektedir bazen Bunların süreel değil, bilinçaltına ilişkin değil, çok reel bir açıklaması vardır: Ölümle yaşamın güzelliğinin iç içeliği. Kemiklerin resmine nasıl girdiğini yine kendi açıklamaktadır. Kemikler çölün bir parçasıdır ve kendisi de çölü kendi gözleriyle bize göstermenin başka yolunu bilememektedir. Tüm bunları kentlerin uçakla tepeden soyut bir tasarımı sayılabilecek resimleri izlemiştir. 1960’larda ise 73 yaşının çocukluğunda yoğun bulutların güzelliğinin tutsağı olup büyük bulut tarlaları boyamıştır. Yine her biri tek ama bir orman kalabalıklığında bulutlar. Milliyet Sanat Dergisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder