Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Schile, Egon

Egon Schiele (1890-1918)
Schiele Tuna kıyısında Tulin an der Donau bir istasyon şefinin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Egon 15 yaşındayken akıl hastası olan babası öldü. Schiele, vasisi olan amcasının direnç göstermesine karşın, 1906’da Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’nin giriş sınavına girerek Christian Griepenkerl’in resim sınıfına kabul edildi.

1907’den Sonra: Yeni Yollar Arayışında Schiele 1907’de Viyana’da ilk atölyesine kavuştu. Ziyaret ettiği idolü ve sonraki arkadaşı ressam Gustav Klimt, onyedi yaşındaki gencin yetenekli olduğunu anladı. Schiele’nin erken dönem peysajlarında, portre ve alegorik yapıtlarında Klimt’in ve Sezessionskunst’un (Müstakil Grup Sanatı) etkisi görülmektedir (örneğin Danae’de (1909) olduğu gibi). Ne var ki biçimsel dili kökten indirgedi. Çoğu kez sadece kontüre yoğunlaşıyordu. Bununla beraber Nü’lerinin vücut hatları yine de Jugendstil’in (Art Nouveau) taleplerine uygundu. Kuvvetli bir duygusal ve aynı zamanda ensest ilişki içinde bulunduğu kız kardeşi Gertrud (“Gertie”), Schiele’ye sık sık modellik yaptı.

Muhafazakar bir tutum içinde olan hocalarıyla anlaşmazlığa düşen Schiele, Jugendstil’den ayrılarak, kendine özgü sanatsal bir yol bulmak amacıyla, 1909’da Akademiden ayrıldı. Kendisiyle aynı düşüncede olan bir kaç meslektaşıyla birlikte, 1909/10’da ilk sergisini açan Neukunstgruppe’yi (Yeni Sanat Topluluğu) kurdu. Bu arada Arthur Roessler ile tanıştı. Yazar ve sanat tarihçisi Roessler, Schiele’yi, bundan böyle hamiliğini üstlenecek olan ve Schiele’nin büyük boyutlu portrelerle resmettiği Osı Reichel ve Carl Reiningshaus adlı koleksiyoncularla tanıştırdı. Schiele buluğ çağına yeni girmiş kızları çizdiği ve koleksiyoncuların kapıştığı pornografik çizimlerle geçimine katkıda bulundu.

1910’dan Sonra; Bilinçaltı’nın Keşfi
Schiele’nin stili 1910’dan sonra giderek daha ekspresif bir hal aldı. Tasvir ettiklerinin “içindeki gerçeği” ifade etmek istiyordu. Baskın çıkan bir sembolizme yer vermeden Mutter und Tod (Anne ve Ölüm, 1911) ya da Agonie (Can Çekişme, 1912) gibi tablolarında doğum, ölüm, korku, yas, özlem ve tutku gibi insan hayatında var olan temel durumları yorumladı. Psikolojik bileşeni Sigmund Freud’un öğretisinden olduğu kadar, Hugo von Hofmannsthal ve Arthur Schnitzler gibi yazarların yapıtlarından önemli derecede etkilendi. Sayısız otoportresinde (örneğin Selbstportraet, eine Grimasse schneidend (Yüzünü Buruşturan Otoportre, 1910), Die Selbstseher I/II (Kendilerini Görenler I/I 1910/11) kendi kişiliğinin değişik yönlerini anlamaya çalıştı. Sıska, köşeli bedenini betimlemesinde, bedbinliği yatmaktadır). Peysaj ve kent tabloları da ruhsal durumlarını ortaya çıkartmakla, çöküşün ve gelmekte olan tehlikenin simgesi haline geldiler (örneğin Herbstblume (Göz Çiçeği, 1911) totte Stadt IV (Ölü Kent, 1912) gibi). Schiele’nin yapıtları, araçsızlıkları ve ifadelerindeki yoğunluklarıyla Viyana Ekspresyonizmine öncülük ettiler.

1912: Skandal Schiele 1911’de annesinin doğduğu kasaba Kramau’da bahçe içinde küçük bir ev kiraladı. 17 yaşındaki Wally Neuzil ile birlikte yaşaması kasaba halkının gözüne batınca, Schiele birkaç ay sonra Neulengbach’a taşındı. Polis evinde 100’ü aşkın, sözüm ona pornografik resme el koyunca, sanatçı reşit olmayan kızları baştan çıkarmakla suçlanarak dava edildi. Sonunda ahlaka aykırı resim dağıtmak suçunden 3 gün hapis hapis cezası yedi. 21 günlük tutukluluğunu bir dizi suluboya resimle tespit etti.


1915: Sanatıyla Başarıya Ulaşması Schiele 1915’te Wally Neuzil’den ayrılarak, atölyesinin karşısında oturan bir çilingirin kızı olan Edith Harms ile evlendi. Düğünden dört gün sonra askere alınan Schiele, sanatçılığından yararlanarak özel muamele gördü ve Rus savaş esirlerinin muhafızlığını yapan özel bir komando birliğine verildi. Daha sonra bir esir kampında katiplik yaptı ve orada kendi atölyesine kavuştu. 1917’de Viyana’ya dönerek ordu tüketim daire merkezinin ve onun taşradaki şubelerinin resmini yapmakla görevlendirildi.


1918 yılının Mart ayında Viyana’da açılan 49. Sezessionsausstellung (Bağımsız Topluluk) sergisi sayesinde sanatıyla başarıya ulaşabildi. Narsist bir ressam olan Schiele bunun üzerine Viyana’daki Avantgard akımının yöneticisi pozisyonuna geldi. Bu tarihte biçimsel deneylere girişmeyip betimlemeleriyle klasik güzellik normlarına yaklaştı.


Beden resimleri daha plastik, çizgileri daha uyumlu ve renkleri daha yumuşak bir hal aldılar (örneğin Die Familie (Aile, 1918) Olduğu gibi). Schiele bir resim okulu açmak niyetiyle ikinci atölyesini kiraladıktan kısa bir süre sonra, karısı İspanyol gribine yenik düştü. Schiele de hastalığa yakalanarak karısından üç gün sonra, 28 yaşında Viyana’da öldü. Yüzyılın 100 Ressamı

Mozart ve Schubert’le kıyaslanınca, Schiele’nin erken başlayan ama erken biten “olgunluğu” daha kapsamlı olarak düşünülebiliyor. Mozart 35, Schubert 32 yaşında öldü. Schiele ise sadece 29’unda. 1889’da Melani-Adolf Schiele’nin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Egon, küçük yaşından itibaren çizime meraklıydı, liseyi bitirdikten sonra, 1906’da Viyana Akademisi’nde önce “misafir” sonra ise öğrenci olarak çalışmaya başladı. Akademi’de Klimt başta olmak üzere, kendisine “deha” muamelesi yapılıyordu. 1907’de Van Gogh sonrası peyzajlar ve Jugendstill’in etkisinde desenler çizmeye başlayan genç sanatçı, Fransa’da Picasso’nun, Almanya’da “Der Blau Reiter” (Kandinsky) ve “Die Brücke” (Kirschner) akımları arasında hocası Klimt’in önderliğini çektiği bir gruba, “Secession”a girerek, dışavurumculuk çizgisi üzerinde ama figür geleneğinden kopmayan bir eğitimle resimler yapıyordu.

Klimt ve Kokoschka’nın 1900’larda Viyana’da etkin sanatçılar olması, figüre bağımlı ama dışavurumculuğa, soyutlamaya, deforme etmeye açık bir kültür iklimi oluşturdu. Mahler’in de bu iklim üzerindeki etkisini unutmazsak, 1903’te tasarımcı Koloman Moser’in temel çalışmaları ile kurulan “Wiener Werkst “ dönem için de Avrupa Sanatı çerçevesinde, demokrasi ve eşitlik ilkesine dayalı bir akım olduğuna varıyoruz. Kadın elbiselerinden kapı tokmaklarına, bıçak çataldan kalem açacaklarına dek her şey sanatçılar tarafından tasarlanmakta ve herkesin satın alabileceği bir fiyata gelene dek çoğaltılmaktaydı. Schiele, “Wiener Werkstiitte”sinde etkin rol üstlenmedi, bir dizi kadın elbise modeli çizmekten başka. İnsan vücudu, özellikle de genç ve alımlı gövdelerdeki yaşam/aşk enerjisi Schiele’nin rehberi oldu. Modelleri ile birlikte çalışan sanatçı, 1911’de çizdiği küçük kız çocuğu desenlerinde “müstehcenlik” olduğu iddiası ile hapishaneye atıldı. Hapishane defteri, en ilginç günlük/defter olarak değerlendiriliyor uzmanlar tarafından.

1913-15 yılları arasında ise sanatçının portre ve insan betimlemelerinde “kendi sözünü” söylediği ve çizgi ile renk arasında (bugün çoğu profesyonel ressamımızın aşamadığı noktadır bu, desen çizip içini boyamak ile renk düşünüp resim yapmak ayrı şeylerdir) bir uyum, kendindenlik bulduğu gözlemlenir. Kadın-erkek, kadın-kadın, erkek-erkek arasındaki aşk ilişkileri, Egon Schiele’nin bitmez tükenmez konularıdır, ilham kaynağıdır. Bu dönem boyunca çizdiği ya da boyadığı figürleri aşkın heyecanını, titreşimlerini, “o renk değişiminin en ince geçişlerini” yansıtır. Modelleri ile kendi portrelerine baktığımızda, bu resimlerin aşkınlaştığını, yaşam ile cinsellik arasındaki dengeyi aşktan yana bozduğunu görürüz. Bu dengesizlik Egon Schiele’nin ta kendisidir işte; su katılmadık bir Ego (n) santrizm... 1915-17 arasında Prag’ta askerlik yapan Schiele burada savaşın korkunçluğunu, esir edilmiş Rus askerlerinin desenlerinde yansıtır. Bu desenlere baktığımızda, aşk yapan bir insan yüzü ile bir askerin portresi arasındaki derin uçurumun, Schiele’de yeşil ile kırmızı arasındaki renk geçişlerinde kendini belli ettiğini görüyoruz.

Birçok resminde kendini model olarak eşi Edith’le birlikte çizen sanatçı, 1917’de Viyana’ya yeniden döndüğünde “Aile” isimli büyük boyutlu kompozisyonunu ve portrelerini gerçekleştirdi. Bu yağlı- boya portrelerin yanı sıra, görsel yetkinliğini suluboya-kurukalem-kurşunkalem tekniklerinde gösteren Schiele, 31 Ekim 1917’de eşinden geçen Ispanyol nezlesi yüzünden ansızın öldüğünde, çok erken geliştirdiği ve tamamıyla kendine ait bir söylem tarzına erişmişti. Schiele dışavurumcu figür tiplemeleriyle ve kendine özgü bir paletle 20. yy sanatı içinde pek az sanatçının erişebildiği yetkinliğe sadece sanatsal gücü ile galericisi, koleksiyoneri olmadan, hakkında PR yapılmadan ulaştı. Aşkın gücü ve ölümsüzlüğüne inanan Schiele’nin bence en etkili otoportresi, ereksiyon halindeki abartılmış organını taşıyan modeli ile kendini resmettiği çalışmasıdır. 1911 yılında gerçekleştirilmiş olan bu resim, sayısız Schiele otoportresi içinde unutulmaz bir özelliğe sahip.

Günlük tutan ve yakın çevresi ile sürekli olarak mektuplaşan Schiele, 1910’larda “Bir Otoportre İçin Denemeler” başlığı altında şunları yazmış:“Hatırlayabildiğim ilk çocukluk imgem, bir toprak parçası üzerinde kıvrıla büküle ilerleyen üç toprak yol ve fırtına. Bu bana o günlerde hatırlayabildiğim, işitebildiğim güzelliklerini taşırdı çiçeklerin, konuşamayan bahçelerin ve elbette koyu gözbebeklerinde kendimi hissettiğim siyah kuşların.”(l) Çocukluğu ile ilkgençliği ardından bir olgunluk yaşamadan, yaşayamadan hayata gözlerini kapayan Schiele’nin çok değil, bir on yıl daha yaşasaymış neler yapabileceğini düşlüyor insan, bu güzel baskılı kitabı incelerken.
Necmi Sönmez Argos Şubat 1992



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder