Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Rodin, François- Auguste

François-Auguste Rodin( 1840-1917)
Rilke’nin Anlattığı Rodin
Zweig günlüklerinde Rilke'den söz ederken dinginliği, kavrayıcı duruşu, içdenizlerde yol alan halinin altını çizer. Onu tanımak için ipucu alabiliriz bunları. Paris'te rastlaştıkları günlerde (1913 güzü), Rilke Rodin'le görüşmelerini sürdürmektedir.

Onunla ilk buluştukları mevsim, Rilke'nin eşi heykeltıraş Clara Westhoff'un Rodin atölyesinde çalışmaya, kendisinin de sekreterliğini üstlenmeye başladığı yıla (1900) denk gelir. Orada başlayan yakınlık Rilke'yi Rodin gözlemcisi yapar adeta. 1903'te yayımladığı metin, Rodin'i anlattığı kadar, Rilke'nin düşün dünyasından yansıları içermesi bakımından da önem kazanır. Biz, oradan bakarak Rodin'in başka yüzlerini de görürüz. Sanatsal yaratıcılığının gizemleri de diyebiliriz buna. Onun kişisel tanıklığında bir yaşamöyküsü gerçekliği, özel ya-şamdan anlar/durumlar yansımaz oraya. Sezgisel kavrayış, sanatsal duyarlık dediğimiz şeyin yazıda biçimlenmesi... Rilke, sürekli bunu önceler. Sanatçının yaratıcılığına, yapıtının yorumuna yaklaşımında o kavrayış bilinci yatar. Ki; bu da bizi, Rodin'in yaratıcı dünyasına yakınlaştırır.


Ün

Ün yalnızlaştırır insanı. Rilke, gidip Rodin'in karşısına çıktığında o yalnız biriydi. Kapandığı yerde onu görmeye, derinlikli biçimde anlamaya doğru yolculuğa çıkar. Zordur bu, ama dayanmasını bilir, bir süreliğine de olsa! Rilke, Rodin'i anlatmaya şu tümcelerle başlar: "Üne kavuşmadan yalnızdı Rodin. Ve kavuştuğu ün onu belki daha da yalnızlaştırdı. Çünkü ün, yeni bir isim çevresinde oluşmuş tüm yanlış anlamalar topluluğundan oluşur." Varenne Sokağı'nı adımlayarak gelip müze-ev'in önünde durduğumda, beni oraya çeken duygunun ne olduğunu düşünmüştüm. Sokağın solunda, köşedeki cafede Rilke'nin Rodin kitabına göz atarken de karşıma çıkan bu düşünceydi. Oturup şu denemeyi yazmıştım o ara yerde.

Dindirilmiş duyguların mekanı
Yok, hayır! Bu sevinç değildi sevgili okurum. Bir çığlığın tanıklığı! Varenne Sokağı'na girdiğimde, duralayıp, bu köşe başını tutan mekânın duvarına dokundum ilkten. Taşın, mermerin, tuncun dilinden anlayan adamın gelip buradan geçişini, sonra bu duvarın ötesinde yarattığı dünyayı düşündüm... Adımladım yolu. Gelip şu köşedeki cafe'de oturup bu sokağı dinlemeyi düşündüm. Elden geçiyordu bina... 'Kapalıdır,' dedim içimden. Öyle ya, bizde bu tür mekânlar bakıma alındığında aylarca içeri sokmazlar kimseyi. Ötede olanların şamatasından habersizcesine bir bakış aldı beni içeriye. Sonra gülümseyen bir başka göz, işaret etti: "Hangi dilde dinlemek istersiniz?!" "Bahçe ve duvarlar acının, yalnızlığın diliyle örülmüş," dedim içimden. İşte, karşımdaydı Rodin... Gidip dokundum, onun ellerinin izini ararcasına, acıdan acı bakan kederli gözlere takıldı bakışlarım.


Araf ve Cennet imgesini anımsatan "kapı"nın önünde duraladım. Sırça fanusu andıran cam bölmenin önünde ışığın diliyle söze durdum adeta... Bahçeye serpiştirilmiş Rodin heykellerinin bir bir gölgesinde durup onun ellerinin hünerine baktım. Havuzun çevresinden geçip bina önüne geldiğimde; Balzac'ın,"Düşünen Adam"ın bendeki imgesini pekiştiren, yeni bir dünyaya adım atacağımı gösteren seyrin yolcusu kesildim uzunca bir süre. Öyle diyorum, çünkü Rodin'in bahçede gördüğümüz yapıtlarının arka planını size gösteren bir mekândaki seyirden kopmanız mümkün değil. Gelip bu mekâna baktığımda, Rilke'nin Rodin üzerine yazdıklarını anımsıyordum bir bir. Yazar-heykel-tıraş buluşmasının en derin anlamı, onun yazıp ortaya koyduğu metinde yatıyordu, işte o buluşma mekânındaydım.

Rilke, diyordu ki bana; "Onunki hiçbir şeyin kaybolmadığı ve unutulmadığı bir hayattır. Geçip gittikçe içinde biriken bir hayat." "Yaratıcı bir deha," diyordum içimden; "Ancak zamanın en küçük bir ân'ını bile değerlendirendir... Rodin, burada bunu anlatıyor bize biraz da". Şaşırtıcı bir birikim, enerji. Dokunduğu her şeyi yaratıcılığının imbiğin­den geçirerek yeni bir dil kuran bir büyücü, Rodin. Taşın, mermerin, tuncun dilinden anlayan bu ustanın ellerini düşündüm, tıpkı Rilke gibi. Sonra, onları sıkı sıkı tutarcasına, "Anlat bana usta, bu hünerin dilini,dercesine dokundum mermere, taşa, tunca... Işığına baktım onun. Gözünün çalımından mermere izdüşüren bakışına. Camille Claudel'le yanyana ayrıksı duruşuna. Acıdan acı bir duruşun dili vardı onda da. Mermer, aralarındaki saflığın, aşkınlığın aklığını ışık huzmesiyle çağlardan çağlara taşıyordu.

Yüzümü bahçeye döndüm, ikinci katın açık duran penceresinden ha­vuza baktım. Tam önümde duran, yüreği avuçlarında bir adamın ba­kışlarıyla biçimlenen genç bir kadın bedeninin ışıkla buluşmasına ta­nık oldum... "İçte ve dıştaki zamanın anlamı bu olmalı," dedim içim­den.
Rilke'yi, onun sözlerini anımsadım birden: "Sanatının biçimlendiği ve hazırlandığı, öğrenmekte olduğu hayatın adsız ve anlamsız olduğu bu dönemde, Rodin'in düşünceleri şairlerin kitapları içinde dolaşıyor ve oradan kendine bir geçmiş çıkarıyordu."
Onun yaratıcılığının ürünlerini görmek, ona dair okumak, yaşadığı mekânları adımlamak da bir okur/yazar için bir geçmiş değil midir, sevgili okurum?
Rodin'in getirdiği biçim, heykel sanatına yansıttığı/kattığı formdaki duyguyu anlamak, yeni bir çağın sesi gibi geldi bana.

Sokağa çıktım. Amerikalı, Japon turistlerin yabansı telaşına sırt çevirdim. Karşılıklı fotoğraflarımızı çektiğimiz ispanyol çiftle merhabalaştım, gelip cafe'de oturdum. Rilke'nin Rodin'I görmeye giderken şu kaldırımdan geçtiğini, bir de dindirilmiş duyguların mekânında yapıtlarıyla yaşayan Rodin'in ellerini düşündüm. Sonra da, Rilke'nin def­terime kaydettiğim şu sözlerine bir kez daha göz attım: "Rodin'de konu hiçbir zaman ağaca bağlanmış hayvan gibi bir sanat objesine bağlanmamıştır. Konu objenin yanında bir yerde yaşar, tıpkı bir koleksiyon bekçisi gibi. Ona başvurulursa bazı şeyler öğrenilebilir. Ama insan onsuz yürümesini bilirse daha kendi kendine kalır, rahatsız edilmez ve daha çok şey öğrenir."


Rodin Buluşması
Erken bir zamanda, resme yeni başlamışken, İğdebeli Hoca getirip karşımıza koymuştu Rodin'i. Yalnızca bakmak, irdelemek; heykelinne olduğu, heykeltıraşın neleri kotarabileceğini göstermek içindi çabası. O yıllarda dostları Gürdal Duyar ve Kuzgun Acar'dan hiç söz etmemişti. Çok sonraları bunları konuşup, Duyar'la tanışacaktık. Önümüze kil toprak koyup biçim vermemizi istediğinde, Rodin'den söz eden iki kitap İş Salonu'nun kitaplığında bizim kendilerine ulaşmamızı bekliyordu.
Cafe'den kalkıp müze-ev'e yönelmeden Rodin'in bendeki imgesini düşüne durdum.
O küçük kitapçıkta yer alan fotoğraflardaki dünyayı algılamak çarpıcıydı. Elle yapılamazdı bunlar! Öylesine düşüncelerle sırlıydı ki her bir yontu, bunları biçimleyen insanı tanımaya can atmamak ne mümkün! Esat Nerml'nin o çevirisi bir yaz okuma kitabım olmuştu neredeyse. Sünger gibi emiyordum her bir sözü, düşünceyi, adı, duyguyu, yaşantıların izlerini... "Doğu'nun ParisT'nde, 14-15 yaşlarında yaşıyordum bu sarsıntıyı.

Paris'teyim... Bu izlerden otuz yıl sonra, Rodin'in dünyasıyla buluşacağım birazdan. Rilke'nin anlattığı Rodin metni eşlik ediyor bana. Ün ve yaratıcılık, tutku ve sadakat, bağlılık ve yıkıcılık, aldatma ve aldanma, kopuş ve tükeniş... Bu izler de belleğimin bir köşesinde duruyordu. "Camille Claudel" filminin gösterdiği dünya da sarsıcıydı elbette. Yine de, ben, Rilke'nin Rodin'ine doğru yürüyordum. Yaşarken anlaşılan, taçlandırılan Rodin'in "ün"ünü bir yana koymam gerekiyordu. Çünkü o yanı çekeleyip buralara getirmemişti beni.
"Rodin yüzleşmesi" diyebileceğim karşılaşma, müze-ev'e tutulu kılmıştı beni. Orada geçen birkaç saatin akışını unutmuştum. Bütün bu dünyayı kurabilme, onca yapıtı/çalışmayı ortaya çıkarabilmek için Rodin'in birkaç hayat yaşamış olması gerek demeden de alamıyor­dum kendimi. Rodin şaşırtıcıydı! Rilke'nin anlattıkları şimdi bende karşılığını buluyordu.

Sanatçıyı yapıtından ayırabilir, ayrı düşünebilir miydik? O iniş çıkışlar, fırtınalı yaşam olmasaydı Rodin olabilir miydi? "Ad" ve "yapıt"...Ona dair edilen sözler uzağımızda. Çoğunu da bilmiyorduk belki! Yapıtı ve bunlar üzerine edilen sözler var yalnızca. Rilke'nin Rodin anlatısı, onu birebir tanıyan birinin kaleminden çıkmış olmasıyla önem kazanıyor benim gözümde. Rodin, Rilke'yi sevmemiş besbelli! Yakın gibi durup uzaklaştım.
Bakınca o dünyaya
Rodin'in yapıtına bakarak onun sanatının gücünü, düşünce dünyasını, uttuklarının izlerini bulabiliriz. Bu dünyanın nasıl oluştuğu, nasıl kurulduğu, nerede/hangi ortamda yapıtını var ettiği Rodin'i tanıyan birinin çekim odağında durur. Hele o dünyanın dilini kuran bir şairin yazdıklarıyla da buluşmuşsanız... Artık gidip Rodin'in varlığını hissettiren müze-ev'de birkaç saatinizi geçirmeniz kaçınılmaz. Rodin'in biçim verdiği her bir yapıtın önünde dururken; bunların ne olduğuna değil de, daha çok nasıl yaratıldığına, hangi düşünce ivmesiyle biçim aldığına yöneliyor düşünceleriniz. Hatırlamak gerek Rilke'nin şu sözlerini: "Onun eseri ise adının yayıldığı ve duyulduğu alanın sınırlarını çok aşmış, artık anonimleşmiştir. Tıpkı adsız bir vadi, ya da sadece haritada, kitaplarda ve insanlar için bir adı bulunan, ama gerçekte yalnızca enginlik, hareket ve derinlik olan bir deniz gibi."

Enginlik, hareket, derinlik... Doğrudur, Rodin'in yapıtının düşünce boyutu bu üçlemle tanımlanıp açıklanabilir ancak. Rilke'nin şu sözlerinin ne anlam içerdiğini kavrayabilmek için müze-ev'in İçini ve dışını görmek, oradaki Rodin'e bakmak gerek: "Burada sözünü ettiğimiz eser, yıllarca süren bir evrim göstermiş ve bir tek saati boş geçirmeksizin bir orman gibi gelişmiştir, insan onun binbir eseri arasında dolaşırken, dört bir yanı kuşatan yaratış ve buluş hareketinin önünde eğilmek ihtiyacını duyar. Her yanda da, bütün bu dünyanın kendisinden doğduğu o bir çift eli arar." Doğrusu, dokunabildiğim heykellerinde Rodin'in ellerini düşünmedim değil. Oysa biliyordum ki; dokunmak yetmiyordu. O an ki düşüncesi, onu yapıtının biçimlemeye yönelten akkor önemliydi.


Ellerin zamanı

Ellerinin biçimlediği her bir nesneye bakıp dokunurken bu yanını derinden hissediyordunuz.
Sormuştum da kendime: "Kaç el? Kaç göz? Kaç gece? Kaç gündüzü vardı bu yaratıcının?"
Taşı, mermeri, tuncu, demiri dize getiren biri... Diyordu ya Rilke: "O zaman bu elleri görmek arzusu uyanır içinde. Bu eller yüzlerce el gibi yaşamıştır." Şu an dolmakalemle yazarken düşünüyorum; bütün gün yazsam... Dura ede sürdürsem bu eylemimi... Bir yerden sonradüşüncenin yorulabileceğini, kaçışlara sığınacağını, aktarmacı/kopyacı kesilebileceğini hissediyordum. Ama bir şey var ki; sürekli yazar "el" düşünür/düşündürür, kendi zamanını yaratır da. Yeni arayışlara çıkması bundan bekle di yaratıcının. Rodin'i bu noktada anlıyorum: Çalışan el düşünür, üretmeden de alamaz kendini. Hele bir de "tutku" bir alev gibi gelip ruhunu sarmalamışsa... 1882'de Camile Claudel ile tanışmıştır. Claudel on sekizinde, Rodin ise kırk ikisindedir. Rilke yedi yaşındadır o günlerde. 1898'de Rodin ile Claudel ayrılmışlardır. 1902 Eylül'ünde Rilke Rodin'i ziyarete gider, tutkulu aşkı Isadora Duncan'la tanışır. Çalışmak ve tutkuyla sevmek... Ateş, su, toprak, havadır ona bunlar... Biçimini ve rengini bunlardan alır yapıtı. Taşı ve mermeri hafifleten bir dünyanın insanıdır Rodin. Tutkularının eziciliğinin bağışlanabildiği de bundandır, bence! Kıyamet ve sadakat, cehennem ve tutku, Araf ve uyanış arasında gider gelir sürekli. Bir keşiş gibi yaşamaz. Uyanışlara verir kendini: bedenin ve dilin, düşün ve düşüncenin, taşın ve mermerin, hayatın ve ölümün uyanışlarına.

Öğretendir.
Rodin, öğreticidir. Yaratıcılığın ne olduğunu gösterir. Düşüncenin yansıma biçimlerini anlatır. Tutkunun yalnızca ruhu değil, en sert kütleyi de nasıl biçimden biçime yönelttiğini öğretir. Sabrın dilini ezberletir, bilincin labirentlerinin uğrak yerlerine baktırır. Bir yazı insanı olarak Rodin'den zamanın ilmini öğrendiğimi söyleyebilirim. Bir anda birkaç el olabilmeyi, birçok düştü/düşüncede yaşamayı o gösterdi bana sevgili okurum. Paris'e her yolum düştüğünde Rodin Müzesi'ne gidişim, Rilke'nin Rodin anlatısından birkaç metin okumam biraz da bundan olsa gerek.


R.M.Rilke: Rodin, Çev.: Esat Nermi, Yankı Yay., 1968, 134 s.; Kamuran Şipal çevirisi: 2002, Cem Yay., 107 s. Auguste Rodin: Düşünce Kıvılcımları, Çev.: Ayşegül Sönmezay, 2006, Alkım Yay., 230 s. Anne Delbee: Bir Kadın: Camille Claudel, Çev.:Ayşe Kurşunlu Ortaç, Everest Yay., 2002, 436 s. John Berger: Zamanımızın Bir Ressamı, Çev.: Abbas Örmen, Adam Yay., 2000, 213 s. Jean Genet: Giacomettl'nin Atölyesi, Çev.: Hür Yumer, Metis Yay., 1999, 81 s. DVD: Camille Claudel, Yönetmen: Bruno Nuytten, Başrol oy.: Isabelle Adjani-Gerard Depardieu, Studio Canal.
Feridun Andaç, ARTİST modern, Eylül 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder