Sözlük

Sanatçılar

Sanatçılar

Türk resminde iki çıkmaz

Hasan Bülent Kahraman.
Türk resminin, figür resminin ‘kolaycı’ yanlarından bir türlü kurtulamamasının bir nedeni bu resmin düşünceyle yeterince içli dışlı olamamasıysa, ikinci bir nedeni de varolan görsel ideoloji’nin boyunduruğu altına girmiş bulunmasıdır.
Türk resminde figür ötesi yaklaşımlar yok değildir; ama, bu yaklaşımların üretilmiş ve artık bir kült oluşturduğunu kabul ettiğimiz resmin belkemiğini meydana getirdiğini söylemek güçtür.

Türk resmi, çok uzun yıllardan bu yana, figür ötesi atılımları ve arayışları ihmal etmiş, ağırlığını zaman zaman da çok kolaya kaçan bir figür oluşturmaya doğru kaydırmıştır.
Bu gelişme, yalnız figür ötesi bir resmin olanaklarıyla karşılaştırıldığı zaman değil, kendi içindeki boyutlanmaları açısından bakıldığında da yetersiz kalmıştır.

Böyle bir gelişmeyi açıklamak için yeterince çalışma yapılmış ve birbirinden yeterince farklı görüşler öne sürülmüş değildir; ama gene de öne sürülen düşüncelerin başlıcası Türk görselliğinin özellikleriyle ilgili olanıdır. O da, İslami resmin, Selçuklu-Osmanlı birikiminin figürü dışladığını, ‘sureti’ yasakladığını söyler, bu kısıtlamanın figüre yönelik bir doyumsuzluk yarattığını dile getirir.  Dolayısıyla da, der, Türk resmi yüzyılların açlığını giderecek ve ‘görselliği’ figüre doyuracak kadar çok figür resmi yaptığında figür ötesi bir arayış içine girecektir...
Bu görüş belli nedenlerden ötürü yanlıştır; hiç değilse eksiktir ve belli koşullanmaların, belli ön yargıların etkisi altındadır. İlkin, bu tanımlama ‘resmi’ Cumhuriyet ideolojisinin uzantısı olan bir söylevi içeriyor. İkincisi Cumhuriyet ideolojisi, ağırlığını her şeyden önce kültür politikaları ve ideolojileri üstünde duyurmuştur ve üstelik de ‘yanlış’ bir biçimde yapmıştır bunu...
O uslamlamaya (muhakemeye) göre, esas olan Batı uygarlığıdır ve Batı’nın teknolojik gelişme tarihine bağlı olarak sağladığı kültürel yapılanmalardır.
Batı figür resmi mi yapmıştır? Öyleyse doğru olan odur; yapılması gereken de odur. O gelişmenin karşısında duran ve kendisine farklı bir yörünge çizmiş olan İslami yaklaşımlar figürü görsellikten dışladıklarına göre yanlıştırlar. Çünkü, bu yaklaşımlar kısıtlı, dar kafaların ürünüdürler; nitekim, toplumun görsel bilincinde belli açlıklar, belli boşluklar yaratmışlardır...
Bu nedenlerle, Batı’ya yönelmeye başladığımız herhangi bir dönemde yapılması gereken resim de Batı’lı resim olmalıdır; Batı resminin temel değer yargılarını içeren bir üretim olmalıdır...
Bu yaklaşımı salt Cumhuriyet ideolojisi olarak koymak doğru değildir; çünkü, kökleri Tanzimat’a kadar inen bir mantığın uzantısıdır bu yönelimler.
Tanzimat ve ardından gelen toplumsal / siyasal / kültürel dönemeçler hep bu görüşü izlemiş ve irdelemişlerdir. Ne var ki, Tanzimat İslamiyeti yeterince reddetmeyi bilmediğinden, dinsellikle-pozitivizm arasındaki çatışmalar kültürel oluşumların iç dinamiklerinin de hazırlayıcısı olmuşlardır. Nitekim John Berger’in Şeker Ahmet Paşa’ nın bir tuvalinden yola çıkarak yaptığı saptamalar, benim de ona gönderme yaparak Tanzimat kavramını irdeleyişim öyle sanıyorum ki bir dönemin mantığını yeterince serimleyecek bir düzeydedir ve tümü de aynı noktayı işaret ederler; Türk görselliğinin figür resmine yönelişi doğal bir gereksinmeden doğmamıştır; doğal bir açlığı giderme çabasından kaynaklanmamıştır... Bu, bir zorunlu yönelim olarak ortaya çıkmıştır...
Türk resminin görsel oluşumunda, figürün oynadığı ağırlıklı rolü çözümleyen ve andığım görüşün içerdiği ikinci yanılgıysa şu dur: Tutun ki, Türk resmi figüre gerçekten bir açlığı doyurmak için yönelmiştir; bu, o resmin ürettiği figürün ve o figürün ekseninde gelişen resmin her türlü düşünsel ir delemeden uzak olmasını gerektirir mi? Gerektirmeyeceği apaçık ortadadır; ama, ne yazık ki, yapılan resim her zaman böyle bir kısıtlamayı içermiştir. Hatta kısıtlamaların belirlediği bir resim olmuştur.
Türk resmi, bugün de süren, aslında bir ‘çocukluk hastalığı’ olması gereken yapısal bozukluğunu her zaman bir bilinç sorunu olarak yaşamıştır; yani, sadece karşısında duran olguyla bire — bir tekabüliyetler kurmak, o olguyu kendisiyle bağlı kalarak yinelemek istemiş, fakat onu dönüştürme ve yeniden üretme çabası içine girmekten hep kaçınmış, hep uzak durmuştur...
Bilinenleri yinelemeye acaba gerek var mı? Batı’ya, eğitim için değil, eğitilmeleri .(!) için gönderilen onca ressam çoğu kez önlerinde, yanlarında olup bitenlere kayıtsız kalarak, çoğu kez o dönemde aşılmış bulunan anlayışlara yönelerek ve nihayet ne götürmüşlerse onu yanlarında geri getirerek oynamamışlar mıdır oyunlarını?...
Öyledir ve öyle olduğu için de Türk resmi figür resmini Batı’nın o resimle ilgili olarak yaşadığı serüvenlerden de kopuk olarak ele almış ve temellendirmeye çalışmıştır... Çünkü, Türk ressamının, resmin ötesine geçen bir düşünceyle iletişimi, etkileşimi hemen hemen hiç olmamıştır; ressam böyle bir karşılaşmadan kaçınmayı ve uzaklaşmayı yeğlemiştir, Bu o kadar böyledir ki, gene aynı örneği vereyim. Şeker Ahmet Paşa, figür resmi yaparken ve perspektifin kurallarını önsel olarak kabul ederken bile, denebilir mi ki, Giotto - Masaccio - Uccello - della Fransesca — Mantegna — Angolico çizgisinden Botticelli’ye, oradan da ‘yüksek’ Rönesans’a uzanan süreci incelemiş ve içine sindirmiştir?...

Hadi, Paşa nihayet belli bir dönemin ve belli bir bilinç birikiminin adamıydı ve bazı şeyleri ancak çok sınırlı bir biçimde yapabilecekti ama, yıllarca Avrupa’ya gönderilen sanatçıların çıkmazlarına ne kılıf bulacağız?

Çallı kuşağı 

Avrupa’ya gider sadece izlenimcilere bakıp döner geriye, bu arada yirminci yüzyıl ‘patlamış’, her şey hallaç pamuğu gibi atılmıştır, kimsenin umuru olmaz. Ardından onların öğrencileri gönderilir aynı ‘topraklara’, onlar da yıllar yılı Lhote - Leger atelyelerinin ‘müdavimleri’ olurlar ve sonunda rahmetli Elif Naci bunu  oldukça da çarpıcı bir biçimde vurgular ve “biz”, der, “dünyaya bu iki atelyenin penceresinden bakıyor ve oradan neyi görebiliyorsak onu alıp getiriyorduk geriye.

Bu çıkmaz daha sonraki 70 kuşağıyla da sürmemiş değildir; elbette, dönemin verdiği olanaklarla belli ilerlemeler sağlanmış ve yaşanmıştır fakat, bunların da köklü, kalıcı ve üretken değişimleri kapsadığını söylemek çok güç...

Bir diğer: örnek de Ali Avni Çelebi ’di: Çelebi, Hoffmann atelyesine gitmekle ve izlenimcilere değil de dışavurumculara bakmakla belli bir farklılaşmanın kapısını aralamasına aralar ama, gelin görün ki, yıllar sonra Hoffmann resmini dönüştürür, Çelebi’nin kendisini tanıdığı dönemlerdeki çabasını başka bir boyuta taşırken Türk ressamının tepkisi oldukça Türkçe’dir:
“Hoca şaşırmış!

Bunlar bence hep aynı sonucu işaret eden örneklerdir. Türk sanatçısının yaptığı resmin ya da yapmadığı resmin arka planında yer, alan düşünselliği yeterince bilmemesi, ondan da öte, o düşünsel çıkışları yeterince önemsememesi.
Kuşkusuz, bu bir bilinç, bu bir birikim ve bu bir gelenek sorunudur, öyle olduğu için de, sadece figür resmi yapanları değil, figür -ötesi  çalışmalara bulaşanları da kapsar.
Figür — ötesi resim, bana göre, daha ‘zor’ bir resimdir, çünkü, resmin düşünceyle içiçeliği tarafından belirlenmiştir. Ne var ki, bunu söylerken bir noktayı atlamak istemem: Yukarıda andığım Rönesans ve Rönesans çizgisinin düşünceyle içiçe geçmişliği yok değildir; hem de yoğun olarak vardır, dolayısıyla figür resmini ‘kolay’ resim diye görmemek gerekir. Figür resminin ancak belli özellikleri kullanılırsa ve onların üzerine üzerine gidilirse figür resmi kolaylaşır ve o da, görsel ideolojiyle ilişkili bir gerçekliğe dönüşür ki, az sonra o noktaya geleceğim...
Ama bu özelliği o çalışmaların da ‘kolaylaştırılamayacağı’ anlamına gelmez. Aksine, özellikleri ve yirminci yüzyılın ‘son çeyreğinde kendisine tanınan olanaklar o resmin öylesine bir kuyuya düşmesini daha da kolaylaştırmıştır. Eğer günümüzde yapılan her türden çalışmanın bir yankı bulduğunu söylüyorsak ve artık nitelikli bir yapıtı niteliksiz bir üretimden ayıran sınırın çok inceldiğini düşünüyorsak o takdirde bu özelliğin üstünde iyice durmak gerekir.

Üstelik figür ötesi çalışmaların da Türkiye’de üretilen figüratif çalışmaların içine düştüğü tuzaklara düşmediğini söy1emeyi zorunlu kılan örnekler, göstergeler yok elimizde.
Şöyle düşünelim: Figür-Ötesi yapıtların üretilebilmeleri  için bu ülkede, bence, figüratif çalışmaların gerçekleştirilmesine oranla  çok daha yaygın bir zemin ve çok daha geniş olanaklar söz konusudur. Figür gerçeğine uzak kalınan onlarca yüzyıl boyunca üretilmiş olan soyut (lamacı) tavırlar, çağdaş yöntemlerle yeniden üretilmeye açık bir dizi olanağı barındırır. Her şeyin ‘ ötesinde soyutlamacı bir tavrın kendisi ülkenin görsel bilincinde içkin. Buna karşın, figürsel tavrın karşısında olanlar’ içinde soruna böyle, bir uslamlamayla yaklaşanların sayısı yok denecek kadar az olmuştur. Ben yalnızca çarpıcı bir örnek olarak Yüksel Arslan’ı anımsıyorum...

Dolayısıyla ‘o’ üretim de diğerinin, yaşadığı tüm çelişkileri yaşamıştır ve hatta geliştirmiştir: O da yinelemeye,  o da yansılamaya dayanmıştır...
İşte bütün bunlar yanyana geldiğinde ortaya çıkan tablo benim içimi karartıyor: Türkiye’de sanatsal üretim acaba nereden başlayarak kendisini aşabilecektir diye düşünür, bu soruya yanıt ararken yaşanan gelişmeler, sorunu daha da vahim hale getirmiştir...
İşin içine bu kez piyasa olgusu girmiş, giderek onun belirlediği görsel ideoloji herşeyi teslim almış, tutsak etmiştir.
İster figüratif yaklaşımlar, isterse de figür - ötesi çalışmalar olsun, sonuçta yapılanlar bu olgunun, yani egemen görsel ideolojinin çemberini ve kalıplarını bırakamamıştır...
Günümüzde yapılan her şey alıcı buluyor ve yapılan her şey kabul görüyor. Bu, eleştirmenden galericiye, oradan izleyiciye kadar uzanan bir süreç ve çizgi... Her kesim, derece derece kendi çıkmazını ve tükenişini yaşıyor; çünkü, herkes bir nedenden ötürü bir yerlere bağlı ve bağımlı, bir dışsal olgu tarafından ‘belirleniyor.’
Yalnız tam da burada bir noktayı vurgulamak gerekir; figür resminin ‘kolaylaştığı’ ve daha ‘zor’ bir resmin desteklenmesini gerektiren noktadır o da...
Son on yılın serüveni bu konu da ilginç ve çarpıcı örneklerle dolu. l980’lerin ortasında, sanatçıların görece özerk oldukları bir dönemde üretilen yapıtlarla aynı sanatçıların parasal olanaklarını varsıllaştırdıkları dönemi karşılaştırırsak, tekil birçok ressamın üretimindeki çizgiyi değiştirdiğini gözlemleyebiliriz. Daha ‘zor’, okunması daha çetin, daha çok emek ve özen isteyen bir resim, birçok sanatçı tarafından geriye itilmiş, geçen zaman içinde, alımlanması daha kolay, daha konvansiyonel, alışkanlıklara daha çok dayanan bir resimle değiştirilmiştir... Satış düşüncesi kanımca bu geriye gidişte oldukça etkilidir.
Türkiye’de sanatın toplumbilimi yok, bu nedenle kullanılabilecek somut ve nesnel verilerden yoksunuz; ama, bu, yaşananların gözlemlenmesiyle elde edilen sonuçlar üstünde düşünmemizi de engellemiyor. Soruna şöyle bakalım: Türkiye’de bugün yazınsal alanda ortaya çıkan parasal birikimle, tiyatroda, müzikte, balede sağlanan parasal olanaklarla, resim alanında kullanılan para arasında köklü bir kopukluk var. Bu, burjuvazinin tercihini neden yana koyduğunun net bir göstergesidir.
Burjuvazi, parasal her türden kullanımı yatırım ve kar amaçlarını güderek gerçekleştirdiğine göre, günümüzde resmin de aynı amacı aştığını söylemek safdillik olur.
Aksine, burjuvazi yalnızca yatırım ve kar olanaklarıyla yetinmemekte, sorunu kendi bilinciyle de, kendi alışkanlıklarıyla da sınırlamaktadır.
Bugün, noktasal belli isimlerin dışına çıkıyor ve yığınsal bir alandan söz ediyorsak, o alanı burjuvazi belirliyorsa, eğilimlerin, yönelimlerin de burjuvazinin temel değer yargılarını içerdiğini söylemek fazla ileri gitmek olmayacaktır.

Bu da, Türkiye’de yapılan figür resminin önemli bir ‘handikapı’ demektir.
Figür resmi belli bir öykülemeyi içeriyorsa, belli bir ‘tiyatroya’, yani kurguya dayanıyorsa, figür resmi izleyenle tekabüliyetler kuruyorsa, okunma, izlenme, alımlanma kolaylıkları getiriyorsa bunların burjuvaziyle kurulmuş ilişkilerden, etkileşimden kaynaklandığını söylemek yanlış mıdır?

İşte bu aşamada, alanın öteki yarısını oluşturan figür ötesi atılımlar, çıkışlar var. Ben, onların, varolan bazı alışkanlıkların kırması için, görselliğin özgürleştirilmesi ve tutsaklıktan kurtarılması için, görselliğin düşünceyle bütünleştirilmesi için kesinkes desteklenmesi gerektiği kanısındayım.
Onları alımlamak da güçtür, algılamak da; onları izlemek de güçtür, okumak da... Ama bir şey var; Onları tartışmadan, onları irdelemeden değil figür ötesini, figürün kendisini aşmak bile olanaksızdır. Bu anlamda, izlenimciler de önemlidir, dadacılar da; bu anlam da, enstalasyon yapanlar da aynı çabaların içindedirler, ‘re-make’ yapanlar da... Çünkü sorun göstergede değildir; sorun gönderilendedir...
1985 yılında yazdığım, daha sonra Bir Sürekli Cehennem’e de aldığım bir yazımda Hacınikola’dan yola çıkarak, ‘görsel ideoloji’ tanımını ilk kez ben, Türkiye’de olup bitenleri imleyebilmek için kullanmıştım.
Bugün o yazının üstünden geçen bunca sürede neyin değiştiğini sorguladığımda karşıma bir büyük boşluk çıkıyor ve bu boşluk o dönemde savunulabilecek kimi şeylerin de geriye çekilmiş olmasından kaynaklanıyor. Onların yerini alacak, boşluklarını dolduracak yeni oluşumlar yok değil; fakat, daha da önemlisi onların üstlerinin örtülmek istenmesi, onların yok sayılmaya çalışılmasıdır...
Türk resminin düşünceden korktuğunun, düşünceyle bağlar kurmaktan kaçındığının daha çarpıcı bir örneği olamaz!
Olmamıştır da!..
Bugün yaşanan figürcüler — soyutçular tartışmasına bakınız, bunların arkasında yer alan bir düşünsel arayıştan söz açmak olanağı var mıdır ve denilebilir mi ki, bu tartışmalar resmin derinliklerinde yer alan bir takım iç sorunsallara yönelik bir tartışmadır?...
Bugün resmini kurduğu görselliğin ana özelliklerini vurgulayarak, onların kaynaklarını, kökenlerini açıklayarak tartışacak bir ressam gösterilebilir mi?
Toptancı yaklaşımlar içinde bulunmak da bir başka kolaycılıktır; bunu biliyorum ve öyle bir duruma düşmekten kaçınıyorum ama, gene de Türk resminde adı anılan sanatçılardan belli birkaç isimle hesaplaşan kaç kişiden söz açılabilir?

Figür resmi üstüne bunca varılmıştır ve figür gerçeği bunca irdelenmiştir de neden Türk resmi figürü evrensel denebilecek bir düzeyde dönüştürmemiştir? İstanbul, eğer resmin üretildiği ve tüketildiği alansa, bir Paris, bir New York okulu, bu resim, bu kent için ge çerli midir?
Bunlar yerli yerine oturtulmadıkça ve bu sorulara doyurucu yanıtlar verilmedikçe daha çok figür resmi yapacağız demektir!...


Berger, John ‘Şeker Ahmet Paşa, ‘Şiirin Saati,  Çev.: Gönül Çapan, Adam Yayınları, Mart 1988.
Gombrich, E.H., ‘Studies in the Art of the Renessance I,II,III, Thames and Hudson, London.
Kahraman, H.B., ‘Eksik Tanzimat’. Hürriyet Gösteri, Kasım 1989.
Kahraman H.B., ‘Kendisine Yenilen Türk Resmi’, ‘Bir Sürekli Cehennem’ içinde Kavram Yayınları, Ekim1989.
Plumb,J.H, ‘New Perspective’, Longwood Books, Cbicago, 1978.

Gösteri Dergisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder