Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Rousseau, Henri

Henri Rousseau (1844-1910)
Kaya Özsezgin
Fransa’da, Grand Palais’de düzenlenen sergisi nedeniyle Gümrükçü Rousseau, bu günlerde yeniden sanat çevrelerinin yorumlarına konu oluyor. Eylül ayının ortalarından başlayarak, Ocak ayı başlarına kadar sürecek olan bu sergiyi, naif ressamların babası diye tanınan Gümrükçü’nün 140. doğum yılına bağlamak mümkün. Ama birçokları tarafından, sanat için özel bir yetenek taşımadığı, hatta beceriksiz ve “aşırmacı” bir gümrük memurundan başka bir şey olmadığı öne sürülen bu alçakgönüllü, safyürek sanatçı, bir bakıma, yaşadığı dönem de dahil olmak üzere her zaman gündemde olmuş, tartışılmıştır. Safyürek resmin doğasından gelen bir tartışmadır bu. Kuşkusuz Rousseau’dan önce de bu tür resmi denemiş ya da sürdürmüş olan ki vardı. Onlar arasında, belki Rousseau’ nun düzeyini aşacak yetenekte isimsiz sanatçılar da olmuştu. Rousseau’nun şansı, biraz da Paris’in hareketli sanat yaşamının doruğa ulaştığı bir dönemin ilgisini kazanmış olmasından ileri geliyordu. Yaradılışı ve kişiliği, beğenisi ve eğilimleri, yaptığı resimle çok iyi uyuştuğu için, herhangi bir sahtelik söz konusu değildi. Kimileri onu, bir “combinazione” ustası olarak görmüş olsa da dünyanın sayılı müzelerine dağılmış olan yapıtları, safyürek ressamlara özgü ayrıntıcı ve titiz çalışma biçiminin, düşündüğünü ve tasarladığını olduğu gibi yansıtma tekniğinin kanıtı değil midir?
Yaşamöyküsü
1844’te fakir bir tenekecinin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Liseye devam etmiş, sonra Angers’ de bir davavekilinin yanına girerek, geçimini sağlayacak küçük bir aylıkla çalışmaya başlamıştı. Resme ve müziğe ilgi duyuyordu. Hatta, o yıllarda, bir desen bir de müzik ödülü kazanmış, bir güveni kötüye kullanmaktan bir ay hapis yatınca, skandal yaratmaktan korktuğu için, orduya kendi isteğiyle katılmıştı. 1870’te Fransa, Prusya’ya karşı savaş ilan ettiğinde, Rousseau bağlı bulunduğu alayında çavuşluk görevine başlamıştı bile. Ancak hiç savaşmadığı, alayının bulunduğu Dreux’yü hiç terk etmediği halde, egzotik konulu resimlerine konusal bir gerekçe yaratmak kaygısıyla, yedi yılını Meksika’da geçirdiğini, egzotik konulu peyzajlarını—en güzel yapıtlarıdır— Meksika’daki balta girmemiş ormanların hayranlık uyandırıcı dekoru önünde oluşturduğunu söylemekten çekinmeyecektir. Gelgelelim, kendisinin de zamanla kandığı ya da kanar göründüğü bu öykü, uydurmaydı. Meksika ormanlarındaki aslan konusunu, çocuklar için bastırılan “Vahşi Hayvanlar” adlı kitapta görmüştü. “Çiçekli Kız”ın yabani koyunu, “Havva”nın yılanı, “Aç Aslan”ın baykuşu, Paris’te, Jardin des Plantes’da gördüğü hayvanlardı. Uslu çocuklar için resimlenmiş albümler, onu çokça ilgilendiriyordu. Ünlü “Savaş” tablosu için, bir gazetede gördüğü basit bir illüstrasyonu, hiç değiştirme gereği duymaksızın aktarmıştı. “Uyuyan" Çingene”nin konusunu, Leoon Gerome’un bir tablosundan esinlenerek oluşturmuştu. Resimleri pantografla kopye ediyor, kartpostal resimlerden yararlanıyor, fotoğrafları kullanıyor, meslektaşlarından yerine göre aşırmalar yapıyordu. Her şeyi şaşırtıcı bir safyüreklilik içinde çözümlüyordu.
1869’da evlendi. Bir mübaşirin yanına çırak olarak girdi. 1884’te resme merakı nedeniyle ulusal müzelerde kopist sıfatıyla çalışma izni aldı. Hemen her yıl, Bağımsızlar Salonu’na bir resim veriyordu. 1899-1900 yılları dışında, her yıl bu davranışını bir gelenek haline getirdi. 1892’de gene Bağımsızlar’a verdiği bir tablo, oldukça ‘sükseli” sayılacak bir skandal yarattı. Salon’un yöneticilerini de bir hayli güldürdü. “Bağımsızlığın Yüzüncü Yılı” adını taşıyan bu tablosunda, atalarını kısa külotlu olarak göstermiş, gene de çerçevenin altına büyük harflerle yazdığı konusunu açıklarken, ihtiyatı elden bırakmamıştı: “Halk, 1792 ve 1892 cumhuriyetleri çevresinde, elele vererek şarkı söylüyorlar: Auprés de ma blonda, qu’il fait, bon, fait bon dormir”. İlk şokun güldürücü ve eğlendirici etkisi dağılınca da yuhalar yükselmekte gecikmedi: “Deliyi Charenton’a gönderin, gümrükte, gümrükçü olarak kalsın o...” Gerçekten de öyle oldu: Rousseau, vestiyere emanet etmekten çekindiği bol pardösüsü içinde, emekli oluncaya kadar gümrükteki görevini titizlikle sürdürdü.
Gene aynı salonda, 1906’ da “Sanatçıları Çağıran Özgürlük” adlı tablosunu sergiledi. Courteline, bu tabloyu, bir hurda fiyatı karşılığında satın alarak “Yılgılar Müzesi’ ‘ndeki Pierre Loti portresinin yanına astı. Ressam Vlaminck anlatıyor: “Neşeli halk, Rousseau’nun tuali önünde duruyor, o ise mutluluğu içinde, sakin tavırla yüzüyordu. Bu gülüşlerin, onun ilerdeki yazgısını çizeceğinden, bir an bile kuşku duymuyordu.” Tıpkı onun onuruna Picasso ve arkadaşlarının, ünlü Bateau Lavoir’da bir şölen vereceklerinden kuşku duymaması gibi... 1908’de düzenlenen bu şölenin çağrılıları arasında Apollinaire, Marie Laurencin, Max . Jacob, Braque, André Salmon, Fernand Olivier, Léo ve Gertrude Stein gibi ünlüler vardı. Tümü de şölen günü orada hazır bulundular. Gümrükçü Rousseau, elinde kemanıyla geldi. Picasso, onu, bir kasa üzerine yerleştirilmiş sandalyeye doğru götürerek “İşte senin tahtın” dedi. Gümrükçü, yağ kandillerinin fakir ve donuk ışığı altında, operetimsi bir vals çalmak üzere yayı, kemanının telleri üzerinde gezdirdi. Çağrılılar kırmızı şarap içerken, o, iki parmak “porto’ ‘sunu zevkle yudumluyor, saflığın verdiği bir uyuşukluk içinde hafifçe uyukluyordu. Sabahın ilk saatlerinde, mutluluktan iyice uyuşmuş olan Gümrükçü’yü, arkadaşları evinin kapısı önüne bıraktıklarında, Picasso’yu söz konusu ederek şöyle diyecektir: “Biz ikimiz, çağımızın en büyük iki ressamıyız. Sen Mısır tarzında, ben ise modern tarzda.”

“Grotesque” Bir Kişi
Rousseau’nun yaşamı mutsuz olaylarla doludur. Kendisine yedi çocuk vermiş olan eşini 1888’de kaybedince, ertesi yıl yeniden evlendi. Hep duygusal ve sevecen bir kişi olarak kaldı. 1893’te gümrük memurluğundan emekli oluncaya kadar, durmadan resim yaptı. Şimdi Louvre’a bağlı Jeu de Paume’da yer alan “Savaş” adlı tablosu, onun modern-primitif anlatımının ve Özgür yorumunun ilginç bir örneğidir. Lavalli hemşehrisi Alfred Jarry, ona çok destek olmuş ve kendisini Rémy de Gourmont’la tanıştırmıştır. 1895’de “Savaş”ın bir taş baskısına, “l’Ymagier”. dergisinde yer veren odur. 1897’de, bugün New York Müzesi’nde yer alan. “Uyuyan Çingene” tablosunu Bağımsızlar’da sergilediği zaman ilgi uyandırdı. Rousseau, bu tabloyu Laval belediyesinin almasını istemişti.


Ama tablo alınmadı. Geçimini sağlayabilmek ve üç beş kuruş kazanabilmek için, emekli aylığının yanı sıra, müzik ve resim dersleri verdi, Bir orkestrada görev aldı. 1903’te iki eşi de ölünce, komşularının metreyle boylarını ölçerek resimlerini yaptığı Perrel Sokağı’ndaki eve yerleşti. 1905’te Sonbahar Salonu’nda Fauve’ların arasında yer aldı. Apollinaire ve Delaunay ile tanışması bu yıllardadır. Delaunay’ın annesi, ona, 1907’de Sonbahar Salonu’na koyacağı “Yılanların Büyücüsü”nü ısmarladı.

Aynı yıl, sahte bir çek sorunu nedeniyle hapse girdi. 1911 ‘de ilk yaşam öyküsünü kaleme alan Alman eleştirmen Wilhelm Unjıde, onunla ilgilendi. Volard ve Brummer gibi tablo tüccarları,  ondan bazı tablolar satın aldılar. Gene o yıllarda, şimdi Bale Müzesi’nde bulunan Apollinaire ile Marie Lauirencin’i bir arada gösteren “Şairi Esinleyen İlham Perisi” adlı tablosunu yaptı. Şansı açılmıştı ama bu kez de ömrü vefa etmedi. 1910’da Necker Hastanesi’nde kısa süren bir tedaviden sonra öldü. Ertesi yıl, dostları Delaunay ve dökümcü Queval, ona bir mezar satın aldılar. Brancusi tarafından Apollinaire’in bir şiiri, mezartaşına oyuldu. 1947’de kendisinden geride kalanlar, Laval’de Perrine Parkı’na taşındı. Ancak gerçekten ünlenmesi, ölümünden çok sonraya rastlar. 1912’de Uhde’nin düzenlediği Rousseau sergisi, bu ünlenmenin başlangıcı olarak alınabilir. Yakın dostlarının ilgisiyle, zamanla Rousseau’ nun adı çevresinde bir tür efsane yaratıldı. “Grotesque” bir kişi sayıldı.

Kandinsky, modern sanatçının kullanabileceği üslupları Blaue Reiter yıllığında yayımlanan ‘Biçim Sorunu Üstüne’ adlı denemesinde tanımlamıştı. Ona göre, bu üslupların iki kutbu ‘1. tam soyutlama, 2. tam gerçekçilik’ti. ‘Bu iki kutup sonunda aynı amaca yönelen iki yol gösterir.’ Malevich’in tersine Kandinsky, soyutlama ile yarı-soyutlama arasında bir köprünün gerekliliğini duymuyordu. Kendisi nesnelle nesnel olmayanın geçerli olacağı ruhsal bir düzeyde iletişim kurmayı amaçlıyordu. Bunun gerçekleşebileceğine olan inancı ilkel, Doğu ve Rönesans öncesi sanatı incelemesinden kaynaklanıyordu. Rönesans sanatı da, kuşkusuz onun sözünü ettiği bu iki kutup arasında yer alabilirdi, ancak Rönesans ülkücülüğü ile Rönesans sonrası doğacılığın tekniği, zihinsel içerikten yoksun ve baskıcı bir nitelik kazanmıştı.
Kandinsky, bunun yerine, en yetkin gerçekçilik temsilcisi olarak, emekli gümrükçü Henri Rousseau’yu görüyordu.
Akademik eğitimin etkilerinden uzak kalan bu sanatçının iddialı resimleri bir süredir Paris’teki öncü sanat çevrelerinin hayranlığını topluyordu. Henri Rousseau modern sanatın en üst düzeyine ulaşmayı amaçlayan modern bir ilkel ressam, yapıtları Kandinsky’nin Rus ve Bavyera halk sanatında rastlamadığı yoğunluğa sahip bir bireyciydi. 1911’de Kandinsky bir Rousseau manzara resmi aldı. Bu resimle Rousseau’nun altı başka yapıtının Blaue Reiter yıllığında yayımlanması üzerine, Rousseau kendisine yıllıkta en fazla yer verilen sanatçı oldu.
Modern Sanatın Öyküsü

Rousseau’nun birçok yapıtı, özellikle. 1900 öncesine ait olanlar; bugün kayıptır.
Yaşamı boyunca hiçbir sanatsal ve kültürel eğitim görmediği halde, akademik ve resmi kökenli sanatçılar, Cabanel, Bouguerau, Gérome onun sanatına olan hayranlıklarını gizlememişlerdir.
Gérôme, özyaşamını kaleme alığı notlarında bu hayranlığını şöyle dile getirir: “Çok güç denemelerden sonra, çevresindeki çok sayıda sanatçı arasından sivrildi. Yetkin bir düzeye geldi. Zamanla özgün bir biçime yönelerek, bizim gerçekçi ressamlarımızın en iyilerinden biri olmayı başardı.”
Kuşkusuz, buradaki “gerçekçi” sözcüğünü saklı tutmak gerekecektir. Çünkü buradaki gerçekçilik; akademik ressamların uygulamış oldukları gerçekçilikten farklıdır. Rousseau, doğaldır ki, kendini izlenimci ve modern akımlardan da uzakta buluyordu. İngres’e hayranlığını saklamıyordu ama, bu hayranlık, onun müzelerde kopyalar yaptığı dönemle ilgili katışıksız bir hayranlıktı. Aslanlı tablosunu yaparken, fantastik orman önünde, birden korkuya kapılmış ve koşarak odasının penceresini açmıştı.
Yapıtları, kolaylık olsun diye birkaç grup altında toplanabilir. Önceleri, popüler yaşam sahneleri ve portreler yaptı. 1888-1890 yıllarını kapsayan Prag Müzesi’ndeki otoportreleri bu gruba girer. Dostlarının da portrelerinin yer aldığı bu dönem resimleri, acemilik içinde bir tür ustalık ve kesinlik gösterir. Renkleri, primitif ressamları andıran bir yalınlıkta, uyumlu ve parlak kabartılara sahiptir. İkinci grupta ise, Paris manzaraları yer alır. Banliyö sokakları, Seine rıhtımları, gezinen küçük insanlar, balıkçılar, onun, bu dönemde işlediği başlıca konular arasındadır. Derin bir şiirsellik, saf bir görsellik ağır basar bu resimlerde. Kayıp cennetlerin gizemli ve çekici atmosferi, küçük panoramik görüntüler halinde bu dönem çalışmalarına yansımıştır.


En tanınmış resimleri ise, egzotik konuları taşıyan tablolardır. Bu büyük boyutlu resimleri, ona gerçek bir ün sağlamıştır, denilebilir. “Aslanın Yemeği” (1907), “Flaman Kuşları” (1907),



“Kaplanın Saldırısına Uğrayan Zenci” (1909) “Bakir Ormanda Maymunlar” (1910) bu tür yapıtları arasında sayılabilir...
Milliyet Sanat, 1984
http://www.abcgallery.com/R/rousseau/rousseau.html


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder