Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Plastik Sanatlarda Yol Ayrımı

Beral Madra
Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik bunalımın ve alıcının 1990'ların sanat dilinin çok gerisinde kalmış olan sanat anlayışının, şimdiye kadar en kolay ve en çok satılan çağdaş resmin bile satışını olumsuz yönde etkilediği bir dönemi yaşıyoruz. Bu bir bakıma sanat ortamındaki herkesin bir durum değerlendirmesine girişmesine neden olacak. Değerlendirme yapmadan önce, durumun ne olduğunu gerçekçi bir özeleştiriyle ortaya koymak zorundayız.


Sanat pazarının, alıcının, devletin ve özel kuruluşların sanat politikaları ve yatırımlarının ne durumda olduğu, yalnız sanat çevrelerinde değil, tüm medyalarda ve sık sık yinelenen açık oturumlarda anlatılıyor. Söz sanattan açılınca, yalnız resimlerin kaça satıldığı, hangi müzayedede kimin resminin fiyatının yükseldiği, kiminkinin düştüğü konuşuluyor. Basın ve medyalar yalnız işin para yönüyle ilgili. Sanatçının ve sanatın ne durumda olduğuna değinen yok. Kuşkusuz, burada sanatçının maddi olanaksızlıklarından söz edecek değiliz; manevi olanaksızlıkların sanat değerlerinde yaptığı tahribat, bugün gündemde olan sanat pazarı karabasanlarını gölgede bırakır. '1. Uluslararası Sanat Fuarı'nda galeriler bütün repertuarlarını ortaya koydu ve sanatın ne durumda olduğu açıkça görüldü. Dünya ölçütlerinde değerlendirildiğinde ülkemizdeki resim, modernist akımlara takılı kalmış olup, üstelik de bunların artık dekoratifleşmiş, içeriğini tümüyle yitirmiş yinelemelerini içermektedir. Heykel ve üç boyutlu yapıtların, sözü edilmeyecek kadar azınlıkta kaldığı bu fuarı yalnız Türkiye ölçütlerinde değerlendirdiğimizde de, yüzyılın başından bu yana resmin, temsiliyeti ve soyutu yeterince sorgulayamadan, kararsızlık ve tutarsızlık içinde olan sanatçıların üretimiyle, bir kısır döngü içinde olduğu çok açıktır. Türkiye'deki sanatçı çağının düşünsel gelişimini izleyememektedir. Heykelden nasıl söz edileceği de ayrıca bir sorundur.

Bugün belediyeleri kafakola alan açıkgözler, kent alanlarını "hem temsili hem değil", iki tarafa da ödün veren heykellerle donatmayı akıllarına koymuşlardır. Buna engel olunamayacağı çok belirgindir; çünkü sanatçı köşeyi dönmek kararını vermiştir.

Sanatçı yol ayrımındadır. Önünde iki yol uzanmaktadır.

Birincisi: Sanatçı sanat eğitimini aldıktan sonra, biraz da kendini dışarıda eğitip sanat ortamının içine dalmıştır. Yapıt üretmek isteğindedir. Yapıt üretmek için para gereklidir. Para yapıt satışından sağlanacaksa, yapıt satabilmek için sanatçı adını duyurmak zorundadır. Adını duyurmak için sergi açmalıdır. Ancak bu da yeterli değildir. Sergisini ve adını duyurmak için güncel medyalara bağımlıdır. Medyaların sanat anlayışına, tanıtım kriterlerine boyun eğmek zorundadır. Medyalar sanat ve kültür anlayışlarını tüketim kitlesinin beğeni ve isteklerine göre ayarlamışlardır. İyi satış yapmak ilkesinin önüne hiçbir kültürel, ahlaksal ve sanatsal ilke geçemez. Sanat değerlerinin bu bağlamda geri plana itilmesi son derece doğaldır. Sanatçı bilerek ya da bilmeyerek bu akıntıya kendini kaptırır. Bu durum sanatçının ayrıcalığını ortadan kaldırdığı gibi, kendini kısa zamanda tüketim çığ­lıklarının her şeyi sessizliğe ittiği bir çölün ortasında bulur. Düşünce, içerik, amaç, töz gibi kavramların kuruyup öldüğü bir çöldür, bu. Bu yolu seçen sanatçının durumu resminde bire bir ölçüde ortaya çıkar. Bu düşünce, içerik ve töz boşluğu; çok şık sanat teknikleri, çok çeşitli kültürel ve töresel simgeler ve alıntılar, altın yaldızlar, bol renkli kolaj soyutlamalar, içeren resimlerle doldurulmaya çalışılsa da bu boşunadır.


Birinci yol, bir kısır döngüdür: Kısır döngünün sanat yapıtındaki karşılığı, yapılmış olanı, yapılması anlamsız olanı ve kendi kendini yinelemek ve aşama yapamamaktır. Bugün sanat ortamında içlerinde yerleşmiş ve kabul görmüş adlar da olmak üzere çok sayıda sanatçı bu kısır döngüye girmiştir. Yaklaşık 30 yıldır gerçekçilik, toplumsal ve eleştirel gerçekçilik, fantastik gerçekçilikle topluma mesaj vermeye çalışanlar, toplumu etkisi altına alan medyaların diliyle artık yarış edemezler. Soyut lekeden soyut kolaja, oradan da soyut işaretlere geçerek aşama yapıyorum diyenler bilgisayar soyutlamalarına yenik düşerler; marjinalliği, cinselliği, iç dünya metaforlarını, kitle kültürünü yansıtmaya çalışanlar karşılarında video—klip illüstrasyonlarını bulurlar. Sanatçılar resmin bu çıkmazlarını görüp, kendilerine yeni açılımlar aramak zorundadır. Bu açılımları bulmak için birinci yoldan hemen geri dönülmelidir.

İkinci yol nedir? Bu yolda bilim, teknoloji, çağdaş felsefe ve estetik gibi alanlar vardır. Sanatçı bu alanların içinde gezmek zorundadır. Kendi kültürünü özümsedikten sonra başka kültürleri de tanımak ve anlamak için kendini yetiştirmek zorundadır. Bu yolu seçen sanatçı bedenen değilse bile, aklıyla ve ruhuyla göçebe olmalıdır. Alandan alana geçerken, alanlar arasındaki bağlantıları sezme gücüne sahip olmalıdır. Bu yolda sanatçı dünyayı yeniden üretmek sorumluluğunu taşır, çünkü karşısında gerçeği yeniden üreten medyalar ve bu üretilmiş gerçekleri tüketen kitleler vardır. Hiper-gerçek sanatçıdan hiper—bilinç beklemektedir.

İkinci yolda güncel "ün" yoktur! Sanatçı bir tüketim süper star'ı değildir. Ürettiği yapıtların önüne geçemez, onun yapıtları ünlüdür. Bu yapıtların dünyayı dolaşması, sanatçının dolaşmasından daha önemlidir. Bugünün yapıtları da bu bakımdan göçebedir; sergiden sergiye, müzeden müzeye gezdikçe önem ve anlam kazanır. Sanatçı, geçmişte olduğu gibi "romantik" bir risk taşımaz; çünkü bireysel riskler, hiper-gerçek içinde erimiştir. Hiper-gerçeğin şifrelerini kullanabilen, onları yeniden üretebilen, yeniden ve başka biçimlerde sahneye koyabilen yönetmen ve yapımcı sanatçıların dönemini yaşamaktayız.


Yönetmen yapımcı sanatçıların bir sergisi.
Türkiye'de bu ikinci yolu seçen sanatçılar arasında izlediğimiz Canan Beykal, Cengiz Çekil, Ayşe Erkmen, Serhat Kiraz, Füsun Onur 80'li yılların başından bu yana düzenli olarak 'Öncü Türk Sanatından Bir Kesit' sergilerinde yer aldılar. 1989 ve 1990'da 'A' ve 'B' sergilerinde işlerinin karakterini daha belirgin olarak vurgulayan iki sergi gerçekleştirdiler. Olanaklar çerçevesinde, Londra'dan İsmail Saray, Paris'ten Osman Dinç bu sergilere iş gönderiyorlar. Köln'de yaşayan Adem Yılmaz'ın da birkaç kez katıldığı bu sergilere geçen yıl Grenoble'da yaşayan Selim Birsel de katıldı. Berlinli bir sanatçı olan ve' DAAD bursuyla İstanbul'da bir süredir çalışan Knut Bayer de bu yıl sergiye davet edildi.

Hem bu sergiye, hem de bu sanatçıların daha önce ürettikleri yapıtlara baktığımızda anıtsal ciddilik, alengirli teknikler, gereksiz süslemeler, toplumu etkilemek gibi savlar, duygu ve düşünce fırtınaları yaratmak gibi abartılar, doğayla özdeşleşmek gibi safsatalar, ulusal ve geleneksel değerleri ortaya çıkarmak gibi modası geçmiş idealler görmememiz rahatlatıcıdır ve bu bize şimdi ve gelecekte Türkiye'de önemli yapıtların olacağını muştular.

 

Bu sanatçılar sanatın ne olduğu, sanat ve toplum arasındaki ilişkinin durumu, sanatçının kitle içindeki yeri üstüne yaptığı araştırmalar, bu konularda kesin hedeflere ulaşmak gibi bir amaç taşımamaktadır. Her şeyden önce bu konuların yanıtlarının siyasal, ekonomik, toplumsal, kültürel gelişmelerle birlikte değişik yanıtlar içereceğinin bilincindeler. Bu açıdan bu sanatçılar sürekli uyanık olmak, gelişmeleri izlemek, kollamak, ileriyi görmek ve geçmişle olan ilişkilerini her zaman yeniden gözden geçirmek gereğini duyuyorlar.

Bu durumda, Türkiye'de sanat ortamı koşullarının zorluğuna karşın sürüp giden, sanat ortamının vitrininde görünen "şık, güzel, oyalayıcı" etkinliklerin dışında kalan ciddi bir üretim olduğu anlaşılıyor. Türkiye sanat ortamı, sanat etkinliklerini galeri sergileri ve müzayedelerle geçiştirdiği için, yapıtlar sergilerde görülüp yitirildiği için, sanat belleği korunmadığı için, bu üretim hak ettiği yeri alamıyor gibi görünüyor. Görünen böyle olabilir. Çağın sanat dilini kavrayamayanlar, tüketim çığlıklarının büyüsüne kendini kaptırmış olanlar, siyasal ideolojilerin fanatik kaynaklarından beslenenler, kendi geri kalmışlıklarını örtmek için, yüzyılın ortasında geldiği yerde duran, açılımları olmayan üretimleri vitrinde tutmaya çalışırlar; bir bakıma bunların vitrinde durmaları iyidir de.

Aymazlar bunlarla oyalanırken, bugünkü yönetmen - yapımcı sanatçı önüne çıkan yol ayırımlarında - ki bu yol ayrımları sürekli çıkacaktır - doğru kararlarını verip yola devam etmektedir. Sanatta her zaman yol ayrımında yanlış karar alıp çıkmaz yollara sapanlar olmuştur. Ülke kimlikleri yol ayrımlarında doğru kararlar alan sanatçılar tarafından oluşturulur; yazında, tiyatroda, sinemada, müzikte ve çağdaş sanatta en değişmez gerçek, budur.
Hürriyet Gösteri, 2001

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder