Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Picasso, Pablo

Pablo Picasso (1881-1973)
Malaga’da Pablo Ruiz Picasso adıyla dünyaya geldi. 15 yaşında, babasının resim öğretmenliği yaptığı Barselona Güzel Sanatlar Akademisi’ne yazıldı. 1887’de Madrid Güzel Sanatlar Akademisi’nde eğitim görmeye başladı.

1901-04: Mavi Dönem Junge Kunst (Genç Sanat, 1901) adlı derginin kurucuları arasında yer alan Picasso, 20. yüzyılın başında birkaç kez gittiği Paris’te empresyonizmden etkilendi. Bununla beraber empresyonist yapıtların renk zenginliğini benimseyip az sayıda renk ve biçimle yetindi. Das blaue Zimmer (Mavi Oda, 1901) adlı yapıtıyla mavi dönemini başlatmış oldu. Burada kullandığı soğuk mavi/yeşil tonlar Das Leben (Hayat, 1903) adlı tablosuna da egemendir.


1904-06: Rosa Periode (Pembe Dönem) Picasso 1904’te Paris’e yerleşti. Sanatçılarla cambaz yaşantılarının çekiciliğine kapılarak bunları pembe renk tonlarıyla tuvallerine aktardı, örneğin Die Gauklerfamilie (Akrobat Ailesi, 1905). Bunların dışında, aralarında Gertrude Stein’inki (1905) de olmak üzere, öğelerini eski İberya sanatından aldığı portreler üzerinde de çalıştı. Pembe döneminin tüm yapıtlarını galerici Ambroise Vollard’a satarak kendisine parasal bağımsızlığını sağladı.


1907: Les Demoiselles d’Avignon Picasso, Afrika yontularından esinlenerek 1907’de Les Demoiselles d’Avignon (Avignon’lu Genç Kızlar) adlı yapıtını gerçekleştirdi. Bu tablosu bilinen stil biçimlerinin tümünden kopmuştu. Beş çıplak kadının maske izlenimi bırakan yüzleri parçalanmış bir görünüm sunmakta; burun ve memeleri köşeli olarak çizilmiştir. Vücut orantıları deforme gibidir. Aynı zamanda klasik resim perspektifini yıkan bu yapıtıyla Picasso, sonradan Georges Braques ile birlikte geliştirdiği, kübizmi kurdu.


Resme egemen olan geometrik biçimlerden (küpler) adını alan bu yeni akım, önceleri avantgardistler tarafından dahi reddedildiyse de, ancak sanat taciri Daniel-Hery Kahnweiler’in sergisinden (1907) sonra yol gösterici olarak övüldü. Analitik kübizm adını da alan ilk kübist evresini Picasso Bildnis Ambroise Vollard (Ambroise Vollard’ın Tablosu, 1909/10) adlı yapıtıyla genişletti. Biçim geometrik kısaltmalara ayrılmakta; motif henüz anlaşılmakla beraber arka plana çekilmiştir. Aynı yıl içinde gerçekleştirdiği Papiers collés (Kağıt Kolajları) adlı yapıtı Sentetik kübizm denilen akımın eserleri arasında sayılmaktadır


Picasso bu kolajları yaparken, tıpkı Braque’ın yaptığı gibi, boyadığı kağıt parçalarını, gazete kırpıntılarını ve benzeri şeyleri tuvale yapıştırıp kompozisyonunun içine sokuyordu (örneğin Gitar, 1913 adlı yapıtında olduğu gibi).

Kübist döneminin doruğundayken 1914’te şaşırtıcı bir biçimde anıtsal klasisist biçimlere dönüş yaptı. Bundan böyle aynı anda çalıştığı değişik yönlü stil akımlarının çeşitliliğinden kendine özgü stilini geliştirdi. 1918’de Olga Koklova ile evlenerek ondan bir çocuk sahibi oldu. (Bu evlilik 1935’te sona erdi; ikinci çocuğuna 1935’te Marie-Thérèsa Walter’den sahip oldu).

1937: Guernica 1925’te ilk sürrealist sergiye katılmış olan Picasso kısa bir gerçeküstücü dönem geçirdikten sonra, 30’lu yıların ortasından sonra, yurdundaki içsavaşın etkisiyle politikaya yönelmeye başladı. 1937’de bir savaş ve yıkım suçlaması olarak Guernica adlı yapıtını gerçekleştirdi. Bu tablosunu İspanyol İç Savaşı’nda Guernica kentinin Alman Condor Lejyonu tarafından bombalanması üzerine yaptı. Koyu tonlu bu anıtsal yağlıboya tablosunda, beden ve azalan tahrip edilmiş olan, korkudan gerilmiş yüzlü insan ve hayvanları tasvir etmektedir.


Aynı yıl içinde tamamladığı Bildnis Dora Maar’da (Dora Maar’ın Tablosu) Yugoslavyalı fotoğraf sanatçısının yüzünü aynı anda önden ve profilden yansıttı. Sanatın görevini hümanist değerleri savunmakta gören Picasso, 1944’te Fransa Komünist Partisi’ne katıldı.

1949: Barış Güvercini Picasso II. Dünya Savaşı’ndan sonra daha çok yontu ve seramik yapıtlara yöneldi. Artık iki çocuk sahibi olduğu Françoise Gilot ile birlikte yaşayan Picasso, Paris Dünya Barış Kongresi için dizayn ettiği Barış Güvercini afişini 1949’da yayınladı. Bunun yanı sıra litografiler (örneğin Kadın Başı dizisi), ofortlar (örneğin Ressam ve Modeli dizisi) ve savaşa karşı çıktığı resimler üzerinde çalıştı. Eski ustaların eserlerini kendi dşüncelerine göre yorumladı (örneğin Velazquez’in Las Meninas adlı yapıtı üzerine 58 çeşitlemesi (1957) gibi).


1958’de Jacqueline Roque ile evlenen Picasso 1961 ‘de Cannes yakınlarında Mougins’e yerleşti. 1971’de yaşayan ilk ressam olarak Louvre’da bir sergiyle onurlandırıldı. Bundan iki yıl sonra 91 yaşında Mougins’de hayata gözlerini kapadı.

Yüzyılımızın kilometre taşları: Picasso
O güneşli 1914 ağustos gününde Avignon garı.
Herhangi bir askerin arkadaşları tarafından geçirilmesinden epeyce farklıydı. Giden asker Georges Braque idi. Geçiren de Pablo Picasso. Savaşa gidiyordu, Georges; şaka değildi. Pablo, oysa, daha gözükara; yanlışlıklara daha sert karşı çıkar; bu enayi savaşa ve Almanlara daha kızgın; çok daha politize (yıllar sonra Komünist Partisi üyesi bulacaktır kendisini) yapısıyla asıl gitmesi gereken adamdı. Ama, o tarihi kritik günde giden değil geçiren rolü ona düşmüştü. O dönemler de henüz Fransız uyruğuna geçmemiş oluşu askere alınıp, kahramanca ve davul çalınarak cepheye gönderilmesine engeldi. Picasso için kahraman adayı Braque’ı geçirmenin müthiş bir yüksünme olduğu kolayca anlaşılabilir. Yırtıcı ve gururlu panter kişiliği ciddi yara alıyordu. Yarı şaka ama sıkça tekrarladığı kelime oyunla “o benim karımdır, yahu” deyişiyle sözettiği, içi fırtınalı, kendinden çok emin ama dışı ölçülü ve yumuşak Braque, ilk kez ancak bütünüyle Picassoyu gölgesine alıyordu.

Genç Braque, kendisinden emin ve memnun, insanlara kapalı, sadece Picasso’ya açık bir özel kişilik olarak biliniyordu. Başından yaralanmış savaş kahramanı dahi rolünü çok benimsemiş olduğunu, kitaplar belki yazmaz; ama dönemi yaşamış tanıkların genç yakınlarına anlattıkları var. Çok meraklılar, yıllar boyunca yarı efsane gibi bu öyküleri ve yorumlarını dinlemişlerdir. Bu satırların yazarının, Braque mitolojisini besleyen çevrelerle çeşitli zamanlardaki ilişkilerinden bildiği bir ayrıntı: Braque’ın kendisini yarı tanrılaşmış bir varlık gibi görme psikolojisi savaşta ve sonraki yıllarda kendini yoğunlukla göstermiştir. Belki bu olgu, belki yıllarca süren bir ayrılığın farklı konumlara savurmasıyla bu iki adam birbirlerini yaşam boyu bir daha hiç görmediler.

Kübizm’in paraşütle inişi ve erken gömülüşü
Picasso, o gün Avignon Garı’ndan cepheye asker götüren trene peşinden koşarak el sallarken, Kübizmin cenazesine de el sallıyor gibiydi. O akıma ve anlayışına sonradan gelmiş Juan Gris bir yandan, kendileri azıcık azıcık öte yandan 1920 ye kadar kübizm ile kırıştırmaya aslında devam ettiler. Ama tılsımlı vazo o 1914 Ağustos günü yere düşüp kırılmıştı.

Kübik benzetmesini 1907-1908 kışında birkaç kişi birden yapmış gibidir: Ünlü şairler Apollinaire, Gertrude Stein ve o tarihte henüz az ünlü büyük bir ressam Henri Matisse.
Kübizm’in geçmişi Cezanne’a dayanıyor. Kimilerine göre gözü bozuktu koca Cezanne’ın; ya da yaşlanınca bozulmuştu. Son döneminin çarpıkça şekillerinin kaynağı artık yanlış görüyor olmasıydı; sonradan Picasso’nun çarpık burunlarının özünü Afrika heykellerinden aldığı da söylenecekti. Oysa 1902 - 1903 kışında Cézannene olağanüstü entelektüel zorlamalarıyla başlayan, 1907 - 1908 kışlarında Picasso - Braque ikilisinin elinde tarz biçimine girip Kübizm adını alan ve 1914’te Avrupa Avignon İstasyonunda hüzünlü bir sona ulaşan bu akım göz bozulması ya da Afrika etkisinin çok ötesinde birşeydi, elbette. Ressam farklı perspektiflerden ve değişik zamanlarda gözlenmiş, objelerden, çevrelerden kalmış değişik izlenimlerin tümünü (ya da çoğunu) birden resim diline çevirebilir miydi, acaba? Resim iki boyutlu bir kâğıt, çuval parçası ya da duvar yüzeyine üç boyutla imgelemleri geçiren, zaten yeterince eziyetle ve çileli bir işti. Buna bir de zamanın görsel deformasyon etkisini ekleyerek üç buçuk boyutlu bir imgelem istiflemesine kendini zorlayacaksın. Sonra da bu lafları iki boyutlu bir düzlem üzerine aktaracaksın. Einstein izafiyet’ kavramlarını henüz yumurtlamamışken, tamamen sanatçı sezgisiyle, herşeyi herkesten önce duyumsama zorunluluğunun belirlediği sorumlulukla gireceksin bu işe. Çatı aralarında ki küçük ve soğuk odalarda, peynir ekmekle yaşayarak.

Picasso ve Braque 1907 ile 1910 arası üç yıl boyunca istisnasız her gece dörder beşer saat tartıştılar. Bir akşam birinin odasında sonraki akşam öbüründe. Onlarla aynı mahallede oturan bayan Marie, çok yıllar sonra hatırladıklarını anlatıyor: “Deli olduklarını düşünürdü, herkes. Aç, susuz, kadınsız ve uyumadan sadece resim yapıyorlardı. Sonra da - hemen her akşam kavga ediyorlardı. Biz düz mahalleliler dahi olduklarını falan bilemezdik. Ama can çocuklardı. Fransız (Braque) ünlenince kayboldu gitti. İspanyol (Picasso) ilişkiyi korudu. Zaman zaman uğrar, kahvedekilere merhaba deyip aramızda otururdu.”

Sanat tarihinde bir benzeri görülmemiş iki genç dâhi arasındaki tartışmalı -uyumlu ve aynı hedefe yönelik bu büyük ve derin dostluğa, en yoğun döneminin (1909) seksen yıl sonrasında olağanüstü bir uluslararası sergiyle saygı sunuluşu yapıldı. Bu satırların yazarının New York MOMA daki bu etkileyici sergiyle ilgili zamanında aktardığı izlenimleri de tazelersek, Kübizmden günümüze doğrudan ulaşmış etki kalmadı. Braque ölümünden otuz yıl sonra artık eskisi kadar kuvvetli bir referans oluşturamıyor. Picasso? Bu şeytan İspanyol elbette var. Ancak, kendi akışkan çoğulculuğundan dolayı var; kübizmden dolayı değil. Ama 1989 New York sergisinin de belgeleyerek onun anımsattığı gibi ‘Kübizm bir başka resimin Rönesans’dan bu yana bilinenden çok farklı bir imgeleme biçiminin varolacağını ‘radikal’ biçimde kanıtladı. Yetenekli genç sanatçıya yeni ufuklar gösterdi; komşu akım ve arayışların önünü açtı. Herkesi yüreklendirdi. Bir benzeri görülmemişti. Belki de görülemeyecektir.

Kübizmden önce ve sonra Picasso
Gelmiş geçmiş en büyükler; Uccello, Memling, Tiziano, Dürer, Rembrandt, Caravaggio, Turner, Goya, Cezanne, Matisse... Hiçbiri kendi adını taşıyan, iki ayrı ülkedeki iki büyük müzeye birden sahip değil. Bir ara yaşadıkları evlerde sergilerden birkaç resim (Rembrandt, Cezanne, Monet, Rubens, Matisse, Tapies...), o kadar. Oysa Picasso’ya Paris’te ve Barcelona’da iki karakterli büyük bina hasredilmiş durumda. Benzersiz bir ayrıcalık. Akademik ilişkilerle sıkça yolumun düştüğü Barcelona’da çocuk Picasso dönemini inceliyorum, bir süredir. Picasso ile ilgili yeni bir literatür dalgası dolaşıyor. 1992 sonrası yazılanlarda artık değinilmeye başlandı. On beş yaş Picasso’ları garip bir olgunluğa sahiptir. Küçük yaşlardan itibaren desen ve resim dersi alıyor olmakla açıklanması olanaksızdır. Görülmemiş ve belki biraz da gayri nizami marazi bir ‘hüda-i nabit’lik gözleniyor. Pembe ve mavi dönemler gibi başka bir ressamda ileri yaşlarda onlarca yıla ancak sığacak bir yaratı püskürmesi Picasso’da dört (1901-1905) yılda özetlenip geçivermiştir. Son mavi resimleri aslında mavi-kara’dır. Olağanüstü bir konuşkanlığa sahiptir. Kökten sarsıcı ve etkileyicidir. Bazı pembeleri büyük renkçileri (Fragonard, Renoir) andıracak kadar klasik güzellik taşırlar. Sonra . Kübizm, sonra binbir macera: Picasso analık hayranı bir insancil, Picasso palyaço kıyafetinin renk analizinde, Picasso toplumsal tepkici -Guernica-, Picasso güneşli doğaların sakin ihtiyari, Picasso sevgilileriyle ve ev içi mahremiyeti arayışında.

Harika bir desinatör. Akıl almaz bir rahatlıkla ve çabuklukta çiziyor. Kendisini yakından tanımış olan Selim Turan anlatıyor:”Côte d’Azur’de kumsalda güneşlenir ve uzandığımız yerden kuma desen çizerdik. Meraklılar gelir bakardı. Yapılanların çok kolay olduğunu ve kendisinin de çizebileceğini iddia eden bir meraklıyı Picasso, bir gün kuma oturttu. Bir yuvarlak ve içine bir nokta çizdirtti. En basitinden. Sonra kendisi çizdi. Bambaşka birşeydi, tabii. Amatör meraklılar bile hemen farketti. Kafamıza dikilmekten vazgeçtiler.”
Desene egemenliği ve renkleri çok süratli yakalayışıyla Picasso çabuk bitiriyordu. Kılı kırk yaran, beğenmeyip yeniden oynayan Braque ve bir Matisse için bu hafif gıptayla karışık bir hayranlık kaynağıydı. Braque, Picasso’nun bu delice çabukluk içinde yaptıklarında hep bir eksildik, bir şişirmecilik arıyordu. Ama bulamıyordu. Ne zaman ki ‘sentetik kübizm’ olarak da bazen anılmış olan kolajlı resimler geldi. Birkaç unsuru yapıştırma yoluyla bitirilen kompozisyonlar başladı. Braque’ın yavaşça titizliği işe yaradı. Picasso ilk sentezde en- mükemmelleri yakalayamaz oldu. Alkışlar daha çok Braque’a gitti. Zaten savaş sentez falan bırakmadı.

Stravinsky le birlikte düşünürken
Kalıcı etkileri belki çok fazla değil. Ama uğraştıkları sanat dallarındaki en radikal çağdaş çıkışlar bu iki adamdan geldi: Picasso ve Stravinsky. Sonrasında artık herşeyi mümkün görülebilir oldu.

Stravinsky, San Peterburg (Leningrad)’dan gelip, Picasso Malaga’da doğup Barcelona’da büyüdükten sonra o zamanki dünyanın merkezi Paris’e düştüler. Orada rastlaştılar. Picasso ilk ‘-Avignon’lu Kadınları’ orada yaptı Kübizm macerasına orada atladı. Stravinsky sükunette yoğunlaşmak üzere, arasıra İsviçre’ye kaçarak, ama entelektüel akümülatörünü doldurmak üzere Paris’te dolanarak yıllarını- geçirdi. Peşinden ‘Ateş Kuşu’ geldi. Sonra ‘Petroushka’. Monteverdi’den bu yana müzik diye bilinen kökünden sarsılıyordu. Sonra “Sacre du Printemps”. (‘Bahar Ayini’ -Bazan radyoda, TVde falan ‘İlkbahar Kutsaması’ falan diyorlar. Eksik ve güdük düşüyor. ‘Bahar Ayini’dir bu yapıtın adı). Beş yıl önce Sacre’nin 75’ci yılında Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki saygı duruş ve kutlamalardan sözeden bir yazısında, bu satırların yazarı “yıldızlar çarpışıyor, uzaylar çatır- diyor” benzetmelerini yapıyordu.

Musikinin kubbesi yıkılmıştı Sacre ile gerçekten. Picasso ile de resim resim değildi, artık. Ama yirmi beş pencere birden açılmıştı, ileriye doğru.
Picasso ve Stravinsky hayat boyu kuvvetli bir dostluğu sürdürdüler. Biri Avrupalı kızgın solcu kaldı. Öbürü California tüketim dünyasının adamı oldu. Gençlik dönemlerindeki patlamalı çıkışlarından yarı modern – yarı klasik temalara ve üsluplara yönelttiler kendilerini. Ancak, en önemlisi, hep olabildiğince res sam ve müzisyen kaldılar. Stravinsky imzalı bir musiki cümlesinin daha başında, beşinci saniye sindeyken eli kolu tutulur, tükürükleri kurur insanın. “İşte müzik budur” diye bağırmak istersin; Picasso’nun seksenini aşmışken oyalanmak için on saniyede bitirdiği iki çizildik bir desene de “resimin en sahici tanımı” gözüyle bakarsın.

Picasso çok kalıba girdi. Sansasyonu bol bir yaşam parabolü çizdi. Çok çok evlenip boşandı. Sevgilileri oldu. Fotoroman öykülere karıştı. Solculuğu bir yana, çok para kazandı. Fransızca’yı hep ve bilerek kötü konuştu. Son dönemlerinde çevresinde bir adamcıklarla dolaşır oldu. Kendi sine yaklaşılması zorlaştı.
Bir denk düşürüp elini sıkıp merhaba diyebilme şansım olmuştu. Yıllar sonra bu değişik dahinin anısına derin saygılar.
Erhan Karaesmen, Gösteri Dergisi

Tüm büyük ressamlar erken olgunlaşmış değildir, ama Picasso öyledir. Teknik yönden o, Mozart kadar bir harika çocuktu ve erken olgunlaşması kendine özgü eserini belirledi. Malaga ‘da 1881’de doğdu. Jose Ruiz Blasco adlı bir ressamın oğluydu ve 13 yaşındayken resimde öylesine iyiydi ki, babasının fırçalarını ve boyalarını oğluna verip resim yapmayı bıraktığı söylenir. Bu öykü doğruysa, bir bakıma Picasso ‘nun çalışmasındaki medyum inancını açıklar. Bir zamanlar şöyle demişti “ yapmak benden güçlüdür. Bana istediğimi yaptırır.” Picasso’ nun 1897’den hasta yatağı resmi “Bilim ve Acıma”nın geleneksel çizgiler ve boyanın ustaca kullanılmasıyla (özellikle ayrıntılarda, yatağın üstündeki aynanın çerçevesi gibi) 30 yaşında bir İspanyol Akademisyenince yapıldığı söylense, adamın uzman bir geleceği olduğunu öngörebilir insan. Daha 16’sına basmamış. bir çocuğun yaptığı öğrenildiğinde, bu ustalık bir hayalet gibi olağanüstü görünür. Picasso’nun ilk resimlerinin verdiği izlenim de budur. Önemli nokta Picasso ‘nun Barcelona’da bir sanat öğrencisiyken ve 1900 güzünden sonra Paris’te genç bir sanatçıyken, Steinlen ya da Toulouse Lautrec’i öteki İspanyol sanatçılarından daha iyi taklit edişi değil, onun ivedi bir sindirmeden sonra bu etkilerden çabucak geçtiğidir. Neye gereksiniyorsa onu sakladı. Örneğin İspanyol yeni sanatının sarmaşığı andıran süsleyici çizgisi işine yaramazdı ama, bunun geniş, gölgeli kitleler için uygunluğunu tuttu ve bunlar Toulouse — Lautrec’in kaplayıcı etkisiyle onun 1901 Paris kabareleri resimlerinde sık sık göründüler. Bunların kimileri bayağı keskindir. Picasso o sıralar ünlü bir sanat ve tiyatro eleştirmeni olan Gustave Coquiot’un resmini kent eğlence yaşamının kötü bir tanrısı olarak yaptı: Solgun bir yüzde kırmızı dudaklara karşı gergin yeşil gölgeler. Kadınların kimileri gülerken bulanıklaşmış yüzleri ya da hırstan kısılmış basık burunlu görünümleriyle, on yıl öncesinden, Alman izlenimciliğinin sinirli kadın düşmanlığını öngörür gibidir. “Mavili Kadın” (1901), bir Velazquez saray portresi giysisinden yükselen sert, küçük Aubrey Beardsley fahişesi başıyla bunun belirgin bir örneğidir.
Yüzyılın başlarında Paristeki genç bir sanatçı için bu araçlar sonsuza dek. sürmez ve Picassonun deneylerinin tümü gaz ışığıyla çorap bağları değildir. Montparnassedaki küçük İspanyol sanatçıları topluluğunda yoksulluk içinde yaşayan Picasso, duygusal bir yolla kendisini Paris’in aşağı, yoksul, yitik ve kimsesizleriyle birleştiriyordu. Bu istekli Miserabilisme, alegoriye dayanarak, onun “Mavi Dönem”inin anahtarıydı.
1901’in sonlarında Gauguinin’kilere benzer figürler boyadı, Gauguin’in Japon süsleme sanatından aldığı düz gölgeleri ve katı mavi sınır çizgilerini kullandı. 1902 de bu çizgilerin maviliği tüm resme egemen olacak kadar yayıldı. Bunun simgesel bir değeri vardı elbet; karasevdadan, ezgilerden sözediyordu. Ama ayrıca bu, sonraları çözümleyici kübizmin yaygın kahverengi gri tek renginin yaptığı gibi, Picasso’ya yapıtından rengi atmak, böylece sarı ton konusunda süsleyici düzlük ile oymacılık oylumu arasında bir uzlaşma bulma olanağı sağlayabilecekti.
Mavi dönem’de bir sanatçının etkisi egemendi. Bu, solgun alegorilerin, uzatılmış, düzleştirilmiş, bedenlerle figür. Kompozisyonları yapan bir ressam olan Puvis- de Chavannes (1824 - 98) idi. Bunun yapıtlarına Van Gogh, Gauguin, 1890 yılları sembolistleri ve Picasso gibi Jön Türkler hayrandılar.  Puvisin Pantheon’daki freskolarını inceledi; bunların dik, biçimsel görünümü onun büyük genç aşk ve umutsuzluk alegorisi’ La Vie” (1903) ye ölçüsünü verdi (önceleri resimdeki genç adam kendisiydi, ama sonra bunu kendisiyle birlikte Barcelona’dan Paris’e gelen ve bir ressam modelinin aşkıyla kendini öldüren Carlos Casagemas’ın yüzüyle değiştirdi).
Çağdaş resmin soyutluğuyla çeliştiği için bugün alegori çağdaş’ olarak kabul edilmiyor. Ama Picasso’da onun önemi büyüktü ve çoğu zaman buna bağlı kaldı: Yalnız Casagemas’rn ölümünde değil, “Les Demoiselles d’Avignon da güçlü Pablo'onun ilgi duyduğu cinsellik hastalıkları konusunun bir alegorisi olarak başlamıştı), “Guernica’da 1920’lerin ‘Akdeniz’ konularında Boğalar, atlar, bakireler ve minotorlar, mağaralar, örenler. Alegori Picasso’nun değişime olan geniş içgüdüsel yeteneğinin bilinçli, anlaşılır bir biçimiydi, böylece bir tek biçimi iki ya da daha çok anlama geliyordu: İçinde bir ayyaş kafasıyla bir rakı kadehi, döl yatağına ya da göğse dönüşen bir gitar, bir boğa başı olan bisiklet oturağı.
Alegoriyi kullanma yeteneği yüce isteklerin bir saptamıydı. Gauguin, Tahiti’ye insan alınyazısının büyük simgelerini boyamaya gitti, papatyaları görmeğe değil.
Picasso 25 yaşlarında güçlü ve yetenekli bir sanatçıydı, ama çağdaş bir sanatçı değildi daha. Bilinçli uzatmaları ve biçim edilgenlikleriyle Mavi Dönem’in yapmacıklığına Degas' yı inceleyerek üstün geldi. ‘Yelpazeli Kadın”da (1905), bunun bir ‘Mısırlı’ gibi kalkmış eli, açılmış yelpazesiyle ya da “At Yeden Oğlan”da (1906) oğlanın gürbüz, sütun gibi bedeniyle Picasso' nun Puvis”i sindirmesi tamamlanmıştı. Artık yaşamının sonuna değin böyle resimler yapabilir ve onur içinde ölebilirdi.
Ama olan bambaşkaydı. Pembe Dönem’inde izlenim ayrılığı arttı. 1906’da yüzler düz, ifadesiz, boş gözlerle gittikçe maske gibi bir havaya büründü. Osuna’dan arkaik İspanyol oymalarına bakıyordu Picasso. Çizgi ve atmosfer üzerine kabartmayı vurguluyordu artık: Uçucu duyarlığı değil, katı, pekiştirilmiş biçimi. 1906’da yaptığı Gertrude Stein portresi kurşun gibi ifadesizliğiyle bu değişikliğin başlangıcı olup “İki Çıplak” (1906)ın pembe taş gibi göğüsleri dönemin sonunu belirler. Bunların arasında birkaç olağanüstü resim vardır. “Bacaklarını Çelmiş Oturan Çıplak Kadın” (1906) gibi. Bunun baldırlarının, gövdesinin, memelerinin katılığı Picasso’nun 15 yıl sonraki ‘klasik’ kadınlarının göğüslerine öncülük eder. Picasso’nun imgeleme gücünü biçimleyen kehanetlerin, özetlerin ve teni çeşitlemelerinin bir öğesi de budur.
Katı biçimi böylesine abarttıktan, biçimle alan arasını böylesine kesin ayırdıktan sonra Picasco’ya bunu yeniden kırmaktan başka bir seçenek kalıyor muydu?
“Les Demoiselles d Avignon” (1907), bir kübizm kışkırtması ve sanat tarihinin en şaşılacak bir tasarım edimiydi. Bugünlerde radikal sözcüğü herhangi ufak bir sanatsal yenilik için kullanılıyor. Sözcüğün bu kullanılışı “Les Demoiselles”in yeniliğini belirtemez. Hiçbir resim bu denli sarsıcı ve çelişik görünemez, insan bunun gelişimini Picasso’nun önceki çalışmalarında izleyebilmesine karşın gene de bunun yapılışının aşırı keskinliği her çeşit çözümlemenin ötesindedir.
‘Les Demoiselles” bir genelev görünümüdür; Barcelona’da Avignon Sokağı’nda bir genelev vardı ve Picasso’yla arkadaşları sık sık oraya giderlerdi. Ama resim de Toulouse — Lautrec ve Degas’ın genelev resimlerinde olan toplumsal alay ya da cinsellik yoktur. Picasso’nun daha önceki resimlerine karşın niye arkadaşlarının onun delirdiğini düşünmeleri açıkça ortadadır burada. Ressam Andre Derain bu koca resmin arkasına Picasso ‘nun kendini asacağını söylemişti. Resim korkutucudur. Fırça bir kasap bıçağı gibi çıplakları parçalara bölmüştür. Görünüşleri, Afrika maskelerinden bakan gözleri çağırıcı değil, suçlayıcıdır. Kavun bile bir silah gibi görünür. Picasso Afrika motiflerini kullanır ama bunların kabilelerdeki kullanılışı ve anlamlarını ne bilir ne de bununla ilgilenir. Bunlar onun için sadece biçimdir; bir de belki kültür alanını parçalamak için yabanıl simgelerdir.
“Demoiselles olmasaydı kübizm olmazdı. Ama bunların arasında Picasso’nun Cezanne’a sarıldığı bir süre vardır. Bunun belirgin örneği 1909’da yaptığı “Bir Masa Üstünde Ekmek ve Meyve Tabağı’dır. Gitgide bu çıkıntılı, kabartmalı yüzey daha da karışık bir yüzeye küpleşmeye - doğru gelişti. 1909’da Hortade, Ebro’da yaptığı kır görüntülerindeki gibi. 1910’da kübist yüzeye varıldı: Bir çeşit bej plazma, keman arkası rengi, çinko parmaklıklar, sigara içenlerin parmakları, nesneler pırıltılı bir gölgeler alemine daldılar, katılık saydamlığa dönüştü, içe işleyen ve dönen şeyler arkalarında yalnız kendi imlerini bıraktılar:
Bir iki harf, bir pipo tütünlüğü, bir gitarın ses borusu. Bu çoğalmış ilişkiler anlamı kübizmin çağdaşlığının çekirdeğidir. Bu, görecelik kuramına ya da Proust ‘ta ve Joyce’da görülecek anlatı ilkelerine resmin bilinçsiz yanıtıdır. Rönesans perspektifinde 500 yıldır süregelen belli bir yerden bakışın üstünlüğüne, Picasso ve Braque’ın büyük bir çabayla birlikte geliştirdikleri bu yeni yöntem mekan tanımlamasına meydan okuyordu.
Picasso yaşamı boyunda hiç soyut resim yapmadı. Gerçek dünyaya tutkusu öylesine güçlüdür ki, eline her fırça alışta belki kadın biçimli bir şey çizebilir. Gene de 1911’de yaptığı kimi natürmortlar soyut resme yakındır. İlerledikçe, kolajda kübizmi dünyaya yeniden bağlamanın bir yolunu buldu. En güzel kolajlarından kimilerinin ton değerleri zamanla bozuldu. Ama daha iyi korunanlarda, “Keman ve Kağıt Müziği’ (1912) gibi, ilk etki yerinde duruyor:
Aşıboyası (koyu sarı) bir yüzeyde mavi, gri, beyaz ve karanın görkemli iç içeliği.
Kübist anın anlamı bir daha geri gelemez artık. Tatlı ve yorulmaz iyimserliğin de o nerdeyse Beauvais’yi yapan inanç kadar uzaktır. Kübizm 19. yüzyılın ortasından beri Paris’te toplanan bir kentli kültürün, hızlı geçişler ve değişen modalarla yenilenen bir kültürün doruğuydu. Yeni bir teknolojiyle setlerini yıkmış bir imler akımına sanatın ilk yanıtıydı bu.
Picasso birkaç kübist resminde gelecek göklerdedir” diye boşuna söylememiştir, bunun gibi Picasso’nun Braque için takma adı — Wilbur Wright’ın ardından — “Wilbur’ idi. Fransız yazarı Charles Peguy 1913' te şöyle dedi: Dünya İsa’dan bu yana son otuz yılda olduğundan daha az değişti. “Picasso ile Braque gerçeğin sanattan daha çok değiştiğini kabul ediyorlardı; ama onların geçmişin sanatıyla ilişkileri sadece bir çatışma değildi. Daha deneyseldi, kesindi ve incelikle duyuluyordu.
Tarihin “her zaman sınırlarında” olma duygusu uçucudur ve bu Birinci Dünya Savaşının bitiminden önce Picasso’nun yapıtından çıkmaya başladı. Gene de ardından bir kalıntı bıraktı: Onun ustalığı. 1918’de küçük bir hayranlar topluluğu vardı, 1939’daki dünyaca ününden çok küçük ama Bateau-Lavoir stüdyoları çevresindeki ressam ve ozanlardan daha etkili ve geniş bir topluluk. Bunlar hayran alıcılardı, çağdaş bir Rubens’e gereksinen Avrupa’nın kültürlü gratini. Gene de 1918’den sonra aşırı avangard sanattan bir geri çekilme başladı.
Gerekli olan putları kırma değil, yeniden yapma idi, ya da, Jean Cocteaunun sözcükleriyle, bir “rappel’a l’ordre” (düzene çağrı). ‘Devrimci’ sanat Ekim 1917’den sonra 16. Arron dissement’da pek iyi görülmüyordu.
Bu durum 1918-24 Picasso’sunun yararına oldu. Coşkunlukla kendini üstat rolüne bıraktı, Diaghilev’in Rus balelerine setler ve giysiler çizdi, bunun dansözlerinden biriyle evlendi, büyük ölçüde süsleyici kübizm biçimi yerine alışılagelmiş portre üslubuyla yayan resimler yaptı. Süsleyici” artık kötü bir sözcük değildi; onun 1920li yılların başlarındaki düz - biçimli kübist resimlerinin en iyileri, mekik gibi işlerin parlak ve koyu renklerin kolaj gibi üstüste gelmesiyle resim inceliğinin harikalarıdır.
Aslında Picasso uygarlığa ve onun tedirginliklerine aldırmıyordu. İsteğin harikaları olan çocukla yabana hayrandı ve onları somutlaştırıyordu. Onun sanatının fiilleri duymak, kuşatmak, içe işlemek, kendini vermekti. ‘Paspas tanrıçaları” dediği yaşamındaki kadınlarla kendini beğenmiş ilişkileri de böyleydi.
Bu isteklerin öte yanında batı sanatı tarihinin değişim ve cinsel doygunluk imgelerinin en tekinsizlerinden bir kaçı görünür. Bunlara, Picasso’nun 1927’de 45 yaşındayken Paris dışında bir mağazada bulduğu 17 yaşında bir genç kadınla ilişkisi yardımcı oldu. Bir süre sonra şöyle diyordu Picasso: “Resimler prensin çobankızlarından çocuk edinmesi gibi yapılır. Marie - Therese Walterda çobankızı buldu. Bir cinsel rahatlık aracı oldu bu kadın. Marie - Therese in okurken, uyurken, aynada yüzünü seyrederken, Akdeniz’li sanatçı-tanrı’ya (Picasso’nun kendisi) poz verirkenki resimlerinde olağanüstü bir iç nitelik, kendini bırakmışlık vardır.’Kırda Uyuyan Çıplak” (1934) ta kadının bedeni bir grafikçinin görebileceği gibidir: Ama başka bir şey de vardır bu resimlerde, Picasso duygularını maddeleştirme gücünü gösterir-. Beden yalnız bir im değil, isteğin doğrudan somutlaştırılmasıdır ki işte bunu bir grafikçi yapamaz.

Cinsel siyaset havası son 50 yılda öylesine değişti ki, bugün bir sanatçının böyle imgelerle uğraşacağı düşünülemez. Bu anlamda Picasso onu yeniden bulma edimin de bir başka geleneği de kapatır. Aynı şeyin 1930’lardaki klasik Akdeniz görünümlerine de uygulanabilir. Picasso eski Yunanları duyan ve onları yükselten son çağdaş sanatçı oldu.


Picasso’nun 1930' lardaki en önemli yapıtı “Guernica” (1937) idi. Bu klasik bir resimdir; yalnız frize benzer etkisinde değil, ayrıntılarında da. ‘Guernica”, siyasal kargaşalıktan etkilenerek yapılmış son başyapıttır. ‘Guernica’nın gücü onun nerdeyse mermer gibi biçimiyle Picasso’nun onun içine gömdüğü korkunç acı arasındaki çelişkiden gelir. Duygudan anlama bu serbest geçiş onun dehasının özüdür. Gerçek biçim ne denli çarpıtılmış olursa olsun, sıradan duyarlıklarda her zaman önemli bir şeyler bulmuştur o:
Bir keçi kafatasında ölüm, bir güvercinin tüy yumuşaklığı, bir boğanın uzaktan alıkça gözdağı vermesi, şişko bir kurbağanın aşağı kayması.

“Guerniea”yı bitirdiğinde Picasso 55 yaşındaydı ve 60 yaşına değin (ressamlarla yazarlar karşılaştırılabilirse) Shakespeare‘le karşılaştırılmaya değer bir sanatçı olarak kaldı. Ama sonraları gereksinim buluşları yavaş yavaş yerlerini sadece gösteri gereklerine bıraktılar. Picasso’nun heykelleri nerdeyse sonuna dek önemlerini korudular, ama resimleri öyle değildi ve 1950’den sonra bu açıkça ortadaydı. Picasso’nun gücü gene oradaydı ama esini yansıtıyor ve sık sık bir gözboyayıcılıkla sonuçlanıyor. Kendi ustalığından bakmaya mı başlamıştı gitgide? Bilmek olanaksız. Her şey bir Picasso’ya, sonra da altına çevrilebildiğine göre Midas ikilemine iki kez katlandı. Yaşamının son çeyrek yüzyılında, tarihte bilinen hiçbir sanatçının erişemediği bir üne erişmenin kaçınılmaz sonucuydu bu. Bugün ancak 20. yüzyılın baskılarıyla yaratılabilirdi; kitle sanat pazarlarıyla, ünlü adlar üstüne efsane yapma eğilimiyle sonunda kendi ününün tuzağına düştü; dalkavuklarla, satıcılarla çevrilmiş sarayında bir put ve tutsak, yaltaklanılan, bir sanatçının üstün gelebilmesi için itmesi gereken sıradan direnişlerin yadsıdığı bir insan.

Yapıtına yansıdı bunlar. Gene de yaşlılıktan gelme kararsızlıkları gerçekten önemli midir? İkisi de gençken Picasso yüzyılını biçimlendirdi; 1907 ile 1937 arasındaki otuz yılda yüzyılın tüm olanakları onun keskin gözlerine açıktı. Çağının en etkin sanatçısıydı, kimi küçük kişilere belalı bir etki, akranı olabileceklere, Braque ve Giacometti’den Kooning ve Arshile Gorky’ye değin çok büyük bir verimlilik etkisi.
Bugün böyle bir uğraş inanılmaz görünüyor. Boş kalan pelerini giyecek biri yok. Bir insan kendi tarihsel rolünü yaratmış ve olasılıkların piyonu olmamışsa, işte Malagalı bir Nietzsche ucubesidir bu.
Türkçesi: YUSUF ATILGAN, Gösteri Dergisi


http://artchive.com/artchive/P/picasso_early.html

Pablo Picasso ve Kübizmin Yeni Dili


Guernica


Avignon'lu Kızlar






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder