Mutlu Erbay
Tarihöncesi dönemden beri toplumlar, yapıtlar (rölyef, mimari, heykel, resim) ortaya koymuşlardır. Bu yapıtları inceleyen ve araştıran çalışmalar, tarihöncesi dönem, krallıklar dönemi ve demokrasi ile yönetilen dönem olarak üçe ayırmaktadır. Tarihöncesi dönem olan neolitik çağın başlarına kadar olan dönemde, düzenli bir devlet yönetiminden söz edilemez; kurum, meslek, kent kurulamamıştır. Krallıklar dönemi ise M.Ö. 5000 yıllarında başlar. Nil boylarında, Mezopotamya ovalarında kentler kurulur. Toprak işlenir, insanlar yavaş yavaş topraklarını korumaya ve sahip çıkmaya başlar. Burada yönetici firavun dini yönetimin, mimarinin ve sanatın hâkimi ve yönlendiricisi pozisyonuna yerleşir. Küçük heykelcikler, tapınak süslemeleri, mimari planlar, tapınaklar için kap kaçak, dokumalar, heykel, rölyefler, dini amaçlı ve firavuna hizmet için yapılmıştı. Bazı şehirlerin etrafı surlarla çevrilir. Yönetici, toplumun sahibi ve egemenidir.
Uruk şehir kültürü bu tarzda ilk kurulan şehir devletlerindendir. Sınırları Mısır, İran gibi devletleri, bugün içinde bulunduğumuz toprakları da içine alan, oldukça geniş bir alana sahiptir. Gılgamış Destanı'nda anlatıldığı gibi, ölümsüzlüğü arayan Gılgamış, tarihin ilk kenti olarak kabul edilen 550 hektara yayılan Uruk'un MÖ 3. bin yılın başlarındaki ilk kralı, kurucusu, mimarıdır. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan kil tabletlerde, yönetici kralların, yapı üretimi faaliyeti içinde yer aldığı, bir işçi gibi çalıştığı yazıtlarda görülmektedir.
Her şeyi görmüş olan ülkeme tanıtmak istiyorum, Denizleri tanımış olanı, her bir şeyi bilmiş olanı, Gilgamiş'ı her şeyi tanımış olan evrensel bilgeyi, Uzak yollardan gelmiş, yorgun ve sakin olarak, Bütün güç uğraşlarını bir stele kazıttı. Mamurlaştın İmiş, Uruk'un surlarını yaptırttı... Tunçtan yapılmış gibi duran şu bedenlere bak, Eşi olmayan iç duvarlarını seyret, Çok uzaklardan gelen şu eşiğe bir dokun, Uruk surlarına bir çık ve onu boydan boya geç Temellerini incele, tuğlalarını yokla, Gör hepsi pişmiş tuğladan mı, Temellerini yedi bilgeler oturtmamış mı? (Gılgamış Destanının ilk tableti)
Sözlü tarihin yazıya dökülen ilk söylencesi Gılgamış Destanı bir kahramanlık öyküsünü anlatır. Bilinen ilk destandır ve çivi yazısı ile gelecek kuşaklara aktarılarak ölümsüzleştirilmeye çalışılmıştır. Ağızdan ağıza toplumdan topluma yayılmıştır. Konunun özünde, maceracı kişi, Tanrı'ya meydan okur... Anlatılan 4000 yıllık bir hikâyedir; hâlâ popülerdir; kahramanlara olan ilgiden yola çıkar. Maceralara atılan kahraman aslanlarla savaşır, tek kolu ile kahramanlıklar gösterir, aslan sürüsüne karşı galip gelir kahraman olur. Bu hikâye Ortadoğu'da İran'dan Mısır'a kadar bilinen, anlatılan kahramanlık efsanesi haline gelir.
Görsel gücün keşfi.
Asur Banipal, Kuzey Irak'ta bir imparatordur. İmparatorluk sarayının giriş merdivenlerini rölyeflerle süslemiştir. Başrolde kahraman olarak kendisi vardır. Frizlerde Tanrılarla yapılan kahramanlıklar anlatılır. Tıpkı Büyük İskender'in kendisine Yunan savaşçı Tanrı Aşil'i örnek alması gibi... O da kendisine Gılgamış Destanı'nda da bahsedilen meçhul kahramanı örnek alır. Uruk'taki büyük sarayda frizler aracılığı ile aslanı yenişi anlatılır. Ninive'deki bu saray duvarları aslanı yenen kahraman kral figürleri ile süslüdür. Çivi yazısı ile bilgiler ya da hikâye, sadece okuma yazma bilenlere açık iken, frizler aracılığı ile artık herkese görsel olarak net, yoruma yer vermeyen tarzı ile anlatılmaktadır. Bu bir anlamda sanatın görsel gücünün keşfidir. Bu yolla yönetici, geniş halk kitlelerine ulaşmak için yeni bir yol bulmuştur.
Asur Banipal, sarayındaki rölyeflerle Elamlarla yaptığı savaşı ve gösterdikleri kahramanlıkları halkına anlatmıştır. Bahsi geçen Tiltuba Savaşı'nı kazanmış, nehir düşman askerlerinin kanları ile kızıla boyanmıştır; bu görüntüler, sanat yolu ile hikâye anlatıcılığının ilk örneklerindendir. Rölyeflerde kahraman vardır, olay örgüsü vardır... Fakat sanatsal anlamda, tam anlamıyla duyguların uyandırılmasında henüz son noktaya gelinmemiştir.
Akdeniz'in kuzey sahillerinde yaşayan Yunanlılar, bu konu üzerinde düşünmüş ve görsel yolla hikâye anlatıcılığında yeni çözüm yolları bulmuşlardı. Yunanlılar, mitler, efsaneler, destanlar yaratmışlar, insanların özdeşleşmesini istemişlerdir. Anlatılan destanlardan en ünlüsü, Homeros'un Odessa adlı hikâyesidir. M.Ö. 1. yüzyılda mermer heykellerin arasında gece karanlığında, meşaleler ışığında bir mağarada anlatılmaktaydı. Hikâyenin duygusunun izleyenlere en görkemli şekilde yaşatılması ve hatırlatılması için devasa heykeller kullanılmıştı. Bugün bu heykeller müzelere kaldırılmıştır. Fakat hâlâ Sperlonge Mağaraları yerindedir. Mitolojik tepeden göz figürü, bir kahraman tarafından mızrakla öldürülür, gerilimden hemen önceki an heykellerde gösterilmiştir. Kahraman ne düşünür, ne hisseder gerçekçi bir anlatım ile gösterilmeye çalışılmıştır. Bu görkemli, sanat olayı ve kahramanlık öyküsü üç boyutlu sanat eserleri eşliğinde Yunanlılara anlatılmaktadır. Böylece söylenceler, dinleyenler üzerinde daha etkili duygusal izler bırakmıştır. Kim bilir! Belki de bugünkü tiyatro sanatının temelleri bu yolla atılmıştır.
Roma'da bulunan Trajan Sütunu hikâye anlatıcılığında -bildiğimiz- ulaşılan bir sonraki uç noktadır. İS yapılan Roma Trajan Sütunu 35 metredir. Eski Roma'da İmparator Trajan'ın, Dacialılar (Romanyalılar) ile yaptığı bir savaşı anlatmaktadır. Bu anıtın önemi, öncelikle kahramanlık anıtı oluşundan kaynaklanmaktadır, eski dünyanın görüntülü hikâye anlatıcılığı tekniğinin en önemli örneklerinden biridir. Trajan Sütunu, kent alanı içinde hâlâ ayaktadır ve 2000 yıldır herkesi etkilemeyi başarmıştır. Anıt halka görsel yolla, kazanılan zaferin hikâyesini anlatır. Anıtı, Napolyon Paris'e taşımak istemiştir. Mussolini, savaşta özel kılıflar ile koruma altına almıştır. Bu sütun, Trajan'ın yenilmezliğini, 23 kez sütunun etrafında dolanan çizgiler ile film şeridi gibi anlatmıştır. 59 kez görülen Trajanus (iyi), Dacian lideri Dekadanus'u (kötü) alt etmeyi başarmıştır. 250 figürün (askerlerin) her birinin duyguları ve heyecanları yüzlerinden okunmaktadır. Sütunda bir de ağaç resmedilmiştir. Bu ağaç iki sahneyi birbirinden ayırmak için kullanılmıştır. Film montaj tekniğinde olduğu gibi... Kuş bakışı açı ile değişik planlardan gösterilmiştir. Savaş etkileyici bir şekilde halka anlatılmış, tarihi olay ölümsüzleştirilerek halka gösterilmiştir. En can alıcı özet, anıtın kuzeybatı bombesindedir. En ilginç olaylar imparatorun dünyayı fethetmeyi istediğini, kimsenin onun yoluna çıkamayacağını, biri hariç anlatmaktadır. Ki o zaman, o biri için ölüm ve savaş kaçınılmaz olmuştur. İhanet, kundakçılık, ispiyon ve nihai zafer hikâyeleri resimlerle (sanat yolu ile) halka anlatılmıştır. Bu sütun kişinin hayal gücüne hükmetmiş ve olayların akılda kalıcılığını artırmayı başarmıştır. Tabii hükümdarın gücünü halka göstermeyi, düşmanları korkutmayı ve barışı aynı zamanda başarmıştır.
Görünenin ötesi.
Doğu Roma İmparatorluğumun merkezi olan, İstanbul Sultanahmet, Hipodrom bölgesinde İmparatoriçe'yi halkını selamlarken gösteren kare sütun, bize antik çağların hikâye anlatıcılığını yeniden hatırlatması açısından önemlidir. Anadolu ise kahramanlık öykülerinin anlatıldığı anıtlarla doludur. Kütahya'ya 57 kilometre uzaklıktaki Çavdarhisar'da bulunan Aizanoi Roma Hipodromu'nda, mücadeleyi kazanan gladyatör adları, tarihleri ile birlikte sütun başlarına işlenmiştir. Tapınaklar, zafer takları ki kazanılan bir savaşın ardından, bu savaşı halka hatırlatmak ve imparatorun gücünü halkına göstermek için yapılırlardı.
Acaba görsel hikâye anlatım tekniği; yöneticilerin halklarına ve onlardan sonrakilere bilgi aktarma isteğinin kökleri, en erken hangi tarihlere uzanır? Nigel Spivey bu konunun köklerini Avustralya yerlileri üzerinde yapılan çalışmalarda bulmuştur. 18. yy'da yapılan bir araştırmada 4000 yıl önce Aborjinler'in resimlerindeki karalamaların gelişigüzel, çocukça olmadığını ispatlamıştır. 20. yy'da Arhem Bolvin Spenser, Aborjinler arasında yaşamış ve onların okaliptüs ağacı liflerini boyadıklarını görmüştür. Resimlerde hep aynı imgelerin tekrar edildiğini fark etmesi ile yeni bir keşif gerçekleşmiştir. Toprak ana, şimşek adam Arhem'in, uzak geçmişle günümüz arasında kesintisiz bağ olduğunu fark etmesine sebep olmuştur. Aborjin resimlerinin, sıradan, gelişigüzel olmadığını bir hikâye anlattığını keşfetmiştir. Fakat tahmin edilenin aksine, bu resimler, çok büyük ve çok bildik bir hikâyeyi anlatmaktadır.
Gökkuşağı Yılanı, hikâyesi kısaca şöyledir: Öksüz bir çocuğun ekmeği, ailesi tarafından çalınmıştır, çocuk bu haksızlık karşısında kötüruhlardan yardım istemiş ve ailesi kötü ruh tarafından cezalandırılmıştır. Bütün bu olay örgüsü, tek bir imge ile Gökkuşağı Yılanı ile anlatılmaktadır. Yılan şekli, burada bilinen öyküyü hatırlatan bir sembol şeklinde düşünülmüştür. Bu öykü kuşaktan kuşağa, toplumun bütün bireylerine aktarılmıştır.
1960 yılında TV sunucusu, Avustralyalı David Etinbrow kanguru avandi balığı resimlerini görmüştür. Bugünü anlamanın, bu resimlerin esrarının çözülmesinden geçtiğini keşfetmiş olacak ki sanatın kökenini anlamak için çağdaş Aborjinler ile vakit geçirmiştir. Bir Aborjin'e sorar: "Neden resim yapıyorsun?" Aborjin sessizce, "Çok gizli" der. Aborjin kültüründe resim yapmak, ibadet etmek kadar kutsaldır. Bir Aborjin'i her an resim yaparken görebilirsiniz.
Etinbrow uzunca bir borunun, gördüğü resimlerin çoğunda bulunduğunu keşfedince bu borunun müzikli törenler ile ayinlerde kullanıldığını öğrenir. Burada sanat yolu ile anlatılmak istenen hikâyenin, göze kulağa hitap etmesi için var olan bir enstrüman olduğunu keşfeder. Araştırmaları sonucunda hikâye anlatılan törenler düzenlendiğini ve bu esnada da vücutlar boyanarak hazırlanıldığını öğrenir. Bu sayede de hikayeler nesilden nesile aktarılır... Aborjin resimleri parçalar halindedir; hiçbir şey kendi başına var olamaz, vücut boyamalar, çalgı aleti, resimler, müzik, şarkı biçimler hikâyenin unsurlarıdır. Bir Aborjin'in yorumu bütün bir toplumun, bütünün parçalarıdır.
Sanat nedir? Sınırları nerede başlar ve nerede biter? Sanat politikacıların kullandığı anlatım biçimi, baskı unsuru, yapılanların anlatıldığı, sözlü tarihin kayda geçirildiği görsel anıtlar olabilirken, bazen de çok masum bir tarihi anlatmak için kullanılabilmektedir. Bazen bir kahramanı yaşatmak ki; bu içimizdeki kahraman olabilir. Yaşanmış bir kahramanlığı nesilden nesile aktarmak için de yapılabilmektedir. Bazen kendimizi, bazen de ortak çok daha büyük bir şeyi anlamak için sanata ihtiyaç duyabiliriz. Çoğu zaman ve her zaman sanat göründüğünden çok başka bir şeyi anlatır...
Not: Makalenin oluşmasında, Nigel Spivey'in araştırmaları temel alınmıştır. Kaynakça:
Nigel Spivey, The World: A Journey to the Origins of Human Creativity (İngiltere: BBC Yayıncılık. 2007)
Olivier Casabonne, "Akamenid İmparatoruğu Büyük Kral ve Persler", Arkeo Atlas, sayı 6, ss 20-35, 2007.
Yücel Gürsel, "Mimarlık ve Siyaset", mimarisi, sayı 25, 59-63, 2007.
Artist modern, Kasım 2000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder