Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Sanat ne işe yarar?

Sanat ne işe yarar?
Oxford Üniversitesi’nden Prof. John Carey’in İngiltere’de yayımlanan “What Good Are the Arts? / Sanat Ne İşe Yarar?” kitabı sanata dair sanat tarihi kadar eski soruları bir kez daha gündeme getirdi:
Sanat nedir?
Bir şeyin sanat olup olmadığına kim, nasıl karar verir?
Bunun birtakım olmazsa olmaz ölçütleri var mıdır?
Sanat bizi daha iyi insan yapar mı?
Böyle bir işlevi var mıdır ya da olmalı mıdır?
“Yüksek sanat”, “popüler sanat” diye bir ayrım sözkonusu mu?
Bunun kriterlerini kim belirler?
Milliyet Sanat, Ağustos 2005

JOHN Carey’nin kendi sanat tanımı, “Herhangi biri bir şeyin sanat olduğunu söylüyorsa o sanattır” şeklinde. Bu anlamda “yüksek sanat” ile “alçak sanat” ya da “popüler sanat” arasında bir ayrım yapmıyor. Tıpkı bu konuyu masaya yatıran The Observer gazetesinde görüşlerini belirten yazar Han Kunzru gibi... Öncelikle sanatın herkesi mutlaka iyi insan yapmayacağını söylüyor Kunzru... “Aynı zamanda hem sanatsever hem sadist bir katil olunabileceğini biliyoruz” diyor. Örneği de, bir yandan çello süitlerini dinleyerek duygulanıp gözyaşı dökerken, diğer yandan başka insanları ölüme gönderen Nazi kumandanı. Üstelik onun durumunu “yüksek sanat” - “alçak sanat” ayrımıyla açıklıyor Kunzru: “Bu kendini üstün insan” hissetmek için opera bileti satın alan insan türünün abartılı bir versiyonu mu, yoksa bu insan gerçekten hakiki bir estetik anlayışına mı sahip?
Belki de ikisi birden... Bence yanıt benim nefret ettiğim yüksek sanat kavramında yatıyor. Bana göre yüksek sanat eşittir sanat artı güç. Hakim sosyal sınıf tarafından yönlendiriliyor. Bach sevginiz sizi üst sınıf bir insan yapıyor, diğerleri Bach’ı takdir edemedikleri için daha alt tabakadır, dolayısıyla onları öldürebilirsiniz.”

Kunzru, kendi “yüksek - alçak sanat” tanımını ise şöyle yapıyor: “Yalnızca iyi ve kötü sanat vardır ve aradaki farkı da izleyicinin belirleyeceği konusunda Carey’e katılıyorum. Eğer sadece bir gıcırtı sesi duyuyorsam çello süitleri benim için sanat değildir.”

Yazar Jeanette Winterson’a göre de “alçak sanat - yüksek sanat” yok, gerçek olan ve olmayan var. Gerçeğin de farklı ambalajlar içinde ve farklı dozlarda izleyiciye sunulduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Kylie Minogue ve Shrek 2 de sanattır ama Don Paterson ve Ali Smith ile aynı gezegende olmadıkları kesindir.”

Oyun yazarı David Hare sanatı “Nerede ve ne zaman sergilendiğine göre izleyene farklı şeyler ifade eder ve dünyaya bakışınızı değiştirir” diye tanımlıyor. Ve örneklerini sıralıyor: “Böyle bakıldığı zaman Nina Simone büyük bir sanatçıdır, Mable Mercer da, Patrick Caulfield da öyle. ‘Une partie de campagne’ 40 dakika kısa olsa muhteşem bir filmdi, Adam Curtis’in televizyon için yaptığı belgesel serisi ‘The Power of Nightmares’ de çok etkileyici bir sanat eseri. Kurmaca olmamasına rağmen sanat o.

Auden, Raymond Chandler’ın yazdıklarının edebiyat olarak kabul edilmesi gerektiğini söylerken çok haklıydı. Ama şimdi birileri çıkıp ‘Meet the Fockers’ın çıkıp ‘Mouchette’ten daha iyi bir film olduğunu iddia ettiğinde saçmalamış oluyor.”

Bütün bunlara karşılık “yüksek sanat”ın tartışmasız üstünlüğüne inananlar da var elbette. Örneğin, sanat eleştirmeni Matthew Collings, “Yüksek sanat popüler sanattan daha mı değerlidir? Elbette öyledir, onun için ona ‘yüksek’ sanat deriz zaten. Altında sudan daha değerlidir, çünkü daha az bulunan bir şeydir. Nadir olan şey daha değerlidir,” şeklinde ifade ediyor görüşlerini.

Sanatın bizi daha iyi insan yapma işlevi ne de, konuyu tartışan hemen hemen bütün sanat adamları katılıyor. Öncelikle bize farklı bir bakış açısı sunarak... Oyun yazarı ve aktör Kwame Kwai Armah “Medeniyetler başarılı iş adamlarıyla değil, bıraktıkları sanat yapıtlarıyla anılırlar; “sanat bir aynadır, yaptığımız hataları gösterir ve düzeltme imkanı sunar” derken, yazar Geoff Dyer “Ahlaki açıdan bizi daha iyi insan yapmaz ama insanın etrafını saran çerçöpten sıyrılarak kendine, çevresine bakmasını sağlar,” diyor.

Eleştirmen Matthew Collings, bu işlevi açıklarken, günümüzün en üstün sanatı kabul ettiği görsel sanatları ayırarak konuşuyor: “Sanat bizi daha iyi insan yapar mı? Kesinlikle. Ama günümüzde görsel sanatlar hariç çünkü bugün Tracey Emin’in yaptıkları da bir şekilde önemli kabul ediliyor. Ama görsel sanat da doğru yapıldığı zaman bizi daha iyi bir insan yapar, hayatı yaşanabilir kılar. Hatta sanat sevgiden, çocuklarımıza ve yaşlı annemize bakmaktan sonra gelen en önemli şeydir.”
Sonuçta sanatın dünyayı nasıl yaşanılır kıldığını belki en güzel yazar Jeanette Winterson’ın sözleri anlatıyor: “Sanat bizi daha iyi insan yapar, çünkü bize alternatif bir değerler sistemi sunar. Kapitalizme karşıdır. Çünkü sanatı, Hong Kong’dan daha ucuza satın alamazsınız, laboratuvar ortamında ya da hormonlusunu yetiştiremezsiniz. Bir ‘deadline’ı yoktur ve bankaya yatırılamaz.”
Buradan esinlenerek biz de Türkiye’de bu konuda kafa yormuş farklı isimlere sanatın bu tartışıla tartışıla bitirilemeyen sorularını yönelttik...
Prof. Dr. Ünsal Oskay
(Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İletisim ve Tasarım Bölüm Başkanı)
“HERHANGİ bir insan bir şeye sanat eseri diyorsa, o sanat eseridir,” sözü kısmen doğrudur. Sanat, insanın “her hangi bir insan” olmaktan kurtulma, birey olma; ancak, toplumun, insanoğlunun daha insana yakışan bir yaşama kavuşmasıyla gerçekleştirilebilecek birey olma; “kişi” olmaktan, kitle toplumunun edilgin bir birimi olmaktan kurtulma çabasıdır. Bu nedenle, Prof. Carey’in sözünü düzayak anlayıp doğrudur diyemeyiz.

Ancak, kitle kültürü içine kapatılmış modern dönemin “herhangi bir insanı” bile, Adorno’nun belirttiği gibi, “en baskıcı (manipülasyon da baskıcı yöntemlerden biridir- Ü. O.) dönemlerde bile insan yalnızca toplumsal boyutuna indirgenemeyeceği” için, “sıradan insanın” sanat dediği şeyde de bir “kurtuluş” arayışı olduğunu düşünebiliriz. Ama bu “sanat” anlayışı, insan ile insan arasındaki temel ilişki günümüzde de efendi / köle ilişkisi olarak sürüp gittiği, dahası sistem’in tek ve sonul efendi durumuna geldiği ilişki, sınıf farkı gözetmeksizin “herhangi bir insan” durumuna indirgenmeyi içselleştirdiğimiz hayat üslubumuz içinde, kölenin zincirlerin süsleyip reel durumun duyumsanmasını hafifletme düzeyinde kalacaktır.

“Yüksek sanat”, “popüler sanat” ayrımı da kısmen doğru, kısmen yanlıştır. Bu kaba ayrıma göre, toplumların üst sınıf ve kesimlerinin yaşam alanında yer alabilen şiir, biblo, kılıç, şömine, piyano konçertosu, konuşma biçimi, vb. yüksek sanattır. Bunun biricikliği vardır, “aura”sı vardır filan deniliyor. Ama, bunları Milano Dükası mı, yoksa Floransa’daki atölyelerde sefalet içinde ve uzun süren çıraklık döneminden gelen Leonardo mu yaptı; Düka için mi, yoksa bir ölçüde kendisi için de mi yaptı? işin bu yanı es geçiliyor.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Sinan’ın yaptığı Süleymaniye’nin pencerelerinden bakıldığında, rüküya eren insanların, “Sultansız” bir dünya görmeleri için iç mekanı tanzim edişiyle ilgili sözlerini hatırlayalım. Ya da, Kültür Devrimi’nin atmosferinde, imparatorluk döneminin saraylarını tahrip eden gençleri uyarırken söylediklerini hatırlayalım.

“Popüler sanat” ın gerçekten halk ürünü olduğu pre-kapitalist dönemde Yunus Emre’nin söylediklerinin Saray’a sığınarak yaşayan Mevlânâ söylediklerinden daha az sanatsal olduğunu kim iddia edebilir?

Sanatın üretimi de, tüketimi de halkın özgürleşmesi güzellik / mükemmellik, özgür kalınabilen alanlarda emeğin kendi değerini görmek ve somutlaştırmak / var edebilmek için uygun sosyal ortamlar daraldıkça “popüler” olmaktan uzaklaşmıştır.

Bugünün “popüler sanatı”nın bile, günümüzde sistem tarafından sönükleştirilmekte olmasına rağmen bir özgürleşim arayışından çok, bir “özgürleşim” beklentisini içinde barındırdığını söyleyebiliriz.
Ama bu durum, sıradan insanın sıradan insanlar kimliğine itildiği günümüzde, özgürleşim beklentisinin, düşünce ve duygulanımının dil’e getirilişindeki bilişselliğin, semantik sürecin kaç yönden deformasyona uğradığını, uğratıldığını da gözden uzak tutmamamızı gerektiriyor.

Kısacası, insan ve sanat arasındaki ilişkileri, bu ilişkilerin oluşum tarihini, sistemin kendi özünü yitirmeksizin geçirdiği değişimi diyalektik bir irdelemeyle ele almadan bu gibi konuları soğukkanlı ve aklı başında bir insan gibi değerlendiremeyiz.
Bülent Erkmen (Tasarımcı)

SANAT bir işe yaramaz, sanat yararlanmak niyetiyle tüketilecek bir şey değildir, bir yararının olmaması, gereksiz olması onu sanat yapar, sanat yararsız ve gereksiz olanla ilişki kurma, kurabilme halidir.
Doğan Paksoy
(Genç Sanat Dergisi Genel YayınYönetmeni)
“SANAT ne işe yarar” sorusuna cevap aramak sanatla uğraşan biri için biraz garip gelse de bu soruya kolaylıkla yanıt vermek mümkün: Sanat, bireyselden çoğula, estetik ve zihinsel bir beğeniyi ve bilinci yaymaya ve bunu paylaşmaya yarar. Ben Prof. John Carey’nin “Her hangi bir insan bir şeye sanat eseri diyorsa, o sanat eseridir” sözüne kesinlikle katılmıyorum. Bu cümlenin başına “sanatla uğraşan” ibaresini ekleseydi belki o görüşüne katılabilirdim. Prof. Carey ne için bu sözü söylemiş bilemem ama sanat kelimesini ve sanatı bu kadar hafife almaması gerekirdi diye düşünüyorum.

Belki de son dönemlerde ortaya çıkan enstalasyon veya güncel sanat olarak da adlandırılan ve genelde kolay sanat yapmak yolunu seçenlere gönderme ya da mesaj iletmiş de olabilir. Ancak, anlamsal sınırları ve uygulama alanı oldukça geniş olan ‘sanat’ dediğimiz olgunun olmazsa olmaz ölçütleri ol masa idi insanlar bir şeyin sanat olup olmadığına karar veremezlerdi. Bu açıdan bakıldığında sanat diye tanımla nacak bir şeyin önceden belirlenmiş kri terlerin süzgecinden geçmiş olması gerektiğine inanıyorum. Sanat bir yetkinlik işidir ve hemen paralelinde ekleyebilirim ki herkesin sanatçı olamadığı da bir gerçektir.

Sanat, insanların duygularına hitap eden ve bir takım mesajlar vererek onları derin düşüncelere sevk eden bir olgudur. Kişileri iyi ya da kötü yapmaz tabii ki, ama onlara sorular sordurur ve kendi içlerinde cevap aramalarını sağlar. Bu da sanatın estetik işlevinin yanı sıra zihinsel işlevini de ortaya koyar.

Yüksek sanat ya da popüler sanat diye ayrımcı olmak yerine tüm sanat dallarını kapsayan ortak bir dil olmalı di ye düşünüyorum. İlk çağlardaki mağara resimleri de sanattır, Rönesans, Reform dönemlerinde yapılanlar da sanattır. Ama şimdi yapılmakta olan enstalasyon veya güncel sanat olarak da adlandırılan bir takım yeni arayışların sanat olarak adlandırılmasına pek sıcak bakmıyorum. Son zamanlarda moda olan bu tarz çalışmaların kalıcı olacağına da inanmıyorum.

Çoğu kişinin çağdaşlık özentisi için de olduğunu ve daha çağdaş görünmek adına o tarz çalışmaları desteklediğini görebiliyoruz. Bu kişiler, yüzyıllardır süregelen tuval resmini karalayıp, kendi yaptıkları doğrultusundaki işleri destekleyerek ve sadece kendi yaptıklarının sanat olduğunun altını çizerek belki de kendilerine kötülük ediyorlar. Oysa çağdaşlık sanatın malzemesinde değil sanatçının düşüncesindedir. Şimdi, enstalasyonlar yapanlar “çağdaş”ta Komet, Mehmet Güleryüz, Ergin man, Alaettin Aksoy, Mustafa Ata, Mahir Güven, Utku Varlık, Temür Köran, Altan Çelem vs. çağdaş değil mi? Bu tür düşünceler düpedüz ayrımcılık yapmak ve kendini dev aynasında görmektir.
(…)
Sanatın ne işe yaradığının, hatta ne için sanat yapıldığının cevabı tüm bu söylemlerin içinde her zaman vardır. insanlar bu tür ayrımcılık ya da kısır çekişmeler yapmak yerine kimseyi birbirinden ayırmadan, ülkeme nasıl hizmet edebilirim, sanatı ülkemin her köşesine nasıl yayabilirim diye düşünmelidirler. Bu açıdan bakıldığında ise sanat bir paylaşım alanıdır. Ve belki de en önemli işlevi budur. Bakın; Sabancı Müzesi, İstanbul Modern ve Pera Müzesi bir anda nasıl gündemimizi sanata ve sanatçıya çevirdi. Ülkemiz bu gibi yatırımlar sayesinde dünyada daha çok tanınacaktır. Hepimizin görevi bu gibi girişimcilere destek olmaktır...
Şakir Eczacıbaşı
İKSV Yönetim Kurulu Başkanı –Fotoğraf Sanatçısı

Birçok sanatçı, yazar ya da düşünür sanatın tanımını yapmışlardır. Ben kişisel görüşümü şöyle özetleyebilirim: Sanat, dünyayı belli bir kişisel yorumla yeniden üretme uğraşıdır. Önemli olan kullanılan araç değil, o araçla varılan sonuçtur. Bir şeyin sanat olup olmadığını belirleyen de yine ortaya konulan ürünün niteliğidir. Bir hammadde olarak kaldığı, kişisel yoruma ve özgün bir anlatıma ulaşamadığı sürece bir fotoğraf, bir heykel ya da bir resim sanat ürünü sayılamaz. Her manzum yazı da elbet şiir değildir. Kişiselliğin, özel bir duyarlılığın ve gerçekliğin üst düzeylerde yansıtılabildiği noktada başlıyor sanat.

Araç olanaklarının artması, yeni buluşların ortaya çıkması, teknolojinin gelişmesi sanatçıya vakit kazandırabilir, birçok kolaylık getirebilir; ancak sanatçının kişilik ve yetenek sorunlarını çözemez. Bunlar insana yapabileceklerinden daha fazlasını yaptıramaz. Kimse, kendi iç dünyasındakinden daha yüce bir şeyi yaratamaz.

Dünyamız, sanatçılarının sezgileri, duyarlılıklarıyla gelişiyor. Jules Verne’in yapıtlarında öngördüğü, denizaltı, su altında kullanılan oksijen tüpü, televizyon aygıtı, uzay yolculuğu yıllardan sonra bilim adamları tarafından gerçekleştirildi. H. G. Wells’in de geleceğe ilişkin öngörüler üstüne kurulu yapıtlarında anlattıkları büyük ölçüde doğru çıktı. Méliès, çektiği sessiz filmlerde uzay yolculuklarını anlatıyordu. Örneğin, “Aya Seyahat” adlı yapıtı için düşündüğü roket, 1960’lardan sonra gerçekleştirildi. Hatta Méliès, roketin Ay’dan dönüşünde ancak denize inebileceğini de göstermişti.
Freud’un yüzyılın başlarında bulduğu bazı ruh karmaşalarına “Oidipus” ve “Elektra” adını vermesi bir rastlantı değildir. Bunları Sophokles 2500 yıl önce oyunlarında dile getirmişti.

Başkan Kennedy, “Sanat kültürümüzün köklerini besleyecekse, toplumlar, sanatçıları tasarım güçleri bizi nereye götürecekse onları oraya kadar özgür bırakmalıyız. Çünkü sanatçılar ilerletir toplumları,” diyordu.

Sanatın işlevine gelince, çok sevdiğim iki büyük yazarın sözleriyle açıklamak istiyorum bunu: Bernard Shaw, “Sanat varolmasaydı, gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı” diyor. Oscar Wilde ise, “Kişiliğin içeriğini açıklamakta yetersizdir bilinç... Sanat ama yalnızca sanat bize kendimizi açıklayabilir,”

Popüler sanat kötü ürünler ortaya koyan insanlara takılan bir taçtır. Gerçek sanatçı popüler olmak için bir şey yaratmaz. Yaratırsa sanatçı olmaktan uzaklaşır. Son yıllarda “sanat” kavramı anlamını yitirdi. Türkücüler, sanatçılar, sunucular, daha birçok kişiye “sanatçı” denmeye başlandı. Hatta bu tür işleri görenlere “devlet sanatçılığı” bile verildiği görüldü.

Güzel bir sesle söylenmiş bir şarkı ya da türküyü ben de severek dinlerim. Ama bilmediğimiz, duymadığımız biçimde yeniden yaratılmadıkları halde, bunlara nasıl niçin “sanat” denebilir?

İnsanların anlayacağı düzeyde sanat üretmek gibi sözler ancak halkı küçümseyenlerin laflarıdır. Sanatla uğraşanların görevi, insanları sanat yapıtlarını algılayacak duyarlılığa ulaştırmaktır. Bugün yapılan, örneğin televizyon kanallarında olduğu gibi, düzeysiz, kötü ürünler gösterip, insanları bu tür ürünlere alıştırmak, sonra da “halkımız bunları istiyor” demekten başka bir anlama gelmez. Bu tür sözler, Batılıların kötü ürünlerine taktıkları “bonne pour l’Orient”e (Doğu için iyidir) benzer. Sanatın kriterlerini sanatçılar belirler ancak. Büyük sanatçılar düşünülmemiş, bilinmemiş güzellikler ve ilginçlikler içeren yapıtlar üreterek istenilenin ötesine geçerler. Böylece bir çoğu, birçok kimse tarafından yadırganırlar ama yaptıklarını insanoğlunun mirasına bırakırlar.

“Sanat ne işe yarar?” sorusunun en yalın yanıtını Oscar Wilde veriyor:“Sanatçı, güzel şeylerin yaratıcısıdır. Sanat, tümden yarar dışıdır.”
Ali Akay
[Sosyolog-küratör]

Bu yeni birşey değil. 20. yüzyılın son çeyreğinden beri sıklıkla konuşulan bir önerme: Sanat eseri güzel ve daha sonra yüce kavramlarıyla düşünülüp, estetik kavramı retorik kavramının yerine 18. yüzyılda yerleştiğinden beri gelişen bir durum.
Bugün sanatın ne olduğu sorusu güzelin ne olduğu sorusunun yerini almış vaziyette. Sanat kendisine sorular soruyor ne olduğuna dair:
İlişkisel bir estetik mi?
Postprodüksiyon mu?
Sanatçının tekilliğinin yersiz-yurtsuzlaşmış bir yerelliğin içinden çıkmaya başlaması mı?
Sanat kendi kullanım değerinin peşinde: Sanatın kullanım değeri değişim değerine karşı ne kadar dayanabilir?
Sanat hiç disipline edilemeyen tek alan mı?
Sosyoloji ve sanat kendilerini nasıl yeni bir bileşke içine koyuyor?
Bileşkelerinin değişmesiyle kavramın kendisi aynı adı saklama kapasitesine sahip midir?
Sanatçılar bir playlist mi oluşturmaktalar?
Kimlere sanatçı denilir ve sanat yapan bunlar mıdır?
Sanat herkesin yaptığı bir iş olarak düşünülebilir mi?
Nasıl bir şekilde herkes potansiyel olarak sanatçıdır ve yaptıkları da sanat eseri olur?
Bugünün krizinin soruları bu çerçeveler içinde oluşmakta. Postkolonyal ve post-oryantalist bir durumda sanat nasıl ve ne şekilde evrensel sorusunun cevabını vermeye çalışmaktadır.
İçkinliğin içinden geçen birtekillik hem yerel hem de uluslararası olanı içinde hangi şartlarda barındırmaktadır?

Yerelliğin kendisi siyasi olarak sanat yapıtı olmaya yeterli midir?
Bütün bu soruların cevaplarını vermeye kalktığımızda sanat eserinin ne olduğunu da sorun etmeye başlayacağımızdan dolayı, sanatın ne olduğu sorusu hala cevabını bulmuş olmadığı gibi tek bir cevapla yeterli bir şekilde durarak kendi kendisinin kabuğuna sığmayacağı da tabii görünüyor.
Sanatın bizi daha iyi bir insan yapıp yapmayacağı sorusuna gelirsek,  20. yüzyılın sanat pratiklerinin tecrübesi bu sorunun anlamsızlığı üzerine oturacaktır: Propaganda ve sanat arasındaki ilişkinin daha kapitalist formunun reklam ve sanat arasındaki ilişkide çözümlendiğini düşünürsek, sanat aynı zamanda bir illüzyon ve yanıltma alanı olarak da durmaktadır.

Günümüz teknolojisinin içinde sanatı elektronik ortamlarda gördüğümüzde duygulanım ile ilişkilerinde yeni sorular sormaya başlayacağız demektir. Sanat ne kadar yaratı olarak duruyorsa o kadar da daha önceki klişelerle mücadele etmek zorundadır. Bu bir yaratı olarak durduğunda (isterse kopyadan çıkan bir simülakr olsun) sanatın ne olduğu sorusunun bileşkelerini araştırmaya başlayabiliriz demektir.

Bu bileşkeler içinde refleksiyon, düşünce, duygulanım alma ve verme, geçmişle ilişkiyi şimdiki zamanda kurma, sanat tarihi ile bir takım hesaplaşmalar yapma gibi bir dizi sorun içinde sanatın ne olduğu sorusu kendisini belirli kılmaya başlayacaktır. Sanat bir işlev olmaktan çok sorular sorma ve araştırma alanıdır. Etkilerle işleyen bir şeydir. Bu anlamda sanatın yararı sorusu karşımıza makul bir soru olarak çıkmamaktadır. Alçak ve yüksek sanat ise ikisinin de belirli kriterleri olmasına rağmen eğer yukarıda saymış olduğumuz sorularla işliyorsa sanat içindeki bileşkeleri doldurmaya devam edeceklerdir...

Prof. Dr. Hüsamettin Koçan
(Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı)

PROF Carey’in “Herhangi bir insan bir şeye sanat eseri diyorsa, o sanat eseridir.” yaklaşımı günümüzde kaybolan öznenin, bu kayboluş içindeki dünyasına bir onaydır. Bir başka deyişle, yitirilmekte olan ve baskı altında tutulan bireysel kimliğin yargı hakkının kullanılmasına yönelik pozitif bir yaklaşımı yansıtıyor.

Sanat nedir sorusu, belki de etrafında en çok tartışma yaratan sorulardan bir tanesidir. İyi ki de öyledir, çünkü sanatın kendisi bir tartışmadır, karşı çıkıştır ve insanın ifade alanını genişletebilmek için açılmış en eski, en sürekli ve en şiddetli başkaldırıdır. Böylesi derin bir başkaldırının, günlük yaşam içerisinde sürekli insanın yanında bulunması, zaman içerisinde onu alışkanlıklarımızdan biri yapabilir. Bu durumda dönüp şu soruyu sormak gerekir; şimdi artık alışkanlığımız haline gelmiş olan gerçek sanat eserleri, bir dönemler alışkanlıklarımıza karşı büyük bir mücadele alanı açmamışlar mıydı? Sorunun yanıtı, kuşkusuz öyle bir mücadele alanından geçmeden sanat dediğimiz alanın gerçek anlamda üretilmesi olanaksız dır, biçiminde verilebilir.

Günümüzde iletişim teknolojileri kendi alanlarını genişletebilmek için bireysel belleğe büyük bir baskı ortamı yaratıyorlar. Burada iletişimin pozitif ve aydınlatıcı yanına paralel kişi üstünden medya elemanının kendi ideolojisini yaygınlaştırma sorununu da görmek gerekiyor. O zaman medya; daha az sahici olana, daha çok da kendi ideolojisi doğrultusunda yaratmak istediği yeni mitler dünyasına yer veriyor. Bu nedenle de bu elemanlar popülerleştirilerek, günlük yaşamın hemen her alanına nüfuz etmeleri kaçınılmaz oluyor. Artık günümüzde herhangi uzak bir köşede de, büyük metropollerde karşılaştığımız seslerle, biçimlerle çok rahatlıkla karşılaşabiliyoruz. Kuşkusuz amaç popülerleştirmek olunca, onun malzemesi de birinci derecede insanın temel sorunu değil, günlük yaşantımızdan kaynaklanan zayıf alanların kullanılması oluyor. O zaman popülerle gerçek sanat arasında bir duruş sorunu olduğunu ama gerçek sanat yapıtlarının da popüler alan içerisinde yol almakta olabileceğini söyleyebiliriz. Belki de yanıtını aradığımız soru, sanatın kendisi gibi çok boyutlu, dolayısı ile de farklı yanıtları olabilecek, karmaşık bir problem olarak karşımıza çıkıyor.

Sanatın ne olduğuna dair elbette kimi tarifler ve yaklaşımlar var. Buna karşılık, kesin ve mutlak bir tarifin henüz üretilmediği de bir gerçek. Ancak kişi belli tariflere daha yakınlık duyabilir. Benim bakış açımdan her ne kadar söylediklerim kendi içinde belli anlam kaymaları taşıyabiliyor olsa da; gerçek sanat yapıtının, özgünlük ve başkaldırı sorularına karşı verilmiş yanıtlarda ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. Buradaki özgünlük ve başkaldırı kavramlarının; keyfi, rastgele insanın üstünde anlaşabileceği kavramlar olmadığını da biliyoruz. O zaman bu kavramların anlamlandırılması için, belli birikimlerin gerekliliği söz konusudur. Buradan yola çıkarak, gerçek sanat yapıtlarının neler olduğuna karar verebilecek kişilerin o alanlarda öncelikle birikim sahibi olanlar, daha sonra da bu birikimlerini belli bir zeka ve duyarlılıkla kullananlar olduğunu söyleyebiliriz.

Sanat ve yarar ilişkisi de en az sanat kadar tartışmalı bir geçmişe sahiptir. Bu da yine tartışanların ekonomik, kültürel, sosyal ve politik ortamlarıyla ilgilidir. Bilindiği gibi sanatın günlük yaşantıda, kaba anlamıyla yaşantıyı kolaylaştıracak bir fonksiyona sığmaması, hatta o alanla ilgili olmaması, bir bakıma sanatın yaşamın yararlı alanlarıyla ilişkisi olmadığı anlamında bazı yerleşik yargılara neden olmuştur. Hatta bu boyutuyla geçtiğimiz yüzyıl, sanatın fayda alanını aktive edebilmek için bazı adımlar atılmış, hatta Almanya’da “Bauhaus” okulları bu nedenle kurulmuştur. Halbuki sanat hangi dönemde olursa olsun, ürettiği değerlerle insanın alanını genişletme mücadelesi vermiştir. İnsana bugünkü dünyanın sorunlarının ve ödüllerinin daha ötesinde bir dünya olduğu umudunu ve insani değerlerin daha da yüceltilebileceği telkinini üretmiştir. Sanat, elbette insanın gözle görülemeyecek kadar daha derin ve zengin olmasına ve insanlığın gerçek amacının günübirlik çıkarlar ötesinde bir noktada olması gerektiğine yönelik büyük sözleri kendi tekil ve özgün dünyasından üreterek, insanın doğa karşısında, insanın insan karşısında ve insanın büyük sorunlar karşısında ezilmeden geleceğe doğru adım atmasına büyük katkı üretir.

Şiiri, müziği, edebiyatı, resmi, heykeli eğer açlık ve hastalık tehdidi altında yaşayan insanların sorunlarını çözmede doğrudan doğruya kullanmaya kalkmak gibi kaba bir işlevsellikten uzak durabilirsek, sanatla beslenmiş insanların bu tür insanlık dışı insan öykülerine izin vermeyebileceklerini söyleyebiliriz. Sanat boş sofraları doldurmayabilir ama boş sofralara karşı hep itirazı olmuştur. Bu nedenle sanatın insanoğlunun bir arayışı, vicdanı ve seslenişi olarak da görmek, onu o yapı içerisinde anlamlı bulabilmek, sanatın yaşamı besleyici dünyasına kapıları aralar.

Ahu Antmen
(Sanat eleştirmeni)

“SANAT ne işe yarar” sorusu, her şeye faydacı bir zihniyetle baktığımız çağımızda mutlaka bir yanıtı olmalıymış gibi algılanabilecek de bir soru. Buna yanıt vermemeyi de seçebiliriz. Aslında “sanat sanat içindir”, “sanat toplum içindir” tartışmasının hiç sona ermediğinin de göstergesi. İki açıdan bakılabilir; aklıma Flaubert’in bir sözü geliyor, hayat o kadar korkunç ki diyor, insan ancak ondan kaçarak ona katlanabilir. Flaubert’e göre hayata katlanabileceğiniz yer, sanattır. Tabii bu, bir tür kaçış belki ama Flaubert’e hak veriyorum, çünkü sanat yalnızca insan duyarlılığına değil, insan aklına dair de bir umut veriyor; hayatın gösterdiği, gerçekte insanın şekillendirdiği olaylar silsilesinin aksini savunabiliyor, yanlış olduğunu bile bile kabullendiğimiz, kanıksadığımız “aklın” dışında bir aklın varlığını ortaya koyabiliyor. Sanat yapıtı aracılığıyla iki insanın arasında kurulan bu etkileşim, bu sessizce anlaşma hali, sanatın kişisel düzeyde ne işi yaradığına bir yanıt olur mu, bilmem?

Öte yandan, Amerikalı sanat kuramcısı Arthur Danto’nun görüşünü paylaşmamak da mümkün değil: Danto, sanatın, dünyanın hani o ciddi sorunlarını çözebilecek kadar büyük bir güç inanıyor. Fakat burada da sanat, bence, yine kişisel ölçek-teki etkisi gibi bir etkiye toplumsal ölçekte de sahip olabiliyor; evet belki o ciddi sorunları çözemiyor ama nakaratın içinde aykırı bir ses olabilmek potansiyelini taşıyor. Başka bir olasılık gösterebiliyor, Deleuze’ün dediği gibi bir ‘direniş’ biçimi olarak algılanabiliyor.

Düşünüyorum da pasiflik bazen direniş dürtüsünün olmamasından değil, direniş biçiminin hayal edilememesinden kaynaklanıyor olabilir; sanat, aslında, insanın kendine, topluma, düzene dair en azından bir soru işaretini şekillendirebilmesine katkıda bulunabiliyor daha yaratıcı olabilmesinin yolunu açabiliyor. Dada ve diğer bütün avangardları bu bağlamda düşünerek gerçekte yoğun bir toplumsal bilinçten hareket ettiklerini görebiliriz.
Öte yandan, sanata yüklediğimiz bu değerler yanında, bazen de yalnızca duygulandırıyor insanı sanat, ne bileyim ağlatıyor, güldürüyor! O da az şey mi ki?

Prof. Dr. İhsan Derman
(Bilgi Üniversitesi Görsel İletişimTasarımı Bölüm Başkanı)

SANAT, sosyal toplum yaşamının temelini oluşturan elementlerden biri. Toplumdaki bireylerin birbirleriyle iletişim kurma araçlarından en çeşitli ve de en yaratıcı olanı. İnsanın hayattan aldığı verilen, edindiği tecrübeleri, yaşadığı olayları, özümseyerek dışa vurduğu, birbirinden çok farklı sonuçlara ulaşabilecek bir deney. Sanat Çoğu zaman bir keşif süreci olsa da her zaman için bizi pozitif veya “doğru” bir noktaya götürmekle yükümlü değildir. Bu keşif bizi daha iyi insan yapmayabilir, ama daha yaratıcı ve tecrübeli yapacağı kesindir. Bu keşifin en önemli sonucu ise bir ürün olmalıdır, her ne olursa olsun, ne şe kilde sunulursa sunulsun, bu keşfin sonuçlandırılmış, bitirilmiş bir ürün olması sanatın hayatımızdaki en önemli katkısıdır.

Herhangi bir şeyin sanat eseri olup olmadığı, sanat eseri olarak sahip olduğu değeri, önemi veya popülaritesi ise tamamen ortaya çıktığı döneme, yere ve sahibine bağlıdır. Aslında günümüzdeki durum açısın dan değenlendirdiğimizde, Prof. John Carey’e katılmamak elde değil; herhangi biri bir şeye sanat eseri diyorsa o sanat eseridir. Bunu bazı açıdan tekel altına almak isteyen, sanatın tanımını veya sınırlarını çizmeye çalışan insanlar her dönemde olduğu gibi günümüzde de vardır. Fakat sanat doğası gereği en yeniyi, en çağdaşı, en aykırıyı, en özgünü aramaya yönelen bir araştırmadır. Bu yüzdendir ki sanat tarihin deki en büyük sanatçılar, ilk çıkış evrelerindeki marjinallik ve farklılık yüzünden bu tip konvansiyonel sanat çevrelerinde dışlanmış, fakat devamında çok geniş tabanlara ulaşan çok mühim eserler ortaya çıkarmışlardır.

Aslında herhangi bir şeyin sanat olup olmadığını tespit etmek hiç kimsenin başarabileceği bir şey değildir, tıpkı herhangi bir kimsenin sanatçı olup olmadığını herhangi birinin tespit edemeyeceği gibi. Bu tartışmanın en kritik noktası, bir şeyin ne kadar “iyi” sanat olup olmadığını ölçmek olabilir ki bu da yüksek sanat veya popüler sanat gibi sanat içinde ayrımlar yapmaktır. Bu tip ayrımların sanat ta varolması mümkün değildir, ancak daha çok emek sarfedilmiş, düşünülmüş veya daha öz gün olan eserler ayrılabilir, keza bunlar kendiliğinden zaman içinde diğer eserlerden ayrılır, ayrılmıştır.
Sanat eserleri, bize denemeleri, yaşama dair göremediğimiz farklı boyutları, başka bir insanın keşfini ve yaşadığı tecrübeyi anlatır, gösterir. Sanat ise bu eserlerin birbiriyle etkileşimi üzerine kurulmuş bir kültür, bir literatür bütünüdür. Hem sanatçılar hem de eserler, bize, metalar üzerine kurulu olan alışverişten farklı bir alışverişi aşılar, keşfedilmemişi ve denenmemişi sunarak, yeni bir iletişim yolu açmayı hedefler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder